Son Güncelleme Tarihi 20.12.2008
 
ARALIK 2008-SAYI 82

 

Makale:

 

KÜLTÜREL KÜRESELLEŞME VE BİLGİ TOPLUMU EKSENİNDE:EĞİTİM  YÖNETİMİ TEORİLERİ

                                                                                                            *Abdullah URAL

 

 

ÖZET

Kültürel Küreselleşme konusunda ardı arkası kesilmeyen tartışmalar ekseninde kavrama karşı olanlar ve kavramı destekleyenler kendi tezlerini desteklemek için sınırsız bağlantılar kurarak büyüleyici fikirler üretmişlerdir. Günceli sorgulayan sorulardan birisi de neyin gerçekte en yeni olduğu olgusudur. Sürekli değişim olgusunu sınırlayan mekanizmalar nelerdir? Her şeyden önce, küreselleşme sürecinin ağsal bağlantılarının ve sınırlarının ayrımını ortaya koyabilmek için yeni kavramsal analiz yöntemlerine ihtiyacımız olduğudur. Küresel-yerel eksenindeki çalışmalarda en önemli ve en yaygın kavram eğitim yönetimi teorileridir.

Anahtar Kelimeler: Küreselleşme,Kültür, Eğitim Yönetimi Teorileri                                                                                

 

 

     ABSTRACT

The Nexus Between Globalısatıon And Knowledge Socıety: Educatıonal Management Theorıes

The incessant talk about cultural globalization -the word, the images associated with it, and arguments for and against "it" - both reflect and reinforce fascination in boundless connectivity. Yet scholars do not need to choose between a rhetoric of containers and a rhetoric of flows. Not least of the questions we should be asking concern the present: what is actually new? What are the limits and mechanisms of ongoing changes? And above all, can we develop a differentiated vocabulary that encourages thinking about connections and their limits? In consideration of the local-global nexus it is commonplace to emphasize on Educational  Management Theory .

Key Words: Globalisation, Culture, Educational Managment Teories

 

1. KÜLTÜREL KÜRESELLEŞMENİN ARKA PLÂNI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Kültürel Küreselleşme; fikirler, idealler, bilgi alış-verişi, sorumluluk, bağlılık, değere ilişkin kavramları sembolize eden işaretler ve elektronik simülasyonlar yardımıyla dünya çapında yayılımı sağlanarak her bireye aktarım süreci olarak tanımlanmıştır.(Tomlinson, 1999:s.85) Küreselleşmenin etkilerinin de en hızlı ve en yaygın hissedildiği alan, kültür alanıdır. Ekonomik gelişmelerin zemininde yaygınlaşan kültürel etkileşim çok boyutlu ve çok derin etki yumağı yaratır. Küreselleşmenin kültürel farklılığı ön plana çıkartarak Batı–dışı toplumları kültürel yaratıcılığa yöneltme olasılığı, üzerinde durulması gereken bir husustur. Çünkü; küreselleşme yerel kültür öğelerini öncü toplumların kültür kodlarıyla etkileşime sokarak son tahlilde yeni kültürel pratiklerin ve anlayışların da oluşmasına katkıda bulunmaktadır. Bu durumu bir İsveçli antropolog olan Ulf Hannerz “creolization” olarak adlandırmaktadır.Yani; tarihsel kökleri olmayan; ama küresel temasların sonucu olan yeni kültürel oluşumların ortaya çıkmasıdır. Gerçekten de günümüz toplumları kaçınılmaz şekilde birbirleriyle her alanda sıkı bir temas halinde bulunmaktadırlar(Sarıbay, www document) Arjun Appadurai, söz konusu alanları şu 5  kategoride karakterize etmektedir:

i. Etno–mekân: İçinde yaşadığımız dünyayı değiştiren insanların (turistler, göçmenler, mülteciler, sürgünler, misafir işçiler ve hareket halindeki diğer insan grupları) oluşturduğu etkileşim alanı.

ii. Tekno–mekân: Yüksek ve düşük, mekânik ve enformatik teknolojinin kapalı sınırları bile aşacak yaygınlıkta ve hızda akışının yarattığı alan.

iii. Finans–mekân: Uluslararasında bugüne kadar görülmemiş hacimde ve hızda para akışının ve bu akışın kışkırttığı piyasa işlemlerinin (uluslararası borsa ve spekülasyon işlemleri) yapıldığı ve yayıldığı alan.

