|
||||
|
İSLÂM HUKUKUNA GÖRE SİGORTA- RİBÂ VE FÂİZ İLİŞKESİ GÖRÜŞLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
THE EVELATION OF OPINIONS ON RELATION AMONG INSURANCE AND INTEREST IN ACCORDANCE TO ISLAMIC LAW
Hadi SAĞLAM§
özet
Sigorta, kurumsal bazda, hukukî yapısı itibariyle, "sosyal sigorta" ve "özel sigorta" şeklinde iki farklı disipline sahiptir. Buna göre devlet tarafından kurulan ve korunan "sosyal sigortalar", çağdaş İslâm hukukçuları tarafından geniş tartışmalar neticesinde genellikle câiz görülmüştür. Sosyal sigortalarda, sigortalının ödediği primler, bireylerin irâdelerine bakılmadan alındığı için bir tür "vergi" niteliğinde algılanmıştır. Özel sigortalar ise, ya kâr gayesi güden bir "anonim" ticâri şirket ya da "kooperatif" teşekkül tarzında organize olmuş bir ortaklıktır. Kooperatif teşekküllü sigortalarda gaye, sigortacının kâr amacı olmayıp, rizikoların gerçekleşmesiyle doğan zarar ve kötü sonuçların yükünün üyeler arasında paylaşılarak azaltılması olduğundan bu tür sigortalar İslâm hukukçularınca genellikle câiz görülmüştür.
Çağdaş İslâm hukukçuları arasındaki bu genel anlayış, "anonim şirketler" tarafından yürütülen "ticârî sigorta" işlemlerinin hükmü konusunda “fâiz” içerdiği gerekçesiyle bozulmakta ve yerini derin bir fikir ayrılığına bırakmaktadır. Bu tür sigortaya yaklaşımları bakımından da çağdaş İslâm hukuk bilginlerini iki gruba ayırmak mümkündür. Birinci grup bilginler, sigortada, İslâm’ın haram kıldığı, ribâ ve fâiz gibi, sözleşmeden ayrılmayan (lazım) vasıfların varlığını iddia edip, sigortayı fâsid veya bâtıl görüp meşru saymamaktadırlar. Müslüman ülkelerde yapılan çalışmalar, sunulan tebliğler, yayınlanan makalelerde de genellikle bu duruma (sigortanın fâiz ilişkisine) dikkat çekilmiştir. Diğer grup hukuk bilginleri ise, haksız kazanca yol açmamak (fâizden uzak olmak) kaydıyla sigortayı meşru saymaktadırlar. Bunların da sayıları başlangıçta küçük bir azınlık olduğu halde son dönemlerde gittikçe artmaktadır. Çalışmamızda her iki tarafın delillerinden hareketle “sigortada fâiz” ilişkisinin olup olmadığını araştırmak, dinine bağlı kimselerin de ihtiyat sevki ile günah korkusu arasında şaşkın vaziyette bırakılmamasını amaçladık.
KEY WORDS. Sigorta, Faiz (Riba), Haksız Kazanç, gecikme fâizi (ribe’n nesie), fazlalık fâizi (ribe’l fazl)
Abstrak
Within the scope of law, ınsurance has two kinds called “social insurance” and “private insurance”..By the way, social insurances which are established and protected by state, are found warrantable as a result of several debates mode by modern ıslaic legists.The insurance rates are compre hended as a kind of tax because of the way of it’s cash doesn’t depend on individval wills.
The private insurances are either an incorporated company thinking of make prafit or an organisation called cooperative.The aim of a cooperative kind insurer is not making prafit, it’s aim is decreasing the effects of risk by sharing the harms of the risk between the members.This kind of insurers are found warrantable by Islamic legists
The general provision of the modern Islamic legists are released and brought deep collisions because of the fact that commercial insurances,handled by incorporated companies contain interest.Modern Islamic legists are divided into two groups because of their approachs towards this kind of insurance.They don’t intend on the kinds of interest forbidden by religion.The studies done in foreign countries, the declarations presented in foreign countries, articles wiritten in foreign countries generally point the relationship between insurance and intirest.The other group of legists finds warrantable by the way not to cause illegal gain.The number of these legists was very few at first but later it increased.In our study we planned to find out that if there is a relationship between insurance and interest and also if suprising religious people with the fear of confess is right or wrong.
KEY WORDS: İnsurance, İnterest, Illegal gain, Interest-bearing, Interest-free contract
GİRİŞ
Tarihi süreç içerisinde, teknik ve teknolojik alandaki yeni gelişme ve değişmeler, bir takım tehlikeleri de beraberinde getirmiştir. Tüm bu gelişme ve değişmeler karşısında, klasik müesseselerin fonksiyonlarını ifâ edememesinden doğan boşluklar, birey ve toplumları yeni arayışlara yöneltmiştir. Bireyler hayatta karşılaşabilecekleri tehlikelerin zarar ve masraf doğuran sonuçlarından kendilerini korumak için önceden tedbir alma ihtiyacı duymuştur. Toplumsal irâde halini alan bu ihtiyaç ve güven arama duygusu, zamanla sigorta kavramını da ortaya çıkarmıştır. Zira sigorta kavramının temelinde, aynı tehlikelere maruz kimseler arasında yerine göre karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmanın, istatistik, ihtimaller hesabı, büyük adetler kanunu gibi sosyal teorilere dayalı, teknik ve rasyonel bir şekilde organize edilmesi fikri yatmaktadır. Bu fikir, daha sonra, istatistikî kaide ve esaslara bağlı bir tekniğe dayanarak sözleşmeleri organize eden bir müessese vasıtasıyla, kaza ve kayıpların (potansiyel gelirin) zararını telâfi etme hususunda, karşılıklı ödeme esasına dayanan, zımnen yardımlaşmayı ve ticâreti gaye edinmiş, hukukî bir sistem haline getirilmiştir.
Kurumsal bazda sigorta, hukukî yapısı itibariyle, "sosyal sigorta" ve "özel sigorta" şeklinde iki farklı disipline sahiptir. Buna göre devlet tarafından kurulan ve korunan "sosyal sigortalar", çağdaş İslâm hukukçuları tarafından geniş tartışmalar neticesinde ihtiyaç hatta zarureten de olsa genellikle câiz görülmüştür. Sigortalının ödediği primler, bireylerin irâdelerine bakılmadan alındığı için bir tür "vergi" niteliğinde algılanmıştır. Yapılan kesintilerin mecburi olması, ödenen fazlalığın devletin vatandaşına bir ihsanı olarak kabul edilmesi gibi gerekçelerle zamanla cevaz verilmiştir.[1]
Özel sigortalar ise, ya kâr gayesi güden bir "anonim" ticâri şirkettir, ya da "kooperatif" teşekkül tarzında organize olmuş bir ortaklıktır. Kooperatif teşekküllü sigortalarda gaye, sigortacının kâr amacı olmayıp, rizikoların gerçekleşmesiyle doğan zarar ve kötü sonuçların yükünün üyeler arasında paylaşılarak azaltılmasıdır. "Kooperatif teşekküllü sigortalar” da, yine İslâm hukukçularınca genellikle câiz görülmüştür.[2] Çağdaş İslâm hukukçular arasındaki bu genel anlayış, "anonim şirketler" tarafından yürütülen "ticârî sigorta" işlemlerinin hükmü konusunda fâiz içerdiği gerekçesiyle bozulmakta ve yerini derin bir fikir ayrılığına bırakmaktadır. Bu tür sigortaya yaklaşımları bakımından çağdaş İslâm hukuk bilginlerini iki gruba ayırmak mümkündür. Birinci grup bilginler sigortada, İslâm’ın haram kıldığı, ribâ ve fâiz gibi, sözleşmeden ayrılmayan (lazım) vasıfların varlığını iddia edip, sigortayı fâsid veya bâtıl akit görüp meşru saymazken; ikinci grup bilginler, sigorta-fâiz ilişkisini sözleşmenin esasından değil, işleyiş şekliyle ilgili olduğunu ifade etmektedirler. Bu durum Müslüman ülkelerde sigorta hakkında yapılan çalışmalar, sunulan tebliğler, yayınlanan makalelerden anlaşılmaktadır.[3] İslâm hukuk bilginleri genellikle, devlet teşekkülü olarak kurulan sosyal güvenlik kurumlarının dinin özüne uygun görürlerken, hukuki düzenlemesi devlet tarafında yapılan ve denetlenen özel sigortaların hükmü konusunda bozulmaktadır.[4] Bu durum, iktisâdî açıdan farklı dünya görüşü, farklı devlet ve iktisat felsefesi telakkilerinin sonucu mudur.? Yoksa dinî gerekçelerden ziyade (ekseri sömürgeci kalan) Müslüman toplumların (Batı kökenli olan sigortaya karşı) reaksiyoner yapısıyla mı ilgilidir.? Ya da toplumsal bünyedeki mânevî kültürün dış etki ve kurumlara karşı son derece duyarlı ve ihtiyatlı davranmasından mı kaynaklanmaktadır.? Yoksa sigorta, taraflardan birine haksız kazanç sağlayan yani fâiz vasfı taşıyan bir sözleşme olmasından midir?
