Son Güncelleme Tarihi 03.12.2004
ARALIK 2004-SAYI 34

 

 

Karar İncelemesi:

 

 

Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi’nin intifa konusu taşınmazın intifa hakkı sahibi tarafından kiraya verilmesi ve daha sonra intifa hakkının sona ermesi durumunda kira sözleşmesinin hukuki akibetine ilişkin 3.7.2003 tarihli kararının değerlendirilmesi

Yrd. Doç.Dr. Mustafa Aksu*

I. Karara konu olan olay

Parg. 1.                      Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi, 3.7.2003 tarih, E. 2003/4902 ve K. 2003/8056 sayılı kararında[1], intifa hakkına konu olan taşınmazın intifa hakkı sahibi tarafından kiraya verilmiş olması ve daha sonra intifa hakkının ölümle sona ermesiyle oluşan hukuki duruma ilişkin bir uyuşmazlığı inceleyip karara bağladı. Yaşam boyu tanınmış bir intifa hakkı çerçevesinde intifa hakkı konusu olan taşınmazı belirli süreli bir kira sözleşmesi ile kiraya verilmesinin sözkonusu olduğu bu uyuşmazlık, Yargıtay’a, esasen pratik olarak seyrek karşılaşılabilecek, ancak teorik ve doğmatik olarak önemli bir sorunu karara bağlama imkanını sunmuştur. Karara konu olaydaki temel sorun, malikin, intifa hakkı sona erdikten sonra kira sözleşmesi ile bağlı olup olmayacağıdır.

Parg. 2.                      İntifa hakkı sahibi baba, çocukları ise malik konumundadırlar. Hak sahibi baba, taşınmazı 21.2.2000 tarihinde beş yıllığına kiraya verir, ancak 3.9.2000 tarihinde vefat eder. Davacı konumundaki malikler, ölümle intifa hakkının ortadan kalktığını, bu durumda davalının haksız elatan durumuna düştüğünü ileri sürerek, elatmanın önlenmesini ve kiracının intifa hakkının sona ermesinden itibaren oturduğu süre için de (fuzuli işgal nedeniyle) kullanma bedeli karşılığı (ecrimisil) vermesini talep etmişlerdir. Yargıtay kararından anlaşıldığı üzere, sadece Borçlar Kanununun uygulama alanına giren bir kira sözleşmesi sözkonusudur.

Parg. 3.                      İlk derece mahkemesi, geçerli bir kira akdinin bulunduğu ve bunun taraflarca fesih edilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay kararında, ilk derece mahkemesinin gerekçesinin ayrıntılı hukuki dayanakları konusunda herhangi bir ipucu bulunmamaktadır. Bu nedenle, ilk derece mahkemesi, kira sözleşmesinin devam ediyor olmasını, kira sözleşmesine ilişkin kanun hükümlerine dayandırmış olabileceği gibi, miras hukukuna ilişkin genel hükümlere de dayandırmış olabilir.

Parg. 4.                      Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, kararının gerekçesinde öğretide savunulan temel iki görüşe değinerek bunlardan Suat Bertan’ın görüşünü[2] benimsemiş gözükmektedir. Yargıtay, aşağıda kısaca ele alınacak olan bu iki görüşü aktardıktan sonra, “BK’nun 254, 276. maddelerinde hüküm altına alınan, kira dönemi içerisinde kiralayanın mülkiyet hakkını devretmesi veya ölümü halinde yeni malikin önceki kira sözleşmesi hükümleri ile bağlı olacağı olgusu gözönünde tutularak, sırf MK’nun 806. maddesindeki iade mükellefiyetinin varlığından söz edilerek” davalının fuzuli şagil”[3] olduğunun söylenemeyeceği belirtmektedir. Bu nedenle, kiracının intifa hakkından haberdar olup olmadığının araştırılıp buna göre hüküm kurulması gerekirken, bu yapılmadığından, kararın bozulmasına hüküm kılınmıştır.

Parg. 5.                      Yargıtay kararında da belirtildiği üzere buradaki temel hukuki sorun, malikin kira sözleşmesi ile bağlı olup olmayacağıdır. Miras hukukundan kaynaklanan özel durum bir tarafa bıkalıkacak olursa, temel sorun, intifa hakkının sona ermesiyle birlikte intifa hakkı konusu üzerinde tam mülkiyetin tekrar kurulması durumunda, kiracıyı korumaya yönelik hükümlerin burada da uygulanıp uygulanamayacakları hususuna ilişkindir.

II. Yargıtay kararının eleştirisi

                        1. Genel olarak öğretide savunulan görüşler

Parg. 6.                      Yargıtay kararında anılan ve öğretide savunulan temel görüşlerden ilki, intifa hakkının sona ermesi ile kira sözleşmesinin sona ermeyeceğini kabul etmektedir: “Bu kira mukavelesi tapuya şerh edilmiş olsa bile intifa hakkı sona erince malik, malının kendisine iadesini kiracıdan isteyebilir. Bu suretle mutazarrır olan kiracı, kira mukavelesinden doğan şahsi haklarını intifa hakkı sahibi veya onun mirasçılarına karşı dermeyan edebilir”[4]. Şu halde, bu görüş açısından kiracının korunmasını amaçlayan hükümlerin burada uygulanabilmesine imkan bulunmamaktadır.

Parg. 7.                      Yargıtay kararında hukuki sorunu haklı olarak sadece kira sözleşmesinin devam edip etmemesi bağlamında değil, aynı zamanda malikin kira sözleşmesi ile bağlı olup olmadığı açısından ele almıştır. Bu anlamda Yargıtay, yukarıda anılan görüşü haklı olarak esas itibariyle benimsememiştir. Gerçi MK m. 799 intifa hakkının sona ermesi durumunda, intifa hakkı sahibinin intifa hakkı konusunu malike iade yükümlülüğünü düzenlemektedir. Ancak, MK m. 799 normal durumu, yani intifa konusunun zilyetliğinin intifa hakkı sahibinde ya da onun hukuki haleflerinde bulunması halini düzenlemektedir[5]. Kiracı ile malik arasındaki ilişki konusunu ise bu hüküm ele almamaktadır. Çünkü bu hükmün lafzı, daha çok malik-kiracı özel durumunun düzenlenmediği izlenimini vermektedir. Burada hak sahibinin (yani intifa hakkı sahibinin) geri verme yükümlülüğünden bahsedilmektedir[6].