iv. Medya–mekân: Gazeteler, dergiler, televizyon istasyonları, film stüdyoları gibi bilişim (enformasyon) araçlarının elektronik olarak üretildiği ve kültürel temasların sıklaşmasını sağlayan alan.

v. Fikrî –mekân: Özellikle Aydınlanma kökenli ideolojilerin ve fikirlerin dayandığı kavramların (özgürlük, refah, insan hakları, egemenlik, temsil ve demokrasi gibi) etkin olduğu alan. Appadurai’nin resmettiği mekânlar–içi ve arası etkileşimler, son tahlilde yersizleşmeyi (deterritorialization) beraberinde getirerek her eylemin ve fikrîn kendisini rahatça ifade edebileceği, hatta meşrulaştırabileceği bir ortam bulmasını da sağlayıcı mahiyettedir. Bu durumun bir adım ötesi, küreselleşme sürecinin sanal bir zeminde sürmeye devam etmesi, dolayısıyla toplumların, toplulukların siber alanda (cyberspace) ilişkiye geçmeleridir. Bu gelişmenin sağlayabileceği bir imkân, yerelliklerin önemini yitirip ulus aşırı toplulukların vücut bulmasıdır. Bu sayede, toplumları ve toplulukları bir arada tutan kökensel ve mekânsal yakınlıkların yerini yeni ortak sosyal ve kültürel ilgiler alabilir, neticede “kültür” dediğimiz, toplumların/toplulukların yapıp etmeleri belli bir sabiteden dinamik bir yaratıcı öğeye dönüşebilir.

O halde, buraya kadar resmedilen çerçevede, kültürel olgu olarak küreselleşme iki sureti içeren bir süreç olarak algılanabilir. Bir sureti, Batılı öncü toplumların kültür kodlarının dayatıldığı türdeşleşmeyi yansıtır. Öbür sureti ise kültürler arası farklılaşmayı parçalanma (fragmentation) düzeyinde gerçekleştirirken, Batı–dışı toplumların kendilerini yeniden tanımalarına ve tanımlamalarına dair bir imkân sunar ve böylece o toplumların artık geri dönüşü olmayan bir sürece kendi “şahsiyetleri” ile dahil olarak Batılı toplumların kültürel tekelini eriten yeni bir ortak kültür arayışına yönelmelerini gündeme getirir.(A.g.m). Bu ikinci sureti bazı sosyal bilimcilerin küreselleşmenin zemini modernleşme olduğu için “alternatif modernleşme” veya “çoğul modernleşme” olarak adlandırmalarına rağmen, bu tezdeki yaklaşım aynı doğrultuda değildir. Küreselleşmeyi, belirttiğimiz iki sureti bağlamında diyalektik ve açık uçlu bir süreç olarak görüyoruz ve bu sebeple böyle bir sürecin sadece kayıpları değil, ortak kültürel formları gerçekleştirmeye yarayacak bazı kazanımları da içerdiğini düşünüyoruz. Bu açıdan, “alternatif modernleşme”nin, modernite biricik ve Batı’ya özgü tarihsel bir olgu olduğundan, eninde sonunda “kendi kendini oryantalize etmek” ile özdeş olduğunu iddia ediyoruz. Bununla beraber, dünyadaki mevcut fiilî durum açısından yaklaştığımızda, Batı–dışı toplumların içine itilmiş görünen kıskaç, küreselleşmenin kazanımlarına dair iyimserliği ortadan kaldırıcı mahiyettedir. Söz konusu kıskacın bir ağzı, daha önce belirtilen “kendi kendini oryantalize etme”yi simgeliyor.(A.g.m) Bu simgeleme, küresel kültür kodlarının esasen kendi “sahih” ve/veya “yerli” kaynaklarımızda var olduğunu ifade eder, dolayısıyla onları yeniden üretir ve kabul edilmelerine meşru bir zemin sağlar. Bu sayede toplum kendini hâkim olan kültürel dünyanın parçası olarak algılamaya yönelir, “küresel” olanın bütün isteklerine sorgulamasız bir onay verir. Kıskacın diğer ağzı, sosyolog Ulrich Beck’in “globalizm” dediği, son tahlilde dünya pazar ekonomisinin alternatifsiz hâkimiyetini ifade eder. Bazıları bu hâkimiyetin nihaî olarak bir dünya devleti inşa edici yeni bir milliyetçilik formu olduğunu söylemektedirler ki, bu da Batı–dışı toplumların karşıt bir kültür milliyetçiliği doğrultusunda politik olarak kışkırtılmalarına yol açmaktadır. Aslında mevcut dünyada fiilen olup biten durum budur. İnsanlığın bu durumu kanıksamış görünmesi küreselleşmenin sözde zaferidir. Çünkü; küreselleşmenin olumsuzlukları ve o doğrultuda “alternatif” çözümler ve burada tanımlanan kıskaçtan nasıl çıkılacağı hususları da ancak küreselleşme üzerinden onunla birlikte düşünülme zorunluluğunu dayatmaktadır. Küreselleşme, her şeyden önce bu açıdan açık uçlu bir süreçtir. Çünkü: sosyolog Stuart Hall’ın belirttiği gibi küreselleşme, son tahlilde garantisiz tarihlere dair bir olgudur. Ama, belki de onun bu yönü insanlığın “ortak” ve “yeni” kültürel formlar arayışını zorunlu hale getirmektedir  veya William Greider tarafından yapılan daha içsel tasviri : “Küreselleşme, harikulade bir makineye benzer. İmha ettiklerinin karşılığını alır. Modern ziraatın makineleri gibi büyük ve hareketlidir. Fakat çok karmaşık ve güçlüdür. Koşarcasına sahalar açar ve sınırları önemsemez. Hareketlilik devam ettiğinden, makine, arkasında büyük tahribat izleri bırakırken, aynı zamanda büyük miktardaki refah ve zenginliği beraberinde getirmektedir. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapmaktadır. Fakat direksiyonda kimse yoktur. Hızını ve yönünü kontrol eden bir iç dinamiği veya direksiyonu olmayan bir makine… Olabildiğince özgür ve de sınırsız... (Bu durum temelde onun kendi içsel istekleriyle yönlendirilmiş gelişme hareketi tarafından sürdürülmektedir). Makine, dünyayı yeniden yapılandıran, kendi kendine işleyen, bir ekonomik sistem draması oluşturan, zorunlu küresel endüstriyel devrimin zorunlulukları tarafından yönetilen modern kapitalizmdir”.