İslâm hukukunun temel kaynaklarına baktığımızda, sigortayı dolaylı olarak öngören birden fazla nass bulmak da mümkündür.[5] Klasik fıkıh kitapları içinde doğrudan sigorta ile ilgili tek söz bilindiği kadarıyla Reddü’l-Muhtâr adlı haşiyede İbn Âbidin tarafından söylenmiştir.[6] Klasik kaynaklarda sigorta ile ilgili söylenen sözlerin böylesine sınırlı oluşu, sigorta tekniğinin hicri 13. asra kadar şark memleketlerinde bilinmediği görüşüne dayandırılmaktadır.[7] Bu asırda, Avrupa sanâyi kalkınmasına paralel olarak, doğu ile batı arasındaki ticârî bağ kuvvetlenmiş, bunun sonucunda İslâm ülkelerinde oturan yabancı ticâret temsilcileri sayesinde Avrupa’dan ithal edilen malların sigorta edilmesiyle sigortanın ilk olarak deniz sigortaları şeklide İslâm dünyasına girdiği söylenmektedir.[8] Deniz tehlikelerden başka kâra tehlikelerine karşı da geliştirilen bu müessesenin, zamanla Müslüman toplumlara geçtiği görüşü hakimdir.[9]
Bilindiği üzere İslâm’ın kazanç yollarına ilişkin dünya görüşünü yansıtan temel iki yasak, sözleşmelerin ihtiva edebileceği fâiz ve garar[10] unsurudur. Sigorta sözleşmesinde garar ve cehâlet olup olmadığı önemine binaen ayrı bir çalışma konusudur. Her ne kadar sigorta sözleşmesinde bu iki kavram birbirine girmiş olsa da çalışmamızda sigorta – fâiz ilişkisi ele alınmaya çalışılmıştır. Bu konuda Müslüman ülkelerde sigorta hakkında yapılan çalışmalar, sunulan tebliğler, yayınlanan makalelerde de genellikle sigorta sözleşmesini ribâ vasfı içerdiği gerekçesiyle reddedenler ile sigorta - fâiz ilişkisinin sigorta sözleşmesinde harici bir vasıf olduğunu ileri sürenler arasında geçmiştir ki, bu ikinci grup başlangıçta küçük bir azınlık olduğu halde sayıları son dönemlerde gittikçe artmaktadır.[11] Şüphesiz ki, insanlık hayatına böylesine giren, bu derece önemli olan sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yönü bulunan hukukî bir müessesenin, sigorta-fâiz ilişkisinin dinî hükmünün; çelişen ve olgunlaşmamış fikri görüşler arasında müphem kalması, dinine bağlı kimselerin ihtiyat sevki ile günah korkusuyla şaşkın vaziyette bırakılması da doğru değildir. İşte bu sebeple "İslâm Hukuku Açısından sigorta – fâiz ilişkisini ele almayı uygun gördük. Konu hakkında bilginlerin görüşlerine geçmeden önce daha sağlıklı bir mukayese yapabilmek için ribâ-fâiz kavramının mahiyeti ve hukukî sonuçları üzerinde kısaca duracağız.
I. RİBA - FAİZ KAVRAMLARI
K. Kerim’de[12], hadislerde[13] ve klasik İslâmî kaynaklarda ribâ, "ziyâde" (=fazlalık) ve "nemâ" (=artma çoğalma)[14] manalarına gelmektedir. Mücerret manada ribâ, bazen bir şeyin kendisinde, bazen da karşılıklı aynı cins iki şey arasındaki mukayeseden doğan fazlalıktır.[15]
Modern doktrinde gelir manasında "fâide" ve "fâiz" kelimesi ile ifade edilen ribâ, İslâm hukuk doktrininde şöyle tarif edilir. "Malın mal ile değişimi mahiyetindeki bir sözleşmede karşılığı bulunmayan fazlalıktır."[16] Yani, "iki mâli değerin değişiminde sözleşme yapan taraflardan biri lehine sağlanmış olan karşılıksız menfaattir."[17] İslâm hukuk bilginlerinin bazıları ise ribâyı, "ivazlı bir sözleşmede karşılıksız şart koşulan bir fazlalık" şeklinde tanımlamıştır.[18] Diğer bir ifade ile, "borç verilen bir parayı, belli bir süre sonunda, belirli bir fazlalıkla veya herhangi bir borç ilişkisi ile doğan ve süresinde ödenmeyen bir alacak için ek vade tanıyıp vade sonunda bu alacağı fazlalıkla geri almanın, yine bu şekilde alınan fazlalığın genel adıdır."[19]
Bilindiği üzere Kur'an kesin bir ifade ile câhiliye fâizi, borç fâizi veya ribe'n-nesie denilen vade karşılığında alacağın miktarının artırılması şeklindeki fâizi yasaklamış, sünnet de bu yasağı teyit etmiştir. Buna ilave olarak sünnet, bazı ticârî işlemleri ve mübâdele şekillerini de yasaklamıştır. İslâm hukuk literatürde bu tür işlemler, ribe'l-fazl veya alış veriş fâizi adıyla anılır. Vade sebebiyle tahakkuk ettirilen fazlalığın haramlığı hususunda ihtilaf bulunmamaktadır. Ancak, paranın ve gıda maddelerinin peşin olarak fakat fazlalıkla değişiminin (ribe'l-fazl) yasaklanmış olmasının gerekçesi ve illeti üzerinde farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu yasağın ölçüsü, sınırı ve hangi cins malları kapsadığı hususu tartışmalıdır.[20] Anlaşıldığına göre sözleşmede bedeller arası karşılıksız kalan fazlalığın şart koşulup koşulmadığı noktasında ayrılığa düşülmektedir. Bir işlemde fâizin bulunabilmesi için bazı unsurlar taşıması şarttır. Bu unsurlar; akit, akit konusu ve mübadelede eşitsizliktir.
Faizin tahakkuku için ivazlı bir akdin mevcudiyeti şarttır. Bir mal bedeli veya ödünç akdinden dolayı borçlu olan biri, şart koşularak karşı tarafa fazla ödemede bulunsa bu fazlalık fâiz olur. Akit konusunun ise, fâizin cari olduğu maddelerden olması gerekir.[21] Gerek karz (tüketim ödüncü) akdi, gerekse başka bir akitten dolayı zimmette semen borcu olsun bütün deyinler fâize konu olabilir. Mübâdelede eşitsizlik ise, ya miktar bakımından olur ki, bu fâiz konusuna dahil aynı cinsten iki malın birbiriyle değişimi anında bedellerden birinin fazla olmasıdır ki, buna “fazlalık fâizi”, ya da mübâdele zaman (süre) ile ilgili olur ki, bu da fâiz konusu malların değişiminde birinin verese olması durumunda söz konusu olur ki, cahilliye ribâsı da denil bu durum, borçlunun borcunu ödeyememesi durumunda, alacaklının anaparaya yapacağı ilavedir ki, buna “gecikme fâizi” denir.[22]
Bilindiği gibi, İslâm'ın kazanç yollarına ilişkin dünya görüşünü yansıtan temel yasaklardan biri de ribâ yasağıdır.[23] Fâiz kavramı ise, bir üst kavram olup ribâ kavramından daha geniştir.[24] K. Kerim’de "Allah ticâreti helal, ribâyı haram kıldı."[25] ayeti genel manada ribânın açıkça yasaklandığını bildiren bir nasstır. Bu ayetin pratik hayata yansımasına baktığımızda farklı uygulamalara rastlamaktayız. İslâm hukuk bilginleri ribânın haram olduğu hususunda ittifak halindedirler.[26] Ancak ribânın şümûlü ve hukukî sonuçları üzerinde ihtilaf etmişlerdir.
Kur'ân'ın, ribâ ile ticâret arasındaki ilişkiye değinerek ticaretin helal, ribânın haram olduğunu bildirmesi de dikkat çekicidir. Çünkü ticâret üretken olup toplumda emeğe ve sermayeye dengeli bir pay verir, paranın akışını hızlandırır, belli istihdam imkanları ortaya çıkarır. Ribâ ise, üretken değil tek taraflı çıkar sağlayan bir sömürüdür. Eşit ve iki taraflı risk taşıyan ticâret ile eşitsiz ve tek taraflı risk taşıyan ribâ arasında önemli bir mahiyet farkı vardır. Aslında sabit bir oran ve miktar olan ribâ, sermayenin verimliliğine sınır koymakta, onu çoğu zaman kısa vadeli yatırımlara yönlendirmekte, emeğin üretimden yeterli pay almasını önlemektedir. Bunun için İslâm, sermayenin üretim ve kârdan sabit bir pay alarak bütün risk ve sorumluluğu emeğe yüklemesine karşı çıkmış, sermayenin payını değişken bir oran üzerine oturtarak emek sermaye arasında makul bir denge kurmuştur.