Parg. 8.                      Karardan anlaşılacağı üzere Yargıtay, öğretide savunulan diğer temel görüşü somut olayla örtüştüğü oranda benimsemiştir. Bertan tarafından savunulan bu görüşe göre, intifa hakkının belirli süreli olup olmamasına, ayrıca kiracının intifa hakkından haberdar olup olmamasına göre ayrımlar yapmak gerekmektedir. Bertan, intifa hakkının belirli süreli olması halinde, kira sözleşmesinin intifa hakkının sona ermesi ile birlikte sona ereceğini, diğer durumlarda ise malikin kira sözleşmesi ile bağlı olabileceğini, yani kira hukukuna ilişkin hükümlerin burada da uygulanabileceğini kabul etmektedir, çünkü intifa hakkının son bulması ve böylece kuru mülkiyetin tekrar tam mülkiyete dönüşmesi ile mülkiyetin el değiştirmesi arasında her zaman tam bir benzerlik bulunmamaktadır. Bu nedenle intifa hakkının ölümle veya infisah yolu ile son bulması ile intifa hakkı için belli bir süre konulmuş bulunması hallerini birbirinden ayırmak gerekmektedir. Yargıtay kararına konu olan olayda belirli süreli intifa hakkı sözkonusu olmadığından, anılan bu görüşün ikinci önermesi, yani kiracının intifa hakkından haberdar olup olmaması burada önem kazanmaktadır.

Parg. 9.                      Bertan, MK 721. (YMK 797.) maddesine göre hak sahibi gerçek kişinin ölümü veya tüzel kişiliğin infisahı ile intifa hakkının son bulması halinde aşağıdaki şekilde bir ayrım yapılması gerektiği görüşündedir.

Parg. 10.                  “1 – İntifa hakkı sahibi kiraladığı malın intifa hakkına konu olan bir mal olduğunu söylemişse infisahi şarta bağlı bir kira anlaşması ortaya çıkmış olur ve ölümle kira anlaşması sona ermiş bulunur. Bu durum BK 254 ve 276’ıncı maddelerde öngörülen hale hiç benzememektedir. Son bulan kira akdine göre kiracının geri verme borcu doğar, kiracının geri verme borcunu yerine getirmesini MK 730’uncu (YMK 806) maddesinin verdiğe yetkiye dayanarak mülkiyet hakkı sahibinin de istemeğe hakkı vardır.

Parg. 11.                  2- İntifa hakkı sahibi kira akdini yaparken durumu söylememiş ise ölümle intifa hakkı son bulduğuna göre burada kira akdini yaptıktan sonra mülkiyet hakkını başkasına devreden kimsenin durumuna benzer bir durum vardır denilebilir. Malikin mülkiyet hakkının devir yetkisine karşı kiracının korunması istenildiğinden BK 254 ve 276’ıncı maddelerine özel hükümler konulmuştur. Kanun yapan mülkiyet hakkı sahibinin malını kiraya verdiği zaman kira süresi bitinceye kadar mülkiyet hakkını devir yetkisini kullanmamasını uygun görmemiş bu aktin bu sebeple feshi hâlinde kiracıya da bir kusur yüklenemeyeceğinden ayrıca böyle bir durumu düzene koymayı uygun bulmuştur. MK 730’uncu (YMK 806) maddesi intifa hakkı sahibine intifa konusu malını kiraya vermek yetkisini tanımış bulunduğundan[7] , genel kira hükümlerine göre intifa konusu malın kendisine teslimine mülkiyet hakkı sahibinin katlanması gerekir. İntifa hakkı sahibi ölümüyle intifa hakkının son bulmasından sorumlu olmayacağına göre kiracının bu durumda BK 254 ve 276’ıncı maddelerinden yararlandırılması doğru olur”[8].

Parg. 12.                  Yargıtay, “yukarıda açıklanan ilke ve olgular gözönünde bulundurulduğunda intifa hakkı sahibinin kiraladığı bağımsız bölümün intifa hakkına konu olan bir mal olduğunu, davalı kiracıya söylediği, başka bir deyişle davalının kiraladığı taşınmazın intifa hakkına konu bir mal olduğunu bildiği yönünde bir araştırma yapılmış” olmadığını belirterek, böylece eksik soruşturma ile hüküm kurulması yerinde görmeyerek ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur[9].

2. Kira sözleşmesinin intifa hakkından kural olarak bağımsızlığı ve bu nedenle intifa hakkı ile birlikte kural olarak sona ermeyeceği hususu

Parg. 13.                  İntifa hakkı ister belirli süreli ister belirsiz süreli olsun, kira sözleşmesi kural olarak intifa hakkının sona ermesi ile birlikte sona ermez. Bu hem bu sözleşmelerin içeriklerinin ve taraflarının örtüşmemesinde hem de borç ilişkilerinin nisbiliğini esas alan borçlar hukukumuzun ana ilkelerinde haklı dayanağını bulmaktadır.