           Dünya çapında aynı imaja sahip mal ve hizmetler yerel koşullara uydurularak farklı yönlerden pazarlanmaktadır. Bu açıdan ilginç bir örnek, ünlü Coca-Cola firmasının Romanya pazarına girerken geleneksel olarak kırmızı olan ambalajının yanına mavi halkalar eklemesidir. Bunun nedeni Romanya halkının kırmızıya olan tepkisidir. The New York Times’ta (The New York Times, 17 Ekim 1995: s.10)  yer alan bir araştırmaya göre Fransız Beaujolais, Fransa’nın Pasifik’te uyguladığı nükleer denemeleri protesto amacıyla, dünya üzerinde çok sayıda pazarını boykot yüzünden kaybetmiştir. Kaybedilen pazarlar arasında Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkelerin yanı sıra Almanya, Hollânda, İskandinav ülkeleri de vardır. 1992’de Paris yakınlarında yeni bir Disneyland parkını açtığında başlangıçta umduğu başarıyı sağlamadı ve 1995’e kadar zarar ediyordu. Çünkü Disneyland, Fransızların dolayısıyla da Avrupalıların boş zamanını değerlendirme ve beslenme alışkanlıklarına ters düşmüştü. Ancak Disney yönetimi sunularını ve parktaki fiyatları Avrupa standartlarına uygun duruma getirdikten ve de Disneyland, Amerikan kültür özelliklerini sergilemekten vazgeçtikten sonra, tesis kâr yapmaya başlamıştır. Küresel kültür endüstrileri, bölgesel ve küresel piyasalarda piyasa tabanlarını genişleterek artan maliyetlerini kurtarmaya yönelmektedir.