İslâm hukuk bilginlerinin bazıları, Kur'ân'ın genel esprisi için de, Kur'ân'ın fâizi değil, ribâyı yasakladığını, ribânın İslâm'dan önce prodüktif olmayan ödünç vermelerde vadenin uzatılmasına karşılık ödünç alan tarafından alacaklıya ana paraya ek olarak ödenen (tüketimdeki) fazlayı ifade ettiğini, üretimde kullanılmak amacı ile alınan ödünçlerin bu yasağın dışında tutulması gerektiğini söylerler. Bu görüşe gerekçe olarak da eskiden ribânın zayıftan kuvvetliye bugün ise, kuvvetliden zayıfa ödendiğini ileri sürerler.[27] Ekseri İslâm hukuk bilginleri ise, fâiz ile ribâ kelimeleri arasında fark olmadığını, fâizin gelir dağılımında yol açtığı haksızlık sebebiyle yasaklandığını, temel vasfının ise, ister onu ödeyen, ister alan açısından olsun, mutlaka birisi aleyhine, kaçınılmaz bir haksızlığa sebebiyet verdiğini, bu bağlamda bireylerin meşru yoldan elde edilen malı ve mülkünü korumak için alınan bir tedbir olarak İslâm dîni "alış-verişi helal, ribâyı haram kıldığı" [28] gerekçesini ileri sürerler.
Sonuçta her ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın fâiz, ödünç para vermek isteyenleri, ellerindeki parayı ödünç vermeye razı etmek için ödenen bir fazlalıktır. Genellikle insanlar ellerindeki paradan bedava vazgeçmek istemezler. Yani elindeki likit parayı ödeme vaadi ile karşılıksız değiştirmeye çoğu kez yanaşmazlar. Tasarruf ettiği parayı bizzat kullanamıyorsa, âtıl tutmayı isterler.
İslâm hukuk bilginlerinin bazıları da, üretime katılacak sermaye için ödenecek fâizi, bu sermayeyi üretmede kullanan emeğin hakkı olarak görürler. Çünkü sermaye emek eşliğindeki üretim sürecine sokulmadıkça, kendi kendine bir gelir getirmez. Ne var ki aynı şey, sermayeli üretim sürecinde kullanılan emek için de söylenebilir. Sermayeli üretim sürecinde makinalar, alet-edevat olmadan emeğin kendi başına üretimi gerçekleştirmesi mümkün değildir. Sonuçta üretim, emek ve sermayenin müşterek eseri olup "değer" bunlar arasında paylaşılır. Burada sorun, emeğe üretimdeki prodüktif hizmeti karşılığı ödenen payla, sermayeye ödenen pay hakkındaki değer yargısından kaynaklanmaktadır. Ayrıca İslâm hukuk doktrini gelir bölüşümün de sadece ücret, kira ve kârı nazara alır. Sermaye için fâiz ödenmesi meşru sayılmaz. Bazıları bu durumu, İslâmiyet'in ilk yıllarında girişimci ve sermayedarın ayrı faktörler olarak görülmemesine, sermayenin üretimdeki prodüktif hizmeti girişimcinin prodüktif hizmeti içinde mütâlâ edilmiş olduğuna dayandırır. Böylece genellikle kendi sermayesi ile iş yapan girişimcinin üretimden aldığı payın tamamı kâr olarak görülür.[29] Bu bağlamda İslâmiyet'in, değişmez ahlâk kuralları zekatı emrederken ribâyı yasaklamıştır. Para ise genelde bir değiştirme (mübâdele) aracı görülür. Kendiliğinden bir şey yaratmaz. Ödünç alanın bununla sağladığı gelir kendi emeğinin karşılığıdır. Ödünç veren emek harcamadığı gibi, işin riskini de taşımaz. Zira Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: "Kazanç riskin karşılığıdır; riski üzerine alan kazancına da hak kazanır."[30] "Zararı garantilenmeyen malın karı helal değildir."[31] Bundan dolayı fâiz almak, gelirin kaynağı ilkesine aykırıdır. Ribâ hakkında bu genel bilgilerden sonra sigorta sözleşmesinin fâiz ile ilişkisine geçebiliriz.
1. SİGORTA SÖZLEŞMESİNDE RİBÂ UNSURU BULUNDUĞU GÖRÜŞÜNDE OLANLAR VE GEREKÇELERİ
Sigorta hakkında çalışma yapan ve genel kabul görmüş bilginlerin, bireysel ve kurumsal görüşlerini ana esaslarıyla ele almaya çalışacağız.
1.1. Muhammed b. Emin İBN ABİDİN (1252/1836)
Sigorta hakkında İslâm hukukunun klasik kaynaklarında ilk olarak görüş beyan eden İbn Âbidin’dir. İbn Âbidin, sigorta sahibi dediği sigortacı ile yapılan sigorta sözleşmesinin, İslâm ülkesinde yapılması ile yabancı ülkede yapılması durumlarını birbirinden ayırıyor. İbn Âbidin’e göre, İslâmî hükümlerin tatbik edildiği İslâm ülkesinde yapılan sigorta sözleşmesinin, sigorta bedelini almak câiz değildir. Eğer sigorta sözleşmesi yabancı ülkede yapılmış olur da sigorta sahibi, İslâm ülkesinde oturan tâcire, zâyi olan malının bedelini gönderirse bu takdirde onu almak câiz olur. Çünkü bu, aldatma ve hıyanet bulunmaksızın harbinin malını, rızasıyla almaktan ibarettir. İslâm ülkesinde yapılmış fâsit bir sözleşme değildir ki, bizim hükümlerimize tâbi olsun demektedir.[32] Buna göre yabancı memlekette bulunan sigortacıyla, bir Müslüman’ın orada sözleşme yapması, riziko gerçekleşince İslâm ülkesindeki sigortacının vekilinden sigorta bedelini alması câiz görülmüştür. Bu husus da, İmam-ı Azam ve İmamı Muhammed’e göre, gayri müslimle yabancı ülkede fâiz gibi fâsid sözleşmeler yapılması câiz görülen ictihadî temele dayandırılmıştır. Diğer üç mezhep âlimleri Şâfî, Mâlikî, Hanbelî ve Hanefi mezhebinden Ebu Yusuf’a göre ise, bahsi geçen bütün muameleler İslâm ülkesinde olduğu gibi yabancı ülkede de câiz değildir. Bu görüşü savunanlar, fâiz yasağı ile ilgili ayet ve hadislerin mutlak ifadelerini esas almakta, ülke ayrılığının bu konuda bir tesirinin bulunmadığını ileri sürmektedirler.[33]
İbn Âbidin ve onu takip edenlerin sigorta sözleşmesi hususunda bahsi geçen bu içtihatlardan hareket ettikleri anlaşılmaktadır. Bugün devletlerin karşılıklı ilişkilerde barışı esas kabul etmeleri, ayrıca fâiz alan kimsenin ferdi planda karlı görünmesine karşılık, mevcut iktisâdî şartlar ve ilişkiler çerçevesinde fâizi veren kurum ve ülkenin sonuçta kazançlı çıkması göz önüne alındığında çoğunluğun görüşüne göre hareket etmenin daha isabetli ve ihtiyata uygun olacağı anlaşılır. Ayrıca sigortalının, rizoko gerçekleşmediği takdirde vermiş olduğu meblağın durumu bu mantıkla önemlidir.
1.2. Muhammed Bahîtü’l-Mûtî (1932/1351)
İbn Âbidin’den sonra sigorta mevzuunun en eski araştırıcısı Mısır Müftüsü Hanefi, Şeyh Muhammed Bahîtü’l-Mûtî olup, Osmanlılar zamanında Anadolu’dan kendisine bu mevzuda bir fetva sorulmuş o da buna bir “Risâle” ile cevap vermiştir.[34] Bu risale " Ahkâmü's- Sigorta" başlığı adı altın olup 7 sayfadan ibarettir. Allâme Muhammed Bahîtü’l-Mûtî’nin verdiği fetvadan da, İbn Âbidin’in yolunu takip etmiş olduğu anlaşılmaktadır.
1.3. Şeyhülislâm Musa Kazım Efendi (1858/1918)
Hasan Rıfat adındaki zatın sigortanın câiz olup olmadığı hakkındaki dilekçesine fetvâ makamının cevabı yazısı şöyledir:[35]
"Bu husus hakkında mukaddema Mahmut Celaleddin mührünü hâvi 22 Teşrini evvel 1327 (Rumi) tarihli istidaya 22 Zilkade 1329 tarihinde havale buyurulan işbu arzuhal mütalaa olundu. "Derunu arzuhalde muharrer akdi mezkur dârı İslâm’da olmayıp da berveçhi meşruh, memâliki ecnebiyede kain bir sigorta şirketi ile icra edildiği takdirde, şirketi mezkure rızasıyla vereceği ziyadeyi yani maksudun aleyh sigorta bedeli ne miktar meblağ ise o meblağın gerek akidi mezbur ve gerek veresesi tarafından ahzı helal olur deyu tahrir kılınmıştır ol bab da emr-ü ferman Hazreti menlehülemrindir.Takdim ve İtası: 2 Zilhicce 1331.[36]
İslâm ülkesinde sigortaya cevaz vermemekte ancak yabancı ülkede ve yabancı sigortacı ile yapılan sigorta sözleşmesini ve bundan doğacak tazminatın alınmasını câiz görmektedir. Fetvâ kararından görüleceği üzere, şeyhülislam Musa Kazım Efendinin de İbn Abidin’in yolunu takip etmiş olduğu anlaşılmaktadır.