Parg. 14.                  Ayrıca, kanunda kira sözleşmesinin intifa hakkıyla birlikte sona ereceği sonucunu destekleyecek açık bir dayanak ya da düzenleme bulunmamaktadır. Doğal olarak kira sözleşmesinin taraflarının kira sözleşmesini intifa hakkının süresiyle ilişkilendirmeleri, yani belirli süreli ya da bozucu koşula bağlı bir kira sözleşmesi yapmaları mümkündür. Ancak, Yargıtay kararına konu olan olaydaki gibi belirsiz süreli intifa hakkının kararlaştırılmış olduğu durumlarda, sadece kiracının intifa hakkından haberdar olmasıyla kira sözleşmesinin kendiliğinden ve kural olarak bozucu şarta bağlı sözleşme olarak yapılmış olduğu sonucuna varmak oldukça zor gözükmektedir. Tam tersine somut durum, örtülü olarak bozucu şartın kararlaştırılmış olmadığı yönünde olacaktır. Aksi sonuca varmak için, en azından, aksini destekleyen açık dayanakların bulunması gerekecektir. Belirli süreli intifa hakkında, kira sözleşmesinin süresinin intifa hakkının sona ermesine bağlanması seçeneğinde, duruma göre teknik anlamda bozucu şarta bağlı sözleşme olabileceği gibi, bozucu süre tayinli bir sözleşme de sözkonusu olabilir[10]. Kira sözleşmesinin süresi intifa hakkının süresine ya da sona ermesine bağlanmışsa, intifa hakkının ne zaman sona ereceği kural olarak belirsiz olduğundan duruma göre bozucu şarttan sözedilebilir. Gerçekten intifa hakkı vazgeçme, tarafların anlaşması, taşınmazın yok olması, vadenin dolması ya da ölüm nedeniyle de sona erebilir[11]. Bunlardan sadece vadenin dolması ya da ölüm, vuku bulacağı, gerçekleşeceği kesin olaylar olduğundan belki bu ihtimallerde bozucu süreli bir kira sözleşmesinden bahsedilebilir[12]. Ancak intifa hakkının süreli olması durumunda dahi intifanın daha önce ölümle sona ermesi mümkündür ve ölümün bu süre içerisinde gerçekleşip gerçekleşmeyecegi ise belirsizdir, öyle ki bu duruma göre bozucu şarttan bahsedilebilir[13]. Ayrıca kira sözleşmesinin süresinin belirli olması durumunda dahi intifa hakkının daha önce sona ermesi ihtimaline göre bir hüküm getirilmişse, yine bozucu şartlı bir kira sözleşmesi sözkonusu olacaktır, çünkü bu süre içerisinde intifa hakkının diğer türlü sona erip ermeyeceği ve bunun ne zaman gerçekleşeceği belirsizdir.

Parg. 15.                  Ancak burada ele alınan ve eleştirilen Yargıtay kararı açısından önemli olan, intifa hakkı sahibinin kiracıya intifa hakkından sözetmesinin tek başına bozucu şartı kurmaya gerçekten yetip yetmeyeceğidir. Sadece karşı tarafa intifa hakkından söz etmek ya da kiracının tesadüfen intifa hakkından haberdar olması, kira sözleşmesinin kaderini hemen ve kendiliğinden intifa hakkının kaderine bağlar mı? Bozucu şartın, yani kira sözleşmesinin intifa süresine bağlanması şartının, gerçekten açık ya da örtülü olarak kararlaştırılmış olması gerekir[14]. Sadece intifa hakkından haberdar kılma, kural olarak tek başına koşul olmaz. Örtülü bir biçimde bir koşul kararlaştırıldığı sonucuna varmak için sözleşmenin yapıldığı somut koşullara ve tarafların tutumlarına vb. bakmak gerekir. Kira konusunun intifa hakkına dayandığını kiracının bilmesine, sadece kiracı aleyhine, neredeyse mekanik olarak bir sonuç bağlanması yerinde değildir. Kiraya veren açık bir biçimde kira sözleşmesinin süresini intifa hakkı ile ilişkilendirme yoluna gitmiyorsa ya da bunu kiracıya şüphe götürmez bir biçimde hissettirmiyorsa, bu durumda kiracının, kira sözleşmesinin intifa hakkı ile birlikte sona ereceğini kabulleneceği neden varsayılsın? Nasıl ki malik konumundaki kiraya verenin, kira konusunu daha sonra devredeceğini kiracıya, sözleşmenin kurulması aşamasında hissettirmiş olması ya da bunu ona açıkça belirtmesi tek başına kira sözleşmesini bozucu koşulla yapılmış bir sözleşme haline getirmiyorsa, aynı şeyin intifa hakkı açısından da kabul edilmesi doğru olur. İntifa hakkının ne zaman sona ereceği kural olarak belirli değildir. Malik de her an mülkiyetini başkasına devredebilir.

Parg. 16.                  Bu nedenlerle, intifa hakkının sona ermesi ile birlikte kiracının kira konusunu malike vermesi gerektiğini, yani kiracının hukuka uygun zilyetliğinin malike karşı hukuki dayanağının kalmadığını kabul etsek bile, bu sonuç kira sözleşmesinin intifa hakkından kural olarak bağımsız bir borç ilişkisi olduğunu ve intifa hakkından bağımsız olarak varlığını sürdüreceği gerçeğini değiştirmez. Tam tersine kira sözleşmesi borç ilişkisi olarak devam ettiğinden ve kiraya veren kendi borcunu artık yerine getiremeyeceğinden, ifa engelleri hukuku çerçevesinde alışılagelmiş hukuki sonuçlar taraflar arasında doğacaktır ve bu durum intifa hakkından bağımsız olarak kendi kuralları çerçevesinde gelişecektir.

3. Küllî halefiyet ve kira sözleşmesi ile mirasçı konumundaki maliklerin kişisel ve doğrudan bağlı oluşu

Parg. 17.                  Yargıtay kararına konu olan olayda esasen en önemli nokta, maliklerin aynı zamanda intifa hakkı sahibinin mirasçıları olmalarıdır. Buna rağmen, Yargıtay kararında, intifa hakkı sahibinin mirasçıları niteliğindeki maliklerin kira akdi ile bağlılıkları hususunda, miras hukukunun hükümlerine esas olarak değinilmemiştir. Miras hukukunda geçerli olan küllî halefiyet ilkesi gereğince (MK md. 599), mirasçılar, kural olarak miras bırakanın yapmış olduğu sözleşmenin tarafı konumuna geçerler, kısacası kendiliğinden ve kişisel olarak sözleşme ile bağlı olurlar[15].