Dünya çapında bu üç tür küreselleşme süreci bizatihi kendilerini ifade eden kavramın ötesinde yerel fenomenlerle yakın bir ilişki ağına girmiştir. Kültürel küreselleşmenin ekonomik küreselleşmeyi izleyeceği varsayımı her zaman geçerli olmayabilir. Her üç sürecin karışımı olan bir yapı kendine farklı pazarlar üreterek dünya çapında yaygınlık gösterebilir.(Lughod,1991:s.131-138)1901 yılında Britanyalı gazeteci William Stead “Dünyanın Amerikanlaşması” adı altında, kuşku uyandıran bir kitap yayınlamıştı.(Pells, 1999: s.27) Başlık XX. yüzyılda giderek artış göstermiş korkuları tanımlamaktadır: Kültürel benzeşme korkusu, anlıksal ve sanatsal standartların körelmesi, dillerin ve geleneklerin ortadan kaybolması, bir ülkenin özgün kimliğinin Amerikan kültürünün ve yaşam biçiminin etkisi altında silinip gitmesi gibi. Pek çok ülke vatandaşları için bu, seçkinlerden çok, sade vatandaşlar için yaratılmış bir kültürdü; içinde farklı ülkelerin değişik seslerinin eriyip kaybolduğu, son derece etkili ve canlı tınılara, göstergelere ve bilinçaltına seslenen iletilere sahip bir kültür.

XXI. yüzyılın başlarında ulusal özellikler, Amerikan eğlence sanayinin yaygınlaşmasından çok, küresel kültürün ortaya çıkışıyla tehdit ediliyor gibi görünmektedir. Thomas Friedmann’ın kitabında (Friedmann, 1999: s.32) Japonlarca ortaya atılmış “Lexus”, Hollywood ya da Disneyland’dan farklı bir kavramdır. William Stead’ın XX. yüzyılın başlarında korku duyduğu gelişmeleri sembolize etmektedir. Friedman’a göre küreselleşme büyük bir şeydir ve soğuk savaş dönemi sonrası dönemin teorisini açıklamaktadır. Ona göre The Lexus yüksek kaliteye dayanan üretim küreselleşmeyi olası kılmakta, The Olive Tree ise modernleşme öncesi dönemde olan yavaş ekonomilerin zenginliğinin sembolüdür. Friedman’a göre küreselleşme bir yığın trendlerin ve teknolojilerin (internet, fiber optik araçlar, dijitalleşme, uydu haberleşmeleri) oluşturduğu ortam üretimi artırmış ve 1989 Berlin duvarının yıkılmasından sonra uluslararası ticarî faaliyetler hızlı bir artış trendi içine girmiştir. Bu zaman diliminde telekomünikasyon maliyetlerindeki düşüşler finansal, bilgi ve teknolojik alanda demokratikleşme süreçlerini başlatmıştır. Bir şirket, telefon santrali olarak otomatik mönüye sahip dijital bir sistem kullanıyorsa, FedEx tarafından posta alıyorsa veya elektronik postayı yoğun olarak kullanıyorsa, küreselleşmenin en derin etkisine maruz kalmaktadır. Kültürel benzeşme eğiliminden nefret edenlerin belirgin düşmanı artık “Amerikanlaşma” değil, küreselleşmedir. Kitlesel iletişim, tüketimdeki ölçüsüzlük, pazarlama ve tanıtım -Amerikan emperyalizminin ürünleri- artık yalnızca ABD’den kaynaklanmamakta, Washington yönetimi de dahil olmak üzere tüm yönetimlerin denetimi dışında seyreden uluslararası akımların sonuçları gibi görünmektedir.(a.g.e., s.62) Küreselleşme benzerlikten daha çok farklılıkların ortaya çıkarıldığı bir süreç olarak devam etmektedir.(Tomlinson, s.58)