1.4. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi (1866/1954)
Daha sonra Osmanlı şeyhülislâmı Musa Kazım Efendiden sekiz sene sonra şeyhülislâm makamına gelen Mustafa Sabri Efendi, "ücretli sigortayı" kumar ve fâizle ilgisi sebebiyle câiz görmemiş, karşılıklı sigorta ile ticâri sigortanın birleşmesinden ibaret yeni bir sigorta sistemi önermiştir. Mustafa Sabri Efendi, sigorta mevzuundaki fikirlerini 1911 yılında, "Cemiyet-i İlmiyye" tarafından çıkartılan "Beyânü’l Hak" isimli mecmuasında "Din-i İslâm’da Hedef-i Münâkaşa Olan Mesâilden" adlı makalesini neşretmiştir.[37] Mecmuanın iki sayısında devam eden bu makale, tespitlerimize göre bir Türk ilim adamı tarafından İslâm hukuku açısından sigorta hakkında yazılmış ilk makaledir. Bu makalede Mustafa Sabri ilke olarak sigortaya karşı olmayıp, ancak, İslâm toplumunun kültürüne uygun olmadığı ve sigortanın haksız kazanç ve sû-i istimâle yer verilebileceğinden hareketle bu karara vardığı anlaşılmaktadır.
1.5. Ârif el- Cuveycâtî (1878/1965)
Ârif el- Cuveycâtî tarafından "Kelimetü Hakkın, Havle Ukûdi't-Te'min ve'r-Ribâ fi'l-İslâm" adıyla 1962 yılında Şam'da yayınlanmış olan yirmi sayfalık Arapça bir risâledir. Cuveycâtî'nin bu risâlesi (Ebu Zehra'dan daha sert ifadelerle) Zerka'ya cevap niteliğinde olup, İslâm'da sigorta akitleri ve fâiz hakkında sözün doğrusu diye başlamaktadır. Cuveycâtî’nin çalışması, “İslâm Hukukunda Sigorta ve Fâiz Hakkında Bir Risâle” başlığı taşımasına rağmen sigorta – fâiz ilişkisine deyinmeyip sadece fâiz hükümleri ve ticarette uyulması gereken prensiplere yer vermiştir.[38]
1.6. Muhammed Ebu Zehra (1898/1974)
Yine Muhammed Ebu Zehra’ya göre, (1898/1974) sigorta bir nevi kumar ve sarf muâmelesidir. Sigorta işletmesinin kazancı, fâizden uzak olamaz, sigortada fâiz vasfı ayrılmaz bir unsur olduğu görüşündedir. Ayrıca bir şahıs bir kısım para verir ve ölürse hangi hakla kararlaştırılan meblağın tamamını talep edebilir.? Sigorta müddetinin sonuna kadar yaşasa bile bu taktirde hem verdiğini hem de fazlasını alacaktır ki, bu fâizdir.[39] Ebu Zehra ile aynı görüşte olan Cuveycâtî genelde sigorta ve özelde hayat sigortası sözleşmesine genelde itirazları fâiz ve garar nedeniyledir.[40]
1.7. Hayrettin Karaman
Hayrettin Karaman ise, bugün faaliyette bulunan ticârî amaçlı sigortalara cevaz vermemekle birlikte bu tip sigortaların İslâm’a uygun şeklinin kurulabileceği kanaatinde olduğunu belirtmekte, İslâm Fıkıh Akademisinin 2. toplantısında alınan kararlar doğrultusundan bir adım daha ileri giderek görüş beyan etmiştir. Özetle Karaman, İslâm’ın getirdiği içtimai ve iktisâdî düzen içinde insanları tehlike ve felaketlere karşı sigorta etmiş, geleceklerini güvence altına almıştır. Bu düzenin bütünüyle işlemediği yer ve zamanlarda karşılıklı sigorta nevi geliştirilmeli, bu kuruluş sigorta ve ortaklıklarla desteklenmelidir. Karşılıklı sigortanın da bulunmadığı veya yeterli olmadığı yerlerde ücretli sigortanın kapısı (buna ihtiyaç duyanlar için) açık olduğunu ifade etmiştir. Sigorta şirketlerinin sigortacılık dışında İslâm’ın yasakladığı işlerle meşgul olması ayrı bir mevzudur ve bunu yapmayan şirketleri bulup, kurabilmenin mümkün olduğunu beyan etmiştir. Karaman, sigortalı kişinin, sigorta şirketinin primleri nerede ve nasıl değerlendirdiğini, nerelere yatırım yaparak para kazandıklarını bilmeleri gerekir. Bu sebeple sigorta yaptıracak kişi, faizcilik yaparak para kazanan sigorta şirketleri yerine, faizden uzak duran sigorta şirketlerine veya teşebbüslere yatırması gerektiği kanaatindedir. [41] Karamanın ifadesinden, bir anonim ortaklık olan sigorta şirketinde fâiz, sigorta sözleşmesinin aslından değil, ondan ayrılabilir vasfından yani pratik işleyişiyle ilgili olduğu anlaşılır.
1.8. Faysal Mevlevi, İsa Abduh, Baltacı
Faysal Mevlevi, İsa Abduh, Baltacı gibi hukuk bilginleri, sigorta sözleşmesinde tarafların karşılıklı edimlerinin para borcu olduğu görüşündedirler. Para semendir ve hadiste sayılan kendisinde fâiz cereyan eden malların ilk iki maddenin ortak özelliğidir.[42] Edimler para olduğuna göre hem miktarda eşitlik, hem de peşin olması şartı aranır. Edimlerin ikisi de peşin olması sigorta sözleşmesinde düşünülemez. Miktar yönünden eşitlik de pek mümkün gözükmemektedir. Öyleyse sigortanın özünde ondan ayrılmayacak şekilde fâiz bulunmaktadır. Baltacı, bu hususun özellikle hayat sigortası için geçerli olduğunu ifade eder. Ayrıca bu bilginler, sigorta sözleşmesi ile fonların işletilmesinin ayrı ayrı şeyler olduğunu kabul etmekle birlikte, sözleşmenin özünde veya lazım vasfındaki mevcut fâizin, sigortanın câiz olmadığına sebep teşkil ettiğini söylerler. Yine bu bilginler, karşılıklı sigortada asıl maksadın yardımlaşma ve dayanışma olduğunu bu tür işlemlerin de teberru sözleşmelerine dahil edildiğini, primli sigortada ise kâr gayesi ön plana çıktığından, ivazlı bir sözleşme olması nedeniyle fâizin bu sözleşmeyi ifsat edeceğini söylemektedirler.[43] Kurumsal bazda;
1.8. Mecme’u’l-Buhûsi’l-İslâmî
Mısır’da oluşturulan Mecme’u’l-Buhûsi’l-İslâmiyye (İslâmi Araştırmalar Meclisi) tarafından sigorta konusu hakkında sempozyumlar düzenlemiştir. Bu toplantılardaki sunulan tebliğler ve tavsiye karar metinleri İFA mecmualarında mevcuttur. [44] Özetle;
1.Yardımlaşma cemiyetlerinin yaptığı ve bütün sigortalıların muhtaç oldukları yardım ve hizmetleri karşılamak için katıldıkları sigorta, meşrudur ve ayette belirtilen iyilikte yardımlaşma olarak görülmüştür. 2. Devletin maaş sistemi ve bazı devletlerde tatbik edilen sosyal yardımlaşma ve dayanışma teknikleri ile diğer bazı devletlerdeki sosyal sigorta kurumları, câiz olan muameleler kabul edilmiştir. 3.Ticârî sigortaların ribâ içerdiği gerekçesiyle haramlığına, yardımlaşma ve sosyal sigortalarla, ihtiyaçtan dolayı bazı zarar sigortalarına cevaz verilmiştir.[45]
1.9. İslâm Fıkıh Akademisi Meclisi
İslâm Konferansı Teşkilatına bağlı "İslâm Fıkıh Akademisi Meclisinin" Mekke’de 4.4.1397/1977 tarihinde Abdullah b. Humeyd’ın başkanlığında toplanan on kişilik fıkıh heyeti sigorta meselesini incelemiş, Mustafa ez-Zerka dışında ittifakla sigortanın câiz olmadığı kanaatine varılmıştır. Karar sayı : 6. Sigorta fazlalık ve nesie ribâsını kapsamına alır. Çünkü sigorta, sigortalıya, ödediği taksitlerden fazlasını verirse fazlalık fâizi ve araya süre girdiği için de gecikme fâizi söz konusu olmaktadır.