Parg. 18.                  Somut uyuşmazlıkta ilk saptanması gereken husus bu olması gerekirken, Yargıtay kararında bu husus ele alınmamıştır. Bu nedenle ilk derece mahkemesinin kararı, her ne kadar bunun gerekçesinin ayrıntıları hususunda Yargıtay kararında herhangi bir ipucu bulunmamakla birlikte, doğru gözükmektedir. Gerçekten de kira sözleşmesi kural olarak sona ermemiştir, davacı konumundaki mirasçılar, intifa hakkı sahibi baba tarafından yapılmış kira sözleşmesiyle küllî halefiyet ilkesi gereğince kendiliğinden ve doğrudan taraf olarak bağlıdırlar. Gerçi kiracının kira konusunun intifa hakkına dayanılarak kiraya verildiği konusundaki bilgisi, somut olayın özelliklerine göre bozucu şart kararlaştırılması şeklinde ise, bu durumda kira sözleşmesi intifa hakkının sona ermesiyle (bozucu şartın gerçekleşmesiyle) sona erecektir. Bu durumda maliklerin mirasçı olarak kira sözleşmesi ile bağlı olmaları sözkonusu olmaz. Tam tersine hem malik olarak sahip oldukları haklarını ve hem de sona ermiş kira ilişkisinin tasfiyesi çerçevesinde sahip oldukları kişisel nitelikteki haklarını, kiracıya karşı ileri sürebilirler. Ancak somut olayda kira sözleşmesinin taraflarının 5 yıllık bir kira sözleşmesi kararlaştırdıkları ve intifa hakkının süresiz niteliği göz önünde bulundurulursa, artık bozucu şarta bağlı bir kira sözleşmesi yaptıklarını benimsemek oldukça zor olacaktır.

Parg. 19.                  Şu halde malikin aynı zamanda intifa hakkı sahibinin mirasçısı olduğu durumlarda, miras hukuku hükümleri çerçevesinde özel bir hukuki durum meydana gelmektedir. Bu nedenle malik, kiracının korunması gereğinden bağımsız olarak, miras hukuku ilkeleri çerçevesinde kira sözleşmesi ile kişisel olarak ve doğrudan bağlı olmaktadır. Malikin intifa hakkı sahibinin mirasçısı olmasıyla, (mirasçılık durumu olmaksızın) intifa hakkının sona ermesiyle kiracı açısından esasen üçüncü kişi konumunda olması, birbirinden bağımsız olarak ele alınmalıdır.

Parg. 20.                  Gerçi Yargıtay kararında, kiralayanın ölümü halinde yeni malikin önceki kira sözleşmesi ile bağlı olabileceğinden bahsedilmektedir: Kararda, “..Borçlar Kanunun 254, 276. maddelerinde hüküm altına alınan, kira dönemi içerisinde kiralayanın mülkiyet hakkını devretmesi ya da ölümü halinde yeni malikin önceki kira sözleşmesi hükümleri ile bağlı olacağı olgusu[16] gözönünde tutularak sırf Medeni Kanunun 806. maddesindeki iade mükellefiyetinin varlığından söz edilerek davanın fuzuli şagil olduğu söylenemez” denilmektedir. Ancak burada anılan BK 254 ve 276. maddeleri kiraya verenin ölümü durumunda kira sözleşmesinin hukuki durumunu esasen düzenlememektedir. Kiralayanın ölümü halinde, onun küllî haleflerinin kira sözleşmesi ile bağlı olmalarının dayanağı bu maddeler değil, biraz önce de anıldığı gibi miras hukukunda geçerli olan küllî halefiyet ilkesidir (MK m. 599). Bu nedenle Yargıtay’ın kiralayanın ölümü ile bu hükümleri ilişkilendirmesinin nedeni esasen anlaşılamamaktadır. Tahminen, esasen burada ele alınan sorundan tamamen ayrı bir tartışma konusu olan, kiralayanın küllî haleflerinin, kira konusunun malik tarafından devredilmesi durumunda olduğu gibi yeni malikin sahip olduğu haklara sahip olup olmayacakları hususu çerçevesinde bir ilişkilendirme sözkonusu olabilir. Bu çerçevede belirtilmeli ki, küllî halefiyet ilkesinin anlamı ve amacı gözönünde bulundurulduğunda, mirasçıya, kira konusunu yeni edinen malike Borçlar Kanununda tanınan kira sözleşmesini sona erdirebilme imkanının tanınmaması daha yerinde gözükmektedir. Mirasçılar kira sözleşmesi ile kanun gereği doğrudan ve kişisel olarak bağlıdırlar. Hukukumuzun temel ilkelerinden birisini oluşturan, mirasbırakanın ölümü ile birlikte, hak ve borçlarının mirasçılara intikal edeceği ilkesinin, sadece kira sözleşmesi açısından degiştirildiğini söylemek pek kolay değildir[17]. Burada mirasçılar için de bir istisnanın yapılmasının sağlam ve haklı dayanaklarının bulunması gerekir. Kaldı ki, Borçlar Kanununun ilgili hükümleri bu tür bir içeriğe sahip olmadıkları gibi, esas olarak kiracının korunması amacıyla getirilmiş hükümlerdir. Bu nedenle kiraya verenin kira sözleşmesiyle esasen kişisel olarak bağlı olduğu bir durumda, kiracıyı korumak amacıyla getirilmiş bir hükümden istisna yapılması, bu hükmün amacının tersine çevrilmesi sonucu da doğurabilecektir[18].

4. İntifa hakkının kullanılmasının devri ile intifa hakkı konusunun kiraya verilmesi arasındaki farklılık ve önemi