Küreselleşme dünyayı küresel bir köy haline getirmekte; bu “köy”de tüketim kalıpları, kurumlar, gruplar benzeşmektedir. Bir başka ifadeyle, farklı bir hayat tarzıdır. “Sürüden ayrılmanın vakti geldi” spotuyla yapılan bir kot reklâmı, karikatürize bir şekilde de olsa bu durumu ifade etmektedir. Yemekten giyime, eğlenceden dinlenmeye kadar birçok alanda “tek tipleşme” yaşanmaktadır. Artı değerin paylaşılmasında emeğin payı düşmekte, örgütlü bir güç oluşturma ihtimali azalmaktadır. Küreselleşme sadece teknolojik bir imkân olarak ortaya çıkmamakta, dünyada yeni bir denetim biçimini de geliştirmektedir. Ekonomide ulus-devletlerin belirleyiciliği ve denetimi ortadan kalkmakta, uluslararası şirketler ve menfaat grupları belirleyici olmaktadır.(Cable, 1995:s.23-54) Günümüzde sermaye hareketleri, mal piyasaları, bilgi edinimi ve örgütsel yapılar küreselleşmiş durumdadır. Küreselleşme sonucu, üretim yöntemleri, çalışma süreçleri, sermaye-emek ilişkileri ve yatırımların sektörel ve coğrafî dağılımında köklü dönüşümler olmaktadır.(Yeats, 1998, s.14) Merkezîyetçiliğin yerini ademimerkezîyetçi yapılanmalar almaktadır. Sermaye hareketleri küreselleştikçe hiyerarşik ve büyük kurumların yerine, esnekliğin ana unsurları olarak taşeronlaşma, küçülme ve ortak yatırım projeleri ön plâna geçmektedir. Zaman ve mekânla ilgili sınırlamalar önemini kaybetmektedir. Küresel düzenle bütünleşmenin olmaması halinde ekonomilerin yalnızlığa sürükleneceği düşünülmektedir. Küreselleşme sürecinin önemli bir özelliği ulus sınırların önemini yitirmesi ve ulus-devletin ekonomi üzerindeki denetiminin yavaş yavaş ortadan kalkmasıdır(Williams, s.136-140). XVII. yüzyıldan sonra bölgesel (territorial) sınırlar içinde, içeride hükümranlık hakkının bağımsız kullanılması ve toplumsal menfaatlerin dışarıya karşı temsilinde monopol temelinde yapılanan devletleri, bu konumlarını yitirmektedir.(Neyer ve Martin Kaiser, a.g.m., s.36) İstihdam ve gelir eskiden olduğu gibi imalât sektöründe değil, hizmetler sektöründe oluşmaktadır. Küreselleşmeyle birlikte işletmeler piyasanın şeffaflaşması ve malî piyasalar, işletmeleri borsadaki oynamalara ve kağıt sahiplerinin tercihlerine bağımlı hâle getirmektedir. Sermayenin dünyanın hemen her yerinde yatırım konusu yapılması mümkündür. Üretimden bağımsız olan ve paranın para kazandığı bir uluslararası pazar ortaya çıkmıştır. Malî piyasalar dünya çapında otonom ve aşırı güçlü hâle gelmiştir. Bir araştırma da dünyadaki sermaye hareketlerinin sadece yüzde birinin dünya ticareti için gerekli olduğunu ortaya koymuştur.( Altvater ve Mahnkopf, 1997: s.159) Böyle olunca işletmeler de istihdam kapasitelerini muhafaza etmek, mahallî bağlılıklar ve uzun vadeli istikrar yerine kısa vadeli rantabiliteyi, borsa değerlerini ve borsada oynayanların yatırımlarını hedeflemektedirler. Küreselleşme sadece ekonomi alanını değil, bireysel ve toplumsal alanın bütün yönlerini derinden etkilemektedir. Ne var ki, küreselleşme sadece dünyanın gelişmiş kesimleri arasında oluşmakta ve dünyanın önemli bir bölümünü dışlamaktadır. Küreselleşmiş bir dünyanın üyesi olmak için gerekli zarurî alt yapı, çok sayıda ülke için uzak gelecekte bile muhtemel gözükmemektedir(Wolfe, 1997, s.22)

Dünyada iki yüzden daha az sayıda devlete karşılık, beş bin dolayında “ulus” olduğu tahmin edilmektedir. Bu hareketler, yerelin ilerletilmesinin giderek küreselleşen bir temelde olanaklı olabileceğini fark etmeleri anlamında küreselliği, kuşkusuz modernliği paylaşmaktadırlar. Böylece de “küresel düşün, yerel davran” ilkesinin hikmetini ve doğruluğunu kuşkulu hâle getirmektedir. Küresel davranmak, öyle de düşünmek yerellik kavramını yaşatabilmek için giderek zorunlu hâle gelmektedir. Küreselleşmenin kendisinin farklılık ve çeşitlilik ürettiğini, çeşitliliğin farklı açılardan küreselliğin temel bir boyutu olduğunu yaşantımızda görebiliriz. Çağdaş yaşamın makroskobik boyutu anlamındaki küreseli, geç dönem XX. yüzyıldaki yaşamın makroskobik yönü anlamındaki yerelle birleştirmeye yönelik gerçek dünya girişimlerinin farkına varılması zorunluluğu, olmazsa olmaz şartlardan biri olarak ortaya çıkmaktadır.