İslâm Konferansı Teşkilatına bağlı İslâm Fıkıh Akademisi Meclisi 22-28 Aralık 1985 tarihleri arasında Cidde’de gerçekleştirdiği 2. dönem toplantısında ise; sigorta ve reasürans (Mükerrer Sigorta) konusu ele alınmıştır. Oturuma katılan ilim adamalarının "sigorta ve reasürans" etrafındaki araştırma özetlerini dinleyip sunulan tebliğleri tartıştıktan; sigortanın hedefleri ve temel prensipleri değişik tip ve çeşitleri üzerinde incelemeyi derinleştirdikten ve bu konuda değişik ilmi heyetlerin ve fıkıh akademilerinin karar ve görüşlerini de gözden geçirdikten sonra; şu kararlar alınmıştır. Karar Sayı : 9. Ticârî sigorta şirketleriyle yapılan sabit primli ticâri sigorta sözleşmesi, bu sözleşmeyi geçersiz (fâsid) kılacak oranda büyük bir garar ve ribâ unsuru içerdiğinden dinen haram bir işlemdir.[46]
1.10. Uluslararası İslâm Ticâret Sempozyumu
Son olarak da ülkemizde; 1. Uluslararası İslâm ticâret hukukunun günümüzdeki meseleleri kongresi 29 Eylül 1996 tarihin’de Konya’da gerçekleştirmiş olduğu toplantısında hayat sigortası ağırlıklı tebliğler ve müzakereler yapılmış bir takım sorulara cevap aranmıştır. Bu müzakereler neticesi olarak bir sonuç bildirisi yayınlanmıştır. [47]
1.
Heyet, prensip olarak sigorta sisteminin gerekli ve câiz olduğu konusunda görüş
birliği içindedir. Bununla birlikte özellikle ticâri hayat sigortası
olmak üzere günümüzde cari olan diğer sigorta branşlarında da düzeltilmesi
gereken bazı yasak unsurlar bulunduğunu kabul etmiştir. 2. Heyetin günümüz
Türkiye’sinde uygulanmakta olan sigortaya bakışları farklıdır. Çoğunluk, mevcut
haliyle sigorta uygulamasının fâiz gibi sözleşmeyi batıl kılan
unsurlar taşıdığını ve bu sebeple câiz görülemeyeceğini, ancak bu batıl
unsurların giderilmesi durumunda câiz hale gelebileceği görüşü benimsenmiştir.
Kongreye Malezya’dan katılan İslâm danışma şirketi sekreteri Muhammed
Fazlı b. Yusuf sigortanın ihtiva ettiği fâiz gibi haram
unsurlar sebebiyle câiz olmadığını ileri sürmüştür.
Ayrıca bu sempozyumda Faruk Beşer, "İslâm
Şeriatı Açısından Sigorta", Nihat Dalgın ise "Kaza,
Hayat ve İşsizlik Sigortalarına Yeni Bir Yaklaşım" adlı tebliğler
sunmuşlardır. Keza bu bilginlerden Faruk Beşer "İslâm’da Sosyal
Güvenlik", Nihat Dalgın'ın ise, "İslâm’ın Işığında
Sigortacılık" adlı doktora çalışmaları da mevcuttur. Sonuçta bu
bilginler, bazı sigorta türlerinde, sigortanın pratik işleyişinde mevcut
haliyle tabî olarak ribâ gibi olumsuz önceliklerin varlığı
endişesiyle[48] bu
geleneksel halkanın devamı niteliğindedirler.[49] Ancak, Faruk
Beşer’in 1996’da sunduğu tebliğle bu görüşlerinden büyük ölçüde vaz geçtiği,
Zerka’nın görüşü doğrultusunda fikir beyan ettiği anlaşılmaktadır.[50]
Sigorta hakkında bireysel ve kurumsal görüşlerden kısaca bahsettikten sonra bilginlerin eser ve tebliğlerinden hareketle sigorta - fâiz ilişkisine bakış açılarını zikretmek yerinde olacaktır.
Çağdaş fıkhî düşünceye hakim olan görüş; sigortanın, ivazlı karakterde iki taraflı, karşılıklı borç doğuran irâdî bir sözleşme olduğudur. Bu taktirde, sigortada, sözleşme konusunun ve karşılıklı bedellerin ne olduğu ve bu bedeller arasında denklik aranmıştır. Sigorta sözleşmesinde karşılıklı edimler, sigorta primi ile sigorta bedeli olup bu sözleşme paranın parayla satımı şeklinde algılanmıştır. Bu iddia sahiplerine göre, sigorta sözleşmesinde, sigortacının sigortalıya ödediği primlerden daha fazla miktarda para vermesi halinde fazlalık fâizi (ribe’l- fazl), buna eşit miktarda bir ödeme dahi yapsa aradaki gecikmeden dolayı gecikme fâizi (riben - nesie) söz konusudur.[51]
Yine bu bilginlere göre; sigortada mevcut bulunan fâiz unsurunun, karşılıklı bedellerden birinin sigorta primi diğerinin sigorta güvencesi olduğu gerekçesiyle, iki farklı cins arasında gerçekleştiği ileri sürülerek kapatılmak istenmektedir. Halbuki güvence, taksitlerin karşılığı değildir. Zira hiç bir sigortalı, yalnız güvence karşılığında primleri ödemeye razı olmaz. Bu güvence, sigorta bedelinin verileceğine dair güven şeklinde düşünülebilir ki, o da karşılığın tazminat olmasını gerektirir. Sigortada, sigorta bedeli, primlerin karşılığıdır. Bu taktirde güven, bu sözleşmenin semeresi olup bireyi bu sözleşmeyi yapmaya sevk eden bir etkendir. Ama sözleşmenin konusu değildir. Klasik fıkıh doktrininde mevcut sözleşmeler içerisinde güven olan bir sözleşme çeşidi bilinmemektedir.[52]
Sigorta sözleşmesinde ikinci bir iddia da, sigorta sözleşmesinde sigortacı şirket, topladığı primleri fâizde değerlendirerek sigortalılara sigorta bedeli olarak vermektedir. Bu durumda sigortada, sigorta bedelinin, primlerden fazla olan meblağı kâr olarak düşünmek de doğru değildir. Zira şirkette kâr, sözleşmede yüzde olarak konmalı, fiilen gerçekleştiği taktirde sözleşmede belirtilen oranlarda sigortalılara yansıtılmalıdır. Ancak sigortada, sigorta bedeli başlangıçta belirlenmekte, sigortalı, sigortacı hiç kâr etmese dahi riziko gerçekleşince başlangıçta belirlenen bu sigorta bedelini almaktadır. Bu fâiz değil de nedir.?[53]
Sigorta sözleşmesine karşı ileri sürülen iddialardan birisi de sigorta sözleşmesinde, şirkete ödenen primler, fâizli bir borç (kredi) işlemine de benzer. Sigortalılar, primleri şirkete borç olarak verirler, sözleşme yapılan riziko gerçekleştiğinde, borcu fâizi ile birlikte geri alırlar. Ancak bu müddet içinde sigortalıya vereceği fâizden daha yüksek fâizle parayı çalıştırdığı için kendisi de kazanç elde eder. Sigortacı, bu şekilde fâizli yollarla sigortalıya ve kendisine gelir sağlar. Ayrıca riziko gerçekleşmediği taktirde primler fâizleriyle birlikte sigortacıya kalır ki, bu da ayrı bir kazançtır.[54] Zira İslâm hukukuna göre, ödünç (karz) olarak verilen şey misliyle geri ödenir. Hiç bir surette geri ödeme esnasında ödünç veren tarafından, ödünç alandan, önceden şart koşulmuş (reel) bir fazlalık talep edilemez. Aksi taktirde verilecek veya alınacak şart koşulmuş karşılıksız (reel) fazlalık, İslâm’ın yasakladığı fâiz (ribâ) kavramının şümulüne girer.[55] Açıkça yasak olduğu bilinen muamelelerin de câri olmasına müsaade edilmez. Bu durum, gerçek veya tüzel kişiler arasında olsun fark etmez.[56] Nitekim, bir sözleşmedeki fazlalığın fâiz olması için şu üç unsurun bulunması gerekmektedir. Bu fazlalık, karşılıklı ivazlı bir sözleşmede bir taraf için karşılıksız kalan fazlalık olmalı, zamandan bir müddet ile ilgili bulunmalı ve sözleşme esnasında bu fazlalık şart koşulmalıdır. Sigorta sözleşmesi de, bu unsurları içerir. İşte bunun için sigorta sözleşmesindeki bedeller arasındaki fazlalık haram olan fâiz şeklindedir.[57]
Yine sigorta sözleşmesinde fâiz kavramı yerine, kâr kavramı kullanılarak bu vasıf yumuşatılmak istenmektedir. Halbuki ekseri sigorta şirketleri işlemlerini bankalar aracılığı ile yürütürler. Acentelerin yanında bankalar da belli bir komisyon alırlar ki, bu bir tür fâizli işlem ve sömürürü aracıdır.[58]
Sigorta sözleşmesinde taraflar arasında gönül rızasının oluşu ve iki taraf için de maslahatın mevcudiyeti halinde fâizli muamelelere ruhsat verilmesi, fâizli bankalarla muamelenin de mubah sayılmasını gerektirir.[59] Zira orada da, tarafların rızası mevcuttur. Bu durum rızanın bulunduğu her sözleşmede, fâizin helal olabileceği sonucuna götürür. Maslahat unsuruna gelince, maslahat olmadan zaten sözleşme yapılmaz.[60] Bazı maslahatlar dolayısıyla bir kısım fâizli muamelelere müsaade edilmiş olması, maslahatın bulunduğu her yerde fâizli muamelelere ruhsat verilir hükmünü gerektirmez.[61]
Görüldüğü gibi birinci grup İslâm hukuk bilginleri, sigorta sözleşmesinde, İslâm’ın haram kıldığı, ribâ ve fâiz gibi, sözleşmeden ayrılmayan (lazım) vasıfların varlığını iddia edip, daha çok inanç temeline dayalı kaderci bir yaklaşımın da tesiriyle, alternatif olarak özgün İslâmî kurumların teşekkül edilebileceğini öne sürerek, sigorta sözleşmesinin şans ve tâlihe bağlı sözleşme sayıp, haksız kazanca yol açabileceği endişeleriyle fâsid veya bâtıl görüp meşru saymamaktadırlar. [62]
İbn Âbidin ve onu takip edenlerin verdikleri fetvâlardan bu yana sigorta sisteminde ciddi değişiklikler olmuştur. Günümüz sigorta sisteminin bazı noktaları sûi istimale açık olması, bütünü hakkında verilecek hükmün sıhhatine tesir etmeyeceğini düşünüyoruz. Zira insan unsurunun girdiği her meselede gerek uygulama gerekse kanuni boşluklardan kaynaklanan bir takım aksaklıklar olabilir. Ancak bu açıklar yeni yasal düzenlemelerle kapatılabilir. Ayrıca sigortanın ideolojik boyutu batıya ait olsa bile bugün bunlar bütün insanların ihtiyaç duyduğu evrensel sabitelerdir.