Parg. 21.                  Yargıtay kararında intifa hakkı sahibinin intifa konusunu kiraya verme yetkisinin dayanağı olarak MK. m. 806 gösterilmiştir[19]. Oysa bu yetkinin dayanağı esas olarak bu hüküm değil, intifa hakkını düzenleyen genel nitelikteki MK m. 794 II ile m. 803 II’dir. Gerçi intifa hakkının kullanılmasının devrini düzenleyen MK m. 806’nın intifa hakkının konusunun kiraya verilmesi yetkisini de içerdiğini söylenebilir[20]: Çoğu yapmaya ehil olan daha azı yapmaya da ehildir (evleviyetle, argumentum a maiori ad minus). Ancak bu durum, kiraya verme yetkisinin esas olarak anılan diğer hükümlerde düzenlendiği hususunu değiştirmez. MK. m. 806’da düzenlenen intifa hakkını kullanılmasının (Ausübung) (hakkı kullanma yetkisinin) devridir. İntifa hakkının kullanılmasının devri ile intifa hakkı konusunun kiralanması farklı şeylerdir ve farklı içeriklere sahiptir. İntifa hakkının kullanılmasının devrinde, bizzat hakkın kullanılmasının devri sözkonusudur ve içerik olarak, intifa hakkının kullanılmasına dahil olan şeylerin bütünüyle devri sözkonusudur. Bu durum intifa hakkının kullanılmasının kısmen devrinde de değişmez. İntifa hakkı artık hak sahibi tarafından değil, kullanma yetkilisi tarafından kullanılır. İntifa hakkının kullanılma yetkisinin devrinde, devrin konusu doğrudan intifa hakkının kullanılması olduğundan, kullanma yetkisini devralan bunu zaten bilmek zorundadır. Bu sözleşmenin doğrudan konusu ve içeriğidir. Bu açıdan, intifa hakkını kullanan, intifa hakkı sahibinin tam yararlanma anlamında sahip olduğu bütün yetkilere, devrin kapsamına (bütünsel ya da kısmi devir olmasına göre) sahip olmaktadır. İntifa hakkının kiraya verilmesinde ise, intifa hakkının içeriğinin bütünüyle devri sözkonusu değildir, esas olarak birel bir yetkinin ya da yetki demetinin devri sözkonusudur. Bu da zaten devreden açısından intifa hakkının bizzat kullanılması niteliğindedir. Kiracı intifa hakkını kullanan konumunda değildir.

Parg. 22.                  İntifa hakkının kişiye sıkı bir biçimde bağlı olması durumunda, hakkın kullanılmasının devri artık mümkün değilken, bu durumda bile intifa hakkı konusunun kiraya verilmesi mümkün olabilir[21]. Zaten intifa hakkının kullanılmasının devrinin bu farklılığından dolayı, bunu düzenleyen MK m. 806’nın ikinci fıkrasında, malikin, intifa hakkının kullanılmasını devralana karşı haklarını doğrudan doğruya ileri sürebileceği kabul edilmiş, böylece intifa hakkı sahibi ile kullanma yetkisi sahibi, malik açısından eşit konuma getirilmiştir. İntifa hakkının kullanılmasının devrinin hukuki niteliğinden dolayı, bunun aksi bir çözüm esasen kendi içinde tutarlı olmazdı. Kiracının hukuki konumu açısından, aynı şeyin söylenmesi ise bu kadar kolay değildir. Hatta denebilir ki kanun koyucunun, malikin üçüncü kişilere karşı sahip olduğu haklar konusunda, intifa hakkını kullanma yetkisinin devredildiği kişiye karşı sahip olduğu haklar dışında, herhangi bir özel düzenleme getirmemiş olması, kısacası bu sorunun çözümünü genel hükümlere bırakmış olması da burada savunulan tezi destekler niteliktedir. Aksi halde, kanun koyucu ya MK. m. 806 II hükmünü genel tutarak ya da diğer hükümlerde buraya atıf yaparak, malike, üçüncü kişi konumundaki kiracıya karşı da aynı hakları tanıyabilirdi.

III. Sonuç

Parg. 23.                  Yargıtay Birinci Hukuk Dairesinin kararında, kiracının intifa hakkından haberdar olması durumunda kira sözleşmesinin bozucu şartla kararlaştırılmış olduğu yönündeki eğilim esas itibariyle yerinde değildir. Bozucu şartın örtülü olarak kararlaştırılmış olduğu sonucuna varmak için, kiracının intifa hakkından haberdar olması tek başına yeterli olmamalıdır. Karara konu olan olayda intifa hakkının süresinin belirsiz olması, kira sözleşmesinin beş yıllığına yapılmış olması daha çok tarafların örtülü olarak bozucu şart kararlaştırmadıkları izlenimi destekler niteliktedir.

Parg. 24.                  Yargıtay kararına konu olan olayda en önemli olan husus, maliklerin aynı zamanda intifa hakkı sahibinin mirasçıları olmalarıdır. Bu nedenle, bunlar miras bırakanın yapmış olduğu kira sözleşmesi ile miras hukukumuzda geçerli küllî halefiyet ilkesi gereğince zaten doğrudan bağlıdırlar. Küllî halefiyet durumunda yeni malik artık kira sözleşmesi ile kişisel olarak bağlı olduğundan, kira sözleşmesi yeni malik ile kiracı arasında devam edecektir (MK md. 599). Bu nedenle, Yargıtay tarafından öncelikle saptanması gereken bu olması gerekirken, bu hususa gerektiği şekilde önem verilmemiştir. Küllî halefiyet ilkesi nedeniyle, maliklerin kira sözleşmesi ile bağlı olmalarını, kiracıyı korumak amacıyla getirilmiş olan hükümlere dayandırmaya gerek bulunmamaktadır. Alman Federal Mahkemesi, Yargıtay kararına konu olan olaya benzer bir olayda, bu hususu Alman hukuku açısından açık bir biçimde belirtmiş ve oldukça özenli bir karar vermiştir. Alman hukukunda malik kiracı ilişkisini düzenleyen açık ve özel bir hüküm (BGB § 1056)[22] bulunmasına rağmen, Federal Mahkeme, bu hükmün külli halefiyet ilkesine bir istisna getirmediği sonucuna varmıştır[23].  

Parg. 25.                  Küllî halefler, kira sözleşmesi ile doğrudan ve kişisel olarak bağlı olduklarından, bunların BK’nun kira konusunu devralan yeni malik açısından öngördüğü fesih imkanlarından yararlanamamaları gerekir[24]. Bu, hem kiracıyı koruyan hükümlerin gereği olduğu gibi, hem de küllî halefiyet kurumunun özüne daha uygun olacaktır.

Parg. 26.                  MK 806 II hükmü dışında, Medeni Kanunda malik ile üçüncü kişilerin haklarını ayrıca düzenleyen ve kira hukuku açısından önemi olabilecek özel bir hüküm bulunmamaktadır. Aynı şekilde BK m. 254 (hasılat kirası için m. 276) hükmü kira konusunun satılarak devredilmesi durumunda, kira sözleşmesinin hukuki durumunu[25] genel olarak düzenlemekte, aynı durumun intifa hakkı konusunun kiraya verilmesinde geçerli olup olmadığına dair bir içeriğe sahip değildir. Bu konu kanunda açıkca düzenlenmemiştir.