 

2. EĞİTİM YÖNETİMİ TEORİLERİ

 

2.1. Eski Eğitim Yönetimi (Old Educational Administration)

E-EY, disiplini verimlilik esasına göre kurulmuştur. Komuta birliği, hiyerarşik yetki sistemi, işgücünün/işin bölümlenmesi, denetleme, eşgüdüm kavramları POSDCORB formülünde özetlenen incelemeler üzerinde ilerlemiştir. Bu ilkeye Marshall Dimock mekanik bir verimliliğin yönetsel gerçekliğe uygun düşmediği itirazıyla karşı çıkarken, Simon, akılcı davranışın sınırlılığına dikkat çekmiş, Waldo verimlilik ilkesinin demokrasi ilkesine karşı iş görüşüne dikkat çekmiştir. Farklı eğitim bilimciler adalet, özgürlük, eşitlik gibi kavramların verimlilik karşısında ezilmelerine vurgu yapan itirazlar ileri sürmüşlerdir.

2.2. Yeni Eğitim İşletimi (New Educational Management)

Y-Eİ, bir yandan kamu tercihi teorisine dayanan "kamu politikası" yaklaşımından beslenirken bir yandan da "menajeryalist" bakış açısından beslenmiştir. Eğitim politikası alanındaki çalışmalar, politika değerlendirme araştırmalarını kamu tercihi kuramına, maliyet-fayda analizlerine, rasyonel tercih modellerine, kısaca genellikle iktisat alanından alınan açıklamalara dayandırmışlardır. Daha sonra, eğitimsel uygulama aşamasına dönük çalışmaların öne çıktığı bu aşamanın analizlerinde dikkatin yeni eğitim yönetimi kavramına odaklandığı görülmektedir.Kamu tercihi teorisi, "agency theory / kurumcu teori" ve "principal-agent theory / müvekkil-vekil teorisi" ile birlikte etkisini güçlendirmiştir. Menajeryalist bakış açısıysa, hem özel hem kamu eğitim sektöründe başarıyı yöneticilerin niteliğine ve profesyonelliğine bağlar. Buna göre sosyal ilerlemenin yolu daha yüksek verimlilikten geçer. Böyle bir verimlilik, bunu amaç edinmiş eğitim yöneticilerince yürütülen disiplinli bir çalışmanın ürünüdür. Bu yüzden eğitim yöneticilerine "yönetme hakkı" verilmeli, "yönetme serbestliği" tanınmalıdır. Toplam kalite yönetimi gibi yeni tekniklerle çeşitlenen bu kaynak, neomenajeryalizm olarak da adlandırılmaktadır.

Osborn-Gaebler'in "reinventing government" başlıklı çalışması bu yaklaşımın örneklerinden biridir. Bu hareket, Amerika'da 1990'lı yılların ikinci yarısında eleştirilere uğramıştır. Eleştiriler, yaklaşımın içerdiği çelişkilere; yükselttiği değerlere; piyasa modelinden devşirme desantralizasyon ile kamu sektöründeki eşgüdüm ihtiyacı arasındaki gerilime; yürütme-yasama organları arasındaki ilişki ve bunların rollerine odaklanmıştır. Eleştiriler ayrıca, özelleştirmenin demokratik değerler ile kamu yararı bakımından sorgulanması; neomenajeryalizmin doğruluk, adalet, temsil ve katılım gibi demokratik ve anayasal değerler üzerindeki tehditleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Eleştirilere karşın günümüzde devlet ve özellikle eğitim reformlarına rengini veren yaklaşım budur.

Tablo: 1-Geleneksel Eğitim ve Modern Eğitim Yönetiminde Sınıflar

 

Geleneksel Eğitim Yönetiminde Sınıflar

Modern Eğitim Yönetiminde

Sınıflar

Cevapları öğretmen bilir.

Birden fazla çözüm olabilir ve öğretmen de her çözüme sahip olamayabilir.

Öğrenciler, rutin bir şekilde yalnız çalışırlar.

Öğrenciler, öğretmenlerle, akranlarıyla ve gönüllü üyelerle çalışırlar.

Bütün aktiviteleri öğretmen planlar.

Öğrenci ve öğretmen birlikte aktiviteleri planlarlar ve görüşürler.

Bilgi organize edilir, değerlendirilir, yorumlanır ve öğretmen tarafından öğrenciye sunulur.

Bilgi kazanılır, değerlendirilir, organize edilir, yorumlanır ve öğrenci tarafından uygun dinleyicilere sunulur.