2. SİGORTA SÖZLEŞMESİNDE RİBÂ UNSURU BULUNMADIĞI GÖRÜŞÜNDE OLANLAR VE GEREKÇELERİ
2.1. Muhammed Abduh
Sigortanın câiz olmadığı konusundaki geleneksel yapı, ilk olarak Muhammed Abduh tarafından kırılmıştır. Abduh’a yönetilen bir soru üzerine verdiği cevap şer’i fetvâ olarak yayınlanmıştır. [63]
Cevap: "Zikredildiği şekilde, bu şahsın bu kumpanya ile bir meblağ vermek hususundaki anlaşması, zımnen mudârabe şirketinin bir çeşidini husule getirir. Bu ise câizdir. Bu şahıs için ticârette hasıl olan kâr ile birlikte malını almasına bir engel yoktur. Şayet bu adam, tespit edilen müddet içinde ölür ve şirket de onun verdiği meblağı işletmişse, şirket, mirasçılarına veya malında tasarruf hakkı olanlara, ticâretten elde edilen kârı ile birlikte zikredildiği şekilde meblağı öder." Böylece Muhammed Abduh, hayat sigortasının zımnen bir mudârabe şirketi olduğu kanaatindedir. Abduh’un fetvâsı, sigorta şirketi hakkında Allâme Muhammed Bahitü’l-Mütî’nin fetvâsına istinaden bir cevap olarak verilmiştir. Aynı doğrultuda Muhammed Reşit Rıza’nın fetvası da vardır.[64] Daha sonra Abdülvehhab Hallâf ve Muhammed el-Behiy de, hayat sigortasının bir tür zımnî mudârabe sistemi olduğunu ifade etmişlerdir. [65]
2.2. Mustafa Ahmet Zerka
Mustafa Ahmet Zerka, " Nizamu't-Te'min" adlı eserinde sigorta sistemi ve sigorta akdini birbirinden ayırarak ele almış, muâsır İslâm hukuk bilginlerinin sigorta hakkındaki görüşlerini değerlendirerek farklı görüşler ileri sürmüştür. Eser 195 sayfadan oluşmuştur. Zerka, sigortanın cevazı hakkında Abduh’tan sonra ilklerden olup sigorta sistemi ile sigorta akdini birbirinde ayırarak ele almış ve ciddi ve kapsamlı bir çalışma yapmıştır. Çalışmasının ikinci ve üçüncü kısmında iktisâdî ve içtimâi hayatta sigortanın görevi ve İslâm hukukuna göre hükmü üzerinde durmuştur. Riziko ve çeşitleri ele alınmış, yardımlaşma ve ticâri sigortanın üzerinde genişçe durarak sigortaya karşı ileri sürülen menfi görüşleri değerlendirmiştir. Zerka bu çalışmasını ilk olarak 1961 yılında şam’da düzenlenen İslâm Hukuk Haftası’nda, sigortanın çeşitli bakımlardan bey’ bi’l-vefâ, âkile, muvâlât akdi, kefâlet gibi hukukî müesseselere benzerliğine işaret etmiş, bu sebeple câiz olduğunu bildirmiştir. Zerka, sigorta-fâiz ilişkisini sözleşmenin esasından değil, işleyiş şekliyle ilgili olduğunu ifade etmiştir. Keza sigorta şirketi ne tür faaliyet gösterirse göstersin sigortanın meşru olduğunu söylemiyor. İslâm’ın yasakladığı (fâiz gibi) meşru olmayan alanlarda değil, meşru alanlarda faaliyet göstermesi kaydıyla câiz olduğunu söylemiştir.[66] Bu eserin birinci kısmı Hayrettin Karaman tarafından " İslâm'a Göre Banka ve Sigorta" adı altında tercüme edilmiştir.
2.3. Mustafa Muhammed Cemal
Mustafa Muhammed Cemal, "Mecelletü'ş eş-Şeria ve'l-Kânun," Teemmulat fi Mevakıfı'l-fıkhi'l-İslâmi min Kadiyyeti't-Te'min" adlı makalesinden geniş ölçüde istifade edilmiştir. Sözleşmelerin ivazlı ve teberru şeklindeki taksiminden hareketle ticâri sigorta ile yardımlaşma sigortası üzerinde detayıyla durmuştur. İslâm hukukunun klasik kaynaklarında sigorta benzeri uygulamalar ile çağdaş fıkıh doktrininde sigorta hakkındaki görüşleri değerlendirmiştir. Çalışmamızın temellendirilmesinde de bize ufuk açmıştır. Cemal, sigorta sözleşmesindeki karşılıklı bedellerin, sigorta primi ile sigorta bedeli olmadığını, aksine mübâdele edilen bedellerin sigorta primi ile sigortacı tarafından sağlanan güven ve teminat olduğu görüşündedir. Buna göre sigorta sözleşmesindeki tarafların edim yükümlülüğü mübâdelesi, bir miktar para olan prim ile potansiyel rizikonun telafisi anlamına gelen damân arasında olduğundan, iki farklı cins arasında olduğu ileri sürerek fâiz sözleşmenin aslından değil, harici vasfından olduğu gerekçeleriyle Zerka’nın görüşünde birleşmektedir.[67]
2.4. Muhammed Behiy
Sigortanın her türüne cevaz veren Muhammed Behiy, sigorta sözleşmesini satım sözleşmesine kıyaslamanın doğru almadığını ifade etmiştir. Sigorta hususunda Zerka ile çok yakın olan Behiy, bu hususta Zerka'dan ayrılmaktadır. Behiy’e göre, "Sigorta bir alış-veriş sözleşmesi değildir. Sigortaya bir alış veriş sözleşmesi olarak bakıldığı için de hakkında bir hüküm verirken hata edilmektedir." Behiy, sigorta sözleşmesini satım sözleşmesine benzetilerek hadiste belirtilen kendisinde fâiz cereyan eden altı sınıfın içine sokulmasını doğru bulmamaktadır. Behiy'e göre sigorta, bir yardımlaşma sözleşmesidir. Satım sözleşmesi ise, maddî menfaatin değişiminden ibarettir. Yardımlaşma ise, ihtiyaçları kaldırmak, musîbet ve felaketleri gidermek için yapılır. Öyle ise, tekâfül sözleşmesinde prim ile iştirak eden ortağın, sonuçta maddî bir karşılık elde etmesi gerekmeyeceği görüşündedir. [68]
2.5. Muhammed Medeni
Ezher Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Muhammed el-Medeni’nin sigorta câiz mi, câiz değil mi? sorusuna verdiği cevapta" bu meselenin bir kişinin fetvasına bırakılmaması gerekir. Yapılacak şey bu iş için çeşitli memleketlerden iktisatçı ve âlim, fikir sahibi mütehassısların toplanması ve bunların meseleyi enine boyuna incelemeleri, üzerinde birleşecek bir görüşü ortaya koymalarıdır. Ancak böyle bir görüş ulemâ arasında meşhur olan "câiz olmadığında ittifak vardır" görüşünün karşısına çıkabilir. Aksi halde hak daima şu iki görüş arasında bölünecektir. 1. Nakle dayanan ve meşhur olan görüşe uyarak câiz olmadığını diyenler. 2. Terakkiye ayak uydurmak ve kolaylık sağlamak için mubah diyenler. Ben derim ki; bu mesele için bir hukuk meclisinin toplanması, bir fıkıh enstitüsünün kurulması, dînî hükmün bu meclisten (ittifakla veya ekseriyetin görüşü olarak) ilan edilmesidir."[69]
2.6. Muhammed Yusuf Musa, Taha Senûsî, Abdurrahman İsa, Tefik Vehbe
Muhammed Yusuf Musa’ya göre, sigortanın bütün çeşitleri topluma, taraflara yani sigortalı ve sigortacıya yarar sağladığını, fâizle alakası bulunmamak şartıyla ve karşılıklı yardımlaşma esasına dayalı sigortaların dini yönden bir sakıncası olmadığı görüşündedir.[70] Aynı doğrultuda Taha es-Senûsî, Abdurahman İsa’da benzer görüşler ileri sürerek Zerka ile birleşmektedirler.[71] Hallâf, Ali Hafif, Senhûri, Mannan, Tevfik Vehbe, Faruk Beşer, Nihat Dalgın gibi bilginler de sigortanın haram olduğu konusunda hakkında nass bulunmadığını, fâizden uzak olmak kaydıyla câiz olduğunu ifade etmişlerdir.[72]
Görüldüğü gibi bilginler, sigortaya cevaz verirken, sigortayı, ya satım sözleşmesine kıyaslamışlar ya da bir yardımlaşma olarak görmüşlerdir. Bir kısmı da sigortayı yeni bir sözleşme sayıp kendi şartları içerisinde değerlendirilmesi gerektiği kanaatindedirler.