Parg. 27.                  Ancak, kiracının konumu, kira sözleşmesini ister intifa hakkı sahibi ile isterse malik ile yapmış olsun, korunma açısından aynı olduğundan, ayrıca intifa hakkı mülkiyet hakkına çok yaklaşan sınırlı ayni hak olduğundan, Borçlar Kanunun anılan bu hükümlerinin (BK md. 254 II, 276 II), buradaki ilişkiye kıyasen uygulanmasını benimsemek gerekmektedir. Kanun koyucunun bu hususu ayrıca düzenlememiş olmasını olumsuz biçimde düzenlememe (nitelikli susma, menfi çözüm) şeklinde anlamak yerinde olmaz, çünkü bu yönde dayanaklar bulunmamaktadır: İntifa hakkı konusunun, intifanın sona ermesi durumunda iade edilmesini düzenleyen MK m. 799’un, bu yükümlülüğü hak sahibine hasretmesi, intifa hakkının devrini düzenleyen MK m. 806’ın, intifa hakkının kullanımını devalan üçüncü kişiye karşı, malikin haklarını doğrudan ileri sürebileceğinin açıkça öngörmesine rağmen, bu durumun, kiracı konumundaki üçüncü kişiler açısından öngörülmemiş olması, kanun koyucunun, malik kiracı ilişkisinin tam tersine kira hukukunun genel ilkeleri çerçevesinde belirlenmesini ister bir tavırda olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Bu hükümler, kanun koyucunun, kira hukukuna ilişkin ilkelerin burada uygulanmasını yasaklar nitelikte bir düşüncesinin olmadığını göstermektedir. Kaldı ki, intifa hakkının özünü oluşturan tam kullanmanın gerçekleşmesi de intifa konusunun, olabildiğince rahat bir biçimde kiraya verilmesini destekler bir niteliktedir.

Parg. 28.                  BK’nun anılan hükümlerinin (BK md. 254 II, 276 II) burada kıyasen uygulanabilmesi açısından önemli olan, birbirine çıkarlar dengesi ya da hukuki koruma gereği açısından büyük ölçüde benzer iki durumun bulunması ve bu nedenle, bu iki duruma aynı biçimde davranılması hukuki gereğinin kendini göstermesidir[26]. Bu açıdan bakıldığında, kiracının, kira konusunun malik tarafından devredilmesi ile birlikte yeni malike karşı içinde bulunduğu durum ile intifa hakkının sona ermesi durumunda malike karşı içinde bulunduğu durum, çıkarlar ve hukuki koruma gereği açısından birbirine büyük ölçüde benzerdir. Bu durum, hem kiracının aynı biçimde hukuki korumaya muhtaç olmasında, hem de intifa hakkının mülkiyete en çok yaklaşan sınırlı ayni hak oluşunda, kendine dayanak bulmaktadır. Şu halde, kanun koyucu, bir durum için kiracıyı korumaya yönelik bir hüküm getirmişse, bu çözümün, büyük ölçüde benzer ve kanun tarafından açıkca düzenlenmemiş diğer durum içinde uygulanması, hukuka ve adalete uygun olacaktır. İsviçre Federal Mahkemesinin bu yöndeki kararı[27] da MK m. 1/III anlamında yargı kararı sayılabileceğinden[28], bu da burada savunulan çözüme destek veren diğer bir nokta olarak anılabilir.

Parg. 29.                  Şu halde, intifa hakkının sona ermesi durumunda malik kira sözleşmesi ile bağlı olacak ve sanki kira konusunu devralan yeni malikmiş gibi BK md. 254 II ya da md. 276 II’da belirtilen konumda olacaktır. Bu nedenle, Yargıtay kararına konu olan olayda, miras hukukunda geçerli olan külli halefiyet ilkesine dayanılarak uyuşmazlık çözülmese bile, ki bu yanlış olacaktır, malikin kira sözleşmesi ile kural olarak bağlı olduğu sonucuna varmak gerekmektedir.



*     Yard. Doç. Dr. Mustafa Aksu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı

[1]     Yargıtay Kararları Dergisi Cilt 29, Sayı 9, Eylül 2003, s. 1342-1344.

[2]     Bertan, Suat, Ayni Haklar Cilt 2 MK 707-764, Ankara 1976, s. 1424-1426.

[3]     Yargıtay Kararları Dergisi Cilt 29, Sayı 9, Eylül 2003, s. 1342, 1344.

[4]     Bkz. Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet/Esmer, Galip, Gayrimenkul Tasarrufları ve Tapu Sicili Tatbikatı, 2. Bası, İstanbul 1956, s. 336.

[5]     Bkz. sadece Köprülü Bülent/Kaneti Selim, Sınırlı Ayni Haklar, genişletilmiş ve yenilenmiş 2. bası, İstanbul 1982 -1983, s. 127; Oğuzman/Seliçi, Eşya Hukuku, tamamen yenilerek yazılmış 9. bası, İstanbul 2002, s. 616.

[6]     Yeni Medeni Kanunda, Eski Medeni Kanundaki zilyedin iade etmesi şeklindeki hüküm, hak sahibinin iade etmesi şeklinde değiştirilmiştir. Yeni düzenleme esasen eski kanunun anlaşılış biçimine (bu konudaki eğemen görüşe) uymaktadır, bu konuda bkz. sadece Köprülü/Kaneti, a.g.e., s. 127; Oğuzman/Seliçi, s. 616. Nitekim İsviçre’de zilyedin iade etmesi şeklindeki hüküm (ZGB m. 751) hak sahibinin ve bunun mirasçılarının iade etmesi şeklinde anlaşılmaktadır (bkz. sadece Leemann, in Kommentar zum Schweizerischen Zivilgesetzbuch, Band IV Sachenrecht II. Abteilung, Bern 1925, Art. 751, kn. 1). Yeni düzenlemeyle getirilen değişiklik gerçekte öze ilişkin olmadığından, bu husus burada sadece anılmaktadır. Bununla beraber Eski Medeni Kanun döneminde, bu hükümdeki zilyedin iade yükümlülüğünün, intifa hakkı sahibine ya da mirasçılarına değil, zilyet konumundaki üçüncü kişilere de yöneltilmiş olduğu şeklinde anlaşıldığı da olmuştur, bkz. Esener,Turhan/Güven, Kudret, Eşya Hukuku, genişletilmiş 3. bası, Ankara 1996, s. 300: ‘İrtifak hakkı son bulur bulmaz, zilyet malı sahibine iadeye mecburdur (MK 723 = YMK m. 799). Kanun koyucunun ‘intifa hakkı sahibi’ dememek suretiyle, hakkın kullanımını kendisine MK 730 (YMK m. 806) uyarında bırakılan kimselerin de, intifa hakkının sona ermesi halinde iade ile mükellef olduğu ifade edilmek istenmiştir’. Yeni Medeni Kanunda kanunun lafzı, zilyedin iadesi yükümlülüğünden hak sahibini iade yükümlülüğü şeklini aldığından, artık bu gerekçenin Yeni Medeni Kanunla bir dayanağının kalmadığı aşikârdır.