Okuma, yazma ve matematik ayrı ayrı öğretilir; dinleme ve konuşma müfredatta genellikle yer almaz.

Problem çözme için gerekli olan disiplinler birleştirilir; dinleme ve konuşma öğrenmenin temel bölümleridir.

Düşünme, genellikle teorik ve akademiktir.

Düşünme, problem çözmeyi, muhakemeyi ve karar vermeyi kapsar.

Öğrenciden öğretmenin davranışsal beklentilerini yerine getirmesi beklenir; doğruluk ve dürüstlük öğretmen tarafından gözlenir; öğrencinin öz saygısı genellikle zayıftır.

Öğrenciden, sorumlu, atak, öz yönetimli olması ve yeterlik kazanması beklenir; doğruluk ve dürüstlük sınıfın sosyal içeriği içinde gözlenir; kendi öğrenmelerinden sorumlu oldukları için öğrencilerin öz saygıları yüksektir.

 

 

 

Yeni Eğitim Hizmeti (New  Educational Service)

 

  1. Demokratik yurttaşlık ve eğitim kuramları,
  2. Topluluk [yerellik] -sivil toplum modelleri ve eğitim sistemi
  3. Örgütsel insanilik [Golembiewski] ve yeni eğitim yönetimi

 

Deming'in Görüşlerinin Eğitimde Yeni Eğitim Hizmetine Uyarlanması

 

 

 

 

2.3. POSTMODERN EĞİTİM YÖNETİMİ

İlkine göre yurttaşlık bir hukuksal statü değil, bireyin sahip olduğu haklar ve ödevlerle üyesi olduğu siyasal toplulukta siyasal sistemi etkileme kapasitesi olarak kavranır. Yurttaş, bireysel çıkarını uzun erimli kamu yararına bağlı gören kamu ruhuna sahip kişidir. Kamu ruhu, adalet - katılma - müzakere içinde gerçekleştirilir. Yöneticiler yurttaşları yurttaş olarak görmelidir, seçmen, müvekkil, müşteri olarak değil. (Frederickson, Box, King-Stivers) Sonuncusuna göre, kamusal sorunlar nesnel ölçüler ya da rasyonel analizlerle değil "karşılıklı konuşmayla/söylem"le çözülür. Müzakere ve oydaşma akılcı değil deneyimsel, sezgisel, duygusal birliktelik temelinde yürütülebilir (McSwite, Fox-Miller).

Bu anlayışa göre kamu kesimi tarafından sunulan hizmetler (özellikle eğitim sistemi) yeniden tanımlanmalı; devlet, bürokrasi tarafından yerine getirilen denetimi topluma aktararak vatandaşını yetkilendirmeli; kamusal hizmetler sadece tekel olarak kamu tarafından değil alternatif yöntemlerle piyasa ortamında da gördürülmeli; kamuda tasarruf, etkinlik, verimlilik, kalite ve performans konusundaki eksiklikler giderilmeli; kamu yönetimi içerisinde eğitim sistemi adem-i merkezileştirilmeli(desantralize edilmeli) vb’dir. Yeni eğitim yönetimi anlayışı, kamunun kaynak kullanımında, aldığı kararlarda, yürüttüğü işlerde esas olarak vatandaş beklentilerini ve gereksinimlerini karşılamanın esas olduğunu vurgular. Kamunun her türlü faaliyetinde, karar ve işlemlerinde, kendisine dönük ve kendi sosyal, ekonomik ve statü çıkarlarını koruyan ve düşünen bir tutum içinde olmaması istenmektedir.

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Ülkemizde, bürokrasinin işleyişindeki kırtasiyecilik, prosedürlerin çokluğunun yarattığı zaman kaybı ve masraf, işlerin yavaş yapıldığı, özel öğretim yöntemleri konusuna önemle el atılmaması, klasik, 24 derslikli, gri binalardan oluşan okullar, eğitimin okulda verilen bilgilerin hele ilköğretim çağında temel eğitim çağında yeterince kullanılamaması, öğretmenlik uygulamalarına gereken önemi verilememesi, sınıf öğretmenliği sorununa ciddi olarak ele alınamaması, 8 yıllık kesintisiz temel eğitime öğretmen yetiştirme bakımından sistemin yeniden yapılandırılmasının önceliği, öğretmen adaylarının alması istenen yan alan uygulamasının gerçekleştirilmesine dair şikayetler her zaman dile getiriliyor olsa da demokratikleşme ve özgürlüklerin artmasıyla bu yakınmalar daha çok dikkate alınır olmuştur.