Sigorta sözleşmesini câiz gören bilginlerin bazılarını zikrettikten sonra eser ve tebliğlerinden hareketle sigorta - fâiz ilişkisine bakış açılarını zikretmek yerinde olacaktır.
Bilginlerin bazısının, sigortayı, satım sözleşmesine kıyaslaması bir takım yeni tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Satım sözleşmesinde olduğu gibi sigorta sözleşmesinde de karşılıklı bedellerin ne olduğu, bu bedellerin akde konu olup olamayacağı tartışmaları başlatmıştır. Sigortayı satım sözleşmesine kıyaslayan bilginler, sigorta sözleşmesindeki karşılıklı bedellerin, sigorta primi ile sigorta bedeli olmadığını aksine mübâdele edilen bedellerin sigorta primi ile sigortacı tarafından sağlanan güven ve teminat olduğu görüşündedirler. Bu bilginlerin görüşüne göre sigorta yaptıran kişi tehlikenin fiilen gerçekleşmesiyle bağlantılı olmaksızın sözleşmeyi yaptığı anda doğrudan bir güvene kavuşmaktadır. Sonuçta bu kişi için tehlikenin gerçekleşmesi ile gerçekleşmemesi arasında bir fark yoktur. Bu görüşteki hukuk bilginlerine göre, bu güven hali, sigortacının bu kişiye sözleşme sonucunda bir prim karşılığı sağladığı himayenin, garanti ve teminatın, rizikodan önce sigortalının mânevi bir menfaatini, rizikodan sonra ise damân himayesini taahhüdüyle, sigortanın ivazlı karakterinin tam olarak muhafaza edilmiş olduğu söylenmektedirler.[73] Ancak psikolojik ve soyut bir kavram olan güvenlik ve teminat hissi, sigorta sözleşmesinin gerçek yapısının ve unsurlarının dışında, sadece sözleşmeyi yapanın sâiki niteliğinde olması, üstelik bu güven mâlî bir özellik taşımayan ve para ile değeri tespit edilemeyecek sırf psikolojik bir durum olması yeni tartışmaları da beraberinde getirmiştir. İşte tartışmalardaki belki de bu zayıf nokta sebebiyle başka bir grup da sigortada mübâdele olunan bedellerin sigorta primi ile sigortacının üstlendiği damân olduğu görüşüne varmıştır.[74] Buna göre damân sırf psikolojik bir unsur olan eman ve güvenlikten farklı olup İslâm hukukunda mâlî bir kavram olarak düşünülmüştür. Sigortadaki bu damânın, mâlî özelliğine rağmen sigorta bedelinden ayrı bir olgu olduğu söylenmektedir.[75] Zira işin aslında sigortacı, tehlikenin gerçekleşmesi halinde belirli bir miktar parayı vermekten çok, bu tehlikeden doğan zararı kapatmayı ya da bunu tazmin etmeyi taahhüt etmektedir. Sigorta ettirenin hakları da doğrudan doğruya tehlikeden doğacak zarara (rizikoya) bağlıdır ve sigortalıya ödenecek meblağ bu zararın miktarına göre belirlenir. Buna göre sigorta sözleşmesindeki tarafların edim yükümlülüğü mübâdelesi, bir miktar para olan prim ile potansiyel rizikonun telafisi anlamına gelen damân arasında olduğundan, iki farklı cins arasında olduğu ileri sürülür. Sonuçta taraflar arasında cins birliğinden kaynaklanan ribâ ihtimâlinin burada mevcut olmadığı söylenmektedir.[76] Böylece sigorta sözleşmelerinde karşılıklar, sigorta primleri ile sigorta güvencesi arasında gerçekleşir. Bedellerden biri menfaattir, o da kendisinde fâiz cereyan eden eşyalardaki altı sınıfa dahil değildir. Bu sınıflara kıyas yolu ile giren şeylerden de değildir. Zira iki bedelin cinsleri farklıdır. Sigorta sözleşmesi yapıldığı anda, her iki taraf için karşılıklar mevcuttur. Bu bağlamda sigorta sözleşmesinde ne “gecikme fâizi” ne de “fazlalık fâizi” söz konusudur. [77]
Sigorta sözleşmesinde tarafların borcu, sözleşme ile birlikte doğuyor.[78] Sözleşmeye bağlı belli riziko gerçekleştiğinde de taahhüdü yapanın ifa yükümlülüğü doğuyor. Ancak bu durum zaruri olarak sigortadaki damân’ın İslâm hukukuna aykırı olduğu anlamına da gelmez. Zira bu, borcun, damân ile birlikte doğduğu, yeni bir sözleşme çeşidi olabilir. Ancak böyle bir damânın önünde duran gerçek engel, sigortacının bu damân’ı mâlî bir bedel karşılığında yapmasıdır ki, bu fıkıh geleneğindeki yerleşik ve güçlü bir prensibe aykırıdır. Bu da damânın teberru karakterli oluşu, yani ivaz yoluyla bir bedel karşılığında yapılamayacağıdır.[79] İvaz karşılığında sorumluluğun yüklenilemeyeceği hususunda nass bulunmamaktadır. Bu ictihâdî ve örfî bir durum olup bazıları damân karşılığında ivaz alınabileceği görüşündeyken bir kısmı aksini düşünmektedir.[80]
Belirlenen riziko gerçekleştiğinde, ödenen prim tutarının üzerinde sigorta bedeli alınmasının fâiz olmasına gelince; bu sistemde, sigortalılardan toplanan primler, şirket tarafından kâr amaçlı yatırımlara yönlendirilmekte ve daha sonra elde edilen kâr ana para ile birlikte sahiplerine iade edilmektedir. Dolayısıyla burada fâizden söz etmek bahis mevzu değildir. Sigortaya cevaz veren bütün İslâm hukuk bilginleri de fâizden arındırılma şartını ileri sürmüşlerdir. Neticede, sözleşmede belirtilen esaslara göre sigortalının almış olduğu sigorta bedeli, aslında kendi parasıdır. Organizatör kurum olan sigorta şirketi, sigortalılardan toplanan fonda biriken primleri, sabit ve değişken getiriyle yatırımlara yönlendirmekte ve elde edilen kârı, ana parasıyla birlikte sigortalıya, sözleşme şartlarına uygun olarak, peşin veya taksitle geri ödemektedir. Bundan dolayı sigortalının almış olduğu sigorta bedeli ribâ vasfı taşımamaktadır.[81]
Diğer yandan devletin sosyal güvenlik kurumları aracılığı ile yürüttüğü emeklilik sigortası, fâkihlerce genelde caiz görülmüştür. Bu sigorta türünde de bireyin emeklilik döneminde alacağı sigorta bedeli miktarı bilinmemekte, hatta bir çok emekli çalışma süresinde kesilen prim tutarı üzerinde veya altında emeklilik tazminatı almaktadır. Kanun, gayri meşru olan bir sözleşmeyi meşru kılmayacağına göre, İslâm alimleri buna, gerek ilgili şahsın ilerleyen yaşlarında kendisinin, gerekse aile bireylerinin yaşamalarını hiç olmazsa maddî açıdan garanti altına almasının sosyal devletin vazifesi, kamu hukuku ve sosyal hayat şartları açısından zaruri görmüş ve "sözleşmelerde itibar maksatlara ve manalaradır." 2.md "Hacet umumi olsun hususi olsun zaruret menzilesine tenzil olunur."32.md "İki fesad teâruz ettikte ehaffı irtikap ile azmanın çaresine bakılır" 28.md gibi mecellenin yerleşik kaidelere istinaden cevaz vermişlerdir.[82] Şimdi devlet-birey münasebetleri açısından câiz olan bu müessesenin, bireylerin kendi aralarında bir aracı kurum vasıtasıyla yapılmasının câiz /geçerli olmamasının her halde haklı bir gerekçesi olamasa gerekir.