[7]     Vurgu benden.

[8]     Bertan, a.g.e., s. 1424-1426.

[9]     YKD Cilt 29, Sayı 9, Eylül 2003, s. 1342, 1344.

[10]    Bozucu şart ve süre (vade) ayrımı konusunda bkz. sadece Sirmen, Lale, Türk Özel Hukukunda Şart, Ankara 1992, 87. vd sayfalar. Sirmen’e göre MK 797’de intifa hakkı kanundan ötürü bozucu bir süreye bağlanmıştır ve intifa hakkı sahibinin ölümüyle sona erer, s. 89 dipnot 52; Oğuzman/Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2000, s. 848 vd.

[11]    Taşınmazlar üzerindeki intifa hakkının ölümle ya da diger nedenlerle sona ermesi konusunda bkz. sadece Esener/Güven, a.g.e. s. 301 vd.; krş. Karahasan, Mustafa Reşit, Yeni Türk Medeni Kanunu Eşya Hukuku, II. cilt, İstanbul 2002, s. 132-134; Gürsoy/Eren/Cansel, Türk Eşya Hukuku, gözden geçirilmiş 2. baskı, Ankara 1984 s. 853 vd.; Hatemi/Serozan/Arpacı, Eşya Hukuku, İstanbul 1991, s. 702; Köprülü/Kaneti, a.g.e. s. 119-126.

[12]    Gerek geciktirici, gerek bozucu süre tayinine ilişkin kaydın mantıki ve hukuki yapısının geciktirici ve bozucu şartla aynı olduğu hususunda ve şarta ilişkin bazı BK hükümlerinin burada kıyasen uygulanabilirliği konusunda bkz. Sirmen, a.g.e., s. 90 vd.

[13]    Bu konuda bkz. ve krş. Oğuzman/Öz, Borçlar Hukuku, s. 849.

[14]    Bu konuda bkz. ve krş. Sirmen, a.g.e., s. 42 vd., s. 43: ‘Özellikle sözleşmelerde örtülü bir şarttan söz edebilmek için her iki tarafın da şartlı bir işlem yapmak bilinciyle hareket etmiş, bunu istemiş olmaları aranır. Ancak muhatap, doğruluk ve güven kurallarına göre karşı tarafın şartlı bir işlem yapmak istediğini bilebilecek durumda ise, kabul beyanı işlemin şartlı olarak meydana gelmesi için yeterlidir. Örneğin, (A) yakında evleneceğini belirterek (B)’nin evini kiralıyor. Burada tarafların açık bir irade beyanı bulunmasa da, kira sözleşmesinin evlenmenin gerçekleşmesi şartına bağlandığı kabul edilmelidir’, Sirmen burada Stiefel, Über den Begriff der Bedingung im Schweizerischen Zivilrecht, Aarau 1919, s. 93’e atıf yapıyor. Ancak Sirmen’in verdiği bu örneği her durumda şart olarak anlamaya imkan yoktur. Yakında evleneceğini belirterek kira sözleşmesini yapan (B), kiraya verene evde tek başına oturmayacağını sadece bildirmek istemiş olabilir. Kısacası, yakında evleneceğini bildirme, ancak diğer somut koşullarının da tamamlamasıyla duruma göre şart düzeyine çıkabilir.

[15]    Bu konuda bkz. sadece Hatemi, Miras Hukuku, 4. bası, İstanbul 2004, § 1, kn. 34 vd. § 12, kn. 41 vd.; Burcuoğlu, Yargıtay Kararları Işığında 6570 Sayılı Yasa’ya Göre Kiracının Tahliye Edilmesi, İstanbul 1993, s. 119 ve özellikle 441 vd.; Antalya, Gökhan, Miras Hukuku, İstanbul 2003, s. 44 vd.; Zevkliler, Aydın, Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, 7. Bası Ankara 2002, s. 213 ve orada anılan eserler; Arpacı, Kira Hukuku ve Uygulaması: Kiracılık ve Kira Davaları Rehberi, İstanbul 2002, s. 32; aynı yazar, Kiralayanın Ölümünün Kira İlişkisine Etkisi, Yasa Hukuk Dergisi 1990, s. 173 vd.; Schwander, in: Kommentar zum Schweizerischen Privatrecht, Schweizerisches Zivilgesetzbuch II, Art. 457 – 977 ZGB, 1998 Basel, Art. 560 kn. 1 vd. s. 516 vd.

[16]    Vurgu benden.

[17]   Burcuoğlu, a.g.e., s. 442; bkz. ayrıca Koller, in: Das Schweizerische Obligationenrecht mit Einschluss des Handels- und Wertpapierrechts, 9. bası Zürich 2000, § 44, s. 418 vd. kn. 67.

[18]    Bu konuda bkz. ve krş. Alman Federal Mahkemesinin (BGH) 20.10.1989 tarihli kararı, NJW 1990, 443, 445.