Bununla birlikte eğitim fakültelerinin örgüt içi kurallar, personel, bütçe, fiziki ve maddi olanaklar açısından da yetersizlikleri vardır. Eğitim fakültesi yönetiminde akademik personel ve orta düzey yöneticilere karar verme yetkisi tanınmamaktadır. Gerçekte, çalışanların da böyle bir sorumluluk almada istekli olmadıkları gözlenmektedir. Eğitim yönetiminin her alanı kesin ve ayrıntılı kurallarla belirlenmiştir. Bir işi kurallara bağlı kalarak yapmak, daha verimli, etkili ve tutumlu yapmaktan önemli ve geçerlidir. Kuralların ayrıntıları düzenlemesi, kuralların bürokrasi tarafından bir amaç olarak benimsenmesi sonucunu doğurmaktadır. Bütçe ödeneklerinin yetersizliği, tahsisinden harcanmasına kadar zaman alan ve çok sayıda işlem içeren süreç, finansal yapıyla ilgili karşılaşılan sorunlardır. Yine, personelin işe alımında liyakata dikkat edilmemesi, norm kadroların belli olmaması, personel dağılımının hizmet gereklerinden sapmalarla belirlenmesi, hizmet içi eğitim yetersizliği, yeniliklere kapalılık, ücret ve ödüllendirme sisteminin yetersizlikleri de yürütülen hizmetlerin niteliğini ve kalitesini etkilemektedir. Eğitim yönetimine etki eden bu dış ve iç unsurlar, bir sistem özelliği gösteren eğitim yönetiminin değişerek yeniden yapılanmasını gerekli kılacaktır.

KAYNAKÇA

 

Aksoy, Asu, Küreselleşme ve İstanbul’da İstihdam, İstanbul: Friedrich Ebert Vakfı Yay., 1996, s.12.

 

Altvater, Elmar ve Birgit Mahnkopf, Grenzen der Küreselisierung. Ékonomie, Münster: Ekologie und in der Weltgesellschaft, 1997, s.159.

 

Cable, V., “The Diminished Nation-State: A Study in the Loss of Economic Power,” Daedalus, S.124 , C.2, 1995, ss.23-54.

 

Dohert Y, Geoffrey D., (1994), “Devoloping Quality Systems in Education” aktaran Servet

Özdemir, “Eğitimde Toplam Kalite Yönetimi”, http://manas.kg/pdf/sbd-2-18.pdf

 

Friedmann,Thomas L. The Lexus and the Olive Tree, New York: Farrar Straus Giroux, 1999, s.32.

 

Lughod, J. Abu “Going Beyond Global Babble”, A. D. King (Eds.), Culture, Globalization and the World-System, Minneapolis, M.N.: University of Minnesota Press, 1991, ss.131-138.

 

Özdemir, Servet “Eğitimde Toplam Kalite Yönetimi”, Manas Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, http://manas.kg/pdf/sbd-2-18.pdf

 

Pells, A. Richard “Global Culture Myth and Threat: From Modernization to Film Endustry in the twentieth century”, John F. Kennedy Enstitüsü Kuzey Amerika Araştırmaları Bölümü Araştırma Raporu, Texas Üniversitesi, Austin, 1999, s.27.

 

Sarıbay,Ali Yaşar, “Kültürel Globalleşme 2”, [WWW document]. URL http://www.zaman.com.tr/2002/07/13/yorumlar/yorum3.htm

The New York Times, 17 Ekim 1995, Bölüm A, s.10.

 

Tomlinson, John, Cultural Imperialism: A Critical Introduction. Baltimore, MD: Johns Hopkins University Press, 1999.

 

Tomlinson, John, Globalization and Culture, Baltimore: John Hopkins University Press, 1999, s.85.

 

Williams,Marc, “Rethinking Sovereignty”, Kafman and Youngs (Eds.), Globalization: Theory and Practice, ss.136-140.

Wolfe, Alan, The Limits of Legitimacy, New York, Sage Publishing, 1997, s.22.

Yeats,Alexander J., “Just How Big is Global Production Sharing?”, World Bank Policy Research Paper No. 1871, 1998, s.14.



* Dr. Siyaset Bilimci.