[19]    Öğretide genelde savunulan görüş de bu yöndedir. Daha doğrusu, intifa hakkının kullanılmasının devri ile intifa hakkının verdiği tek tek yetkilerin intifa hak sahibi tarafından kullanılması arasındaki ayrıma hemen hemen pek bir önem atfedilmemektedir. Bu konuda bkz. sadece Gürsoy/Eren/Cansel, a.g.e., s. 870 vd.; Köprülü/Kaneti, a.g.e., s. 138 vd. İsviçre hukuku açısından bkz. Müller, Kommentar zum schweizerischen Privatrecht, Schweizerisches Zivilgesetzbuch II, Art. 457 – 977 ZGB Art. 1- 61 SchlT ZGB, 2. bası, yayınlayanlar Heinrich Honsell, Nedim Peter Vogt, Thomas Geiser, 2003 Basel, Genf ve München, Art. 758 kn. 3 (bundan sonra BSK ZGB II-Müller, Art.... şeklinde anılacaktır); Leemann, a.g.e. Art. 758, 3 vd. kenar numaraları. Alman hukuku açısından Pohlmann, Münchener Kommentar zum Bürgerlichen Gesetzbuch, 4. bası, 2004, § 1056 kn. 5, ancak Pohlmann bu ayrımın yerindeliği ve pratik olarak yapılabilirliği konusunda süphelerini dile getirdikten sonra, Alman BGB kanun koyucusunun, kiraya vermenin intifa hakkının kullanılmasının tipik bir uygulanışı olduğundan hareket ettiklerini belirtiyor, aynı yer ve ayrıca § 1059 kn. 9. Ancak Alman hukukunda bu ayrıma İsviçre ve Türk hukuklarının aksine genelde önem verilmekte ve uygulanamada da dikkate alınmaktadır.

[20]    Krş., bu konuda BSK ZGB II-Müller, Art. 758 kn. 3; Leemann, a.g.e. Art. 758, 3 vd. kenar numaraları. Alman hukuku açısından Pohlmann, MünchKomm BGB, 4. bası, § 1056 kn. 5, § 1059 kn. 9; Gürsoy/Eren/Cansel, a.g.e., s. 818, 870.

[21]    Bkz., Leemann, a.g.e., Art. 758 kn. 11.

[22]    ‘(1) İntifa hakkı sahibi, intifa konusu taşınmazı intifa hakkı süresini aşar bir biçimde adi ya da hasılat kirası şeklinde kiraya verirse, intifa hakkının son bulması durumunda, kira konusu taşınmazın başka birisine devri durumu için öngörülmüş olan 566, 566a, 566b 1. fıkra ve 566c-566e ve 567b paragrafları uygun düştükleri oranda (entsprechend) uygulanırlar.  

      (2) Malik adi ya da hasılat kirası sözleşmesini kanuni sürelere uymak kaydıyla feshi ihbar edebilir. Ancak intifa hakkı sahibinin intifa hakkından vazgeçmesi durumunda, fesih hakkı, intifa hakkından vazgeçme olmasaydı, bu hakkın normalde son bulacağı süre sonunda doğar.

      (3) Kiracı malike uygun bir süre vererek, fesih hakkını kullanıp kullanmayacağını açıklamaya zorlayabilir. Bu durumda fesih ancak verilen uygun sürenin sonuna kadar mümkündür‘.

[23]    BGH, Urteil von 20.10.1989 – V ZR 341/87, NJW 1990, 443 = BGHZ 109, 111 = JR 1990, 419.

[24]    Bkz. Burcuoğlu, a.g.e., s. 441 vd.; Hatemi, Borçlar Hukuku Özel Bölüm, s. 90 kn. 19; bkz. ve krş. Arpacı, a.g.e., s. 116.

[25]    Öğretide yeni malikin kira sözleşmesi ile bağlı olmasının açıklanması konusunda farklı görüşler bulunmaktadır, bkz. Zevkliler, a.g.e., 211 ve orada dipnot 134’de anılan eserler; Arpacı, a.g.e., s. 30 vd.

[26]    Bu konuda bkz. Larenz, Karl/Canaris Claus Wilhelm, Methodenlehre der Rechtswissenschaft, 3. bası, Berlin, Heidelberg vd. 1995, s. 194 vd.; Honsell, Heinrich, in: Basler Kommentar zum Schweizerischen Privatrecht, Zivilgesetzbuch I, Art. 1-456 ZGB, 2. bası 2002, Art. 1 kn. 12; Akipek/Akıntürk, Türk Medenî Hukuku Yeni Medenî Kanuna Uyarlanmış Başlangıç Hükümleri Kişiler Hukuku, 1. cilt, yenilenmiş 4. bası, İstanbul 2002, s. 138: ‚Kanunun kıyasen uygulanabilmesi için, her iki eylem, davranış ve ilişkinin az çok birbirine benzer mahiyetteki menfaat çatışmasına sebebiyet vermiş olması yeterlidir’; Hatemi, Hüseyin, Medeni Hukuka Giriş, 2. bası, İstanbul 1999, s. 76; Bilge, Necip, Hukuk Başlangıcı, 18. bası, Ankara 2004, s. 204.

[27]    İsviçre Federal Mahkemesi, bir uyuşmazlıkta, intifa hakkı sahibinin (mirasçı olarak intifa hakkına sahip olan eş) intifa hakkı konusunu kiraya vermesi ve daha sonra ölmesi nedeniyle intifa hakkının sona ermesi durumunda, OR (CO)’un 259. maddesinin ikinci fıkrasının kıyasen uygulanmasını benimsemiştir. Buna göre, malik, kira konusunu satın almış malik gibi, kira sözleşmesi ile bağlı olacak, ancak bunu kanunen mümkün olan en yakın fesih tarihinde fesih etme hakkına sahip olacaktır, bkz. BGE, 113 II 121 vd.

[28]    Hâkimin, mehaz kanunun sistemi olarak İsviçre Medeni Kanununa ilişkin doktrin ve İsviçre Federal Mahkemesi kararlarından da yararlanması hususunda bkz. Oğuzman/Barlas, Medeni Hukuk, Giriş Kaynaklar Temel Kavramlar, 10. bası, İstanbul 2003 s. 53, 80 ve 89; Erman, Medeni Hukuk Dersleri, Başlangıç Bölümü, İstanbul 2004, s. 36; YİBK, 28.11.1945, E. 13/K.15, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları – Hukuk Kısmı, c. III, Ankara 1980, s. 279.