Aynı noktadan konuya bakılacak olursa; sigorta-fâiz unsuru içeriyor diyenler, burada devlet (tüzel kişi) ile gerçek kişi arasında cereyan eden fazlalığı câiz görmektedirler. Konu ile ilgili doktora çalışması yapan Özsoy ve fâiz hakkında tebliğ sunan Gözübenli, devletin, vatandaşlarına olan borçlarına karşılık, sözleşmeli veya sözleşmesiz olsun, borcunu öderken enflasyon oranının üzerinde fazlalık ödemesi halinde bu fazlalığı, devletin vatandaşlarına yardımı olarak görürler.[83] Aynı durumun, belli bir sigorta şirketine, sigorta ettiren sigortalılar arasında gerçekleştiği söylenemez mi? Sigorta şirketine üye olan her hangi bir sigortalı, rizikoya uğradığı zaman ona ödenen fazlalık, diğer sigortalıların bu kişiye sigortacı şirket aracılığı ile yaptıkları bir yardım olarak görülemez mi? Zira sigortacı şirket tüzel kişidir ve bu organizeyi yetkisini kanundan alan hukuk normlarına ve devlet denetimine göre yapmaktadır. Konuya bu açıdan bakılırsa, gerçek kişi ile gerçek kişi arasında cereyan eden bire-bir fazlalık yoktur. Bu fazlalık, sigortalılar topluluğunun rizikoya uğrayan bireye yaptığı bir yardımdır. Bu anlayış farklılıkları, farklı devlet felsefesinin ürünü olsa gerektir.
Ödünç verilen paranın enflasyon karşısında değerini korumayı ve ödünç verenin bu yüzden uğrayacağı zararı önlemeyi amaçlayan tedbir ve metotların ise, fâiz kapsamı dışında düşünülmesi daha isabetli görülmektedir.[84] Zira Ku'ân'da geçen karzı-hasen fiilinden kastedilen ödünç, Allah ile kul arasında olup, kulların kendi aralarında ödünç işlemleri olmadığı söylenebilir. Ancak İslâm tarihinde, kullandırma gayeli akitlerden âriyet akdi için Rasulullah'ın (sav) garanti verdiğine dair rivayetlere rastlanır.[85]
Sigorta şirketleri, mudârabe usullerine uygun faaliyet de gösterebilirler. Zira sigorta şirketi, genellikle bir anonim şirkettir. Anonim ortaklıklar finansman ihtiyaçlarını karşılamak için ülkemizde SPK'ca belirlenen esaslara uygun olarak "kâr ve zarar ortaklığı belgesi", adı altında menkul kıymet ihraç edebilirler ve halka arz yoluyla da satabilirler.[86] Bu bağlamda, sigorta şirketi, kâr paylı ticârî bir faaliyet yürüttüğünden, kâr ortaklığı belgesinin hukuki niteliği konusunda ya kâr ortaklığı belgesinin, "sonuca katılmalı ödünç sözleşmesi olduğu" ya da kâr ortaklığı belgesi sahibi ile anonim ortaklık arasındaki ilişkinin bir "âdi şirket akdi" şeklinde olduğudur. Sigorta şirketine ödenen primlerin, âdi ortaklık mı sonuca katılmalı ödünç sözleşmesi mi yahut sadece kâra katılmalı bir ödünç mü olduğu meselesi tartışıla gelmiştir. Bu durum, şirketin faaliyetleri ile ilgili bir anlayış meselesidir. Kâr ve zarara ortak olmaktan; anonim ortaklığın hisse senedi gibi, mülkiyetine ortak olmak anlaşılmamalıdır. Buradan anlaşılan, anonim ortaklığın belli bir dönemdeki kârına katılma konusunda hak sahibi olmak veya ortaya çıkan zarara katlanmak şeklindeki bir yükümlülüktür. Onun içindir ki, kâr ve zarar ortaklığı belgesi sahibi ile anonim ortaklık arasındaki ilişkiyi, bir ortaklık ilişkisi olarak nitelendirmemek gerekir.[87] Kâr ve zarar ortaklığı belgesi, sahibine sadece, anonim ortaklığın kârından katkı payı oranında yararlanma veya varsa zararlarına katılma şeklinde olabilir.
Kâr ve zarar ortaklığı belgesi, mahiyetinden de anlaşılacağı üzere fâizli bir işlem değil, ticâri bir faaliyettir. KOB sahibi belli dönemler sonu elde edilecek kâra belli bir oranda iştirak etmekte, zararın vukuunda ise bu zarara katılmaktadır. KOB sahibi (sigortalı) bir bakıma, mudârabe şirketinde emek sahibine (sigortacı şirkete) sermaye veren ve böylece kâr ve zarara iştirak eden sermayedara benzemekte, hatta böyle bir yaklaşıma gerek olmaksızın, KOB sistemi İslâm ticâret hukukunun temel esprisine uygun düşmekte ve bu yolla elde edilen gelir de tamamen ticâri bir faaliyet içinde sağlanan gelir olmaktadır. Sigortalının ödediği primler, sadece kâra katılmalı ödünç olarak düşünüldüğünde; şirketin primlere garanti vermesi ise tartışmalıdır. Bazı bilginlere göre bu durum, sigorta ve çeşitlerinin "iltihâki" akidlerden sayılmasıyla ilgidir.[88] İltihâki akidlerde, taraflardan birinin (sigortalının) iradesi serbest olmadığına göre, taraflar (sigortalı-sigortacı) arasındaki bu eşitsizliğin giderilmesi ve taraflar arasındaki dengenin kurulması; yasama organının bu alana müdahalesini sağlamakla gerçekleşir. Sosyal devlet, iltihâki akitlere müdahale ederek bu tip akitlerin tekniğe uygun yapılmasını denetler. Böylece iktisâdî kuvvete sahip olan tarafın hakkını kötüye kullanmasının önüne geçilmiş olur ki, sigorta primlerinin garanti edilmesinin temel esprisi burada yatmaktadır. Bu durumda, sigorta şirketlerinin yatırım yapacağı alanların belirlenerek, zarar etmeyecek alanlara yönlendirilmesiyle zarar rizikosunun en aşağı seviyeye çekilmesi hedeflenir. Böylece enflasyonun sigorta fonları üzerindeki olumsuz etkisini engellemek için uygulamaya konulan enflasyona endeksli prim artışı sistemi ya da yıllık kâr payı ödemeli sigorta türleriyle, hayat branşındaki prim azalışının durdurulmasına çalışılmıştır. Sigorta sözleşmesinde teminat verilen rizikolar, sigorta güvencesi altına alınmıştır. Bu taktirde iştirakli karzda, ticâri karz gibi maktu' kâr yoktur. Elde edilen kârın oran üzerinde bölüşümü söz konusudur. Bu durum, sigorta sözleşmelerinin karakteristik özelliğindendir. Sigortaya olumsuz bakanlar tarafından bu durum, zarara ortak olmadan garantili gelir elde etme yani fâiz olarak düşünülmüştür. Bu bağlamda borç, gelir kaynağı olmuştur ki, İslâm iktisât felsefesinde gelirin kaynağı üretim olduğundan rant ekonomisine olumlu bakılmaz. Neticede, sigorta şirketleri Türkiye’de Sermaye Piyasası Kurulu’nun 13 Aralık 1984 tarihli ve 18605 sayılı tebliği kararı ile kâr ve zarar ortaklığı şeklinde düzenlenmesine imkan tanınmıştır.[89] Bu yasal düzenleme ile ihtilafa neden olan mahzurların kısmen de olsa ortadan kaldırılmış olduğu söylenebilir.
3. GÖRÜŞLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Görüldüğü gibi sigorta konusunda genellikle iki yaklaşım tarzı mevcuttur. Birincisi, İbn Âbidinle başlayan, Bahit, Musa Kazım, Mustafa Sabri Efendi, Cüveycâtî ve Ebû Zehra ile devam eden gelenekçi, ikincisi ise, M. Abduh’la başlayan Zerka ile devam eden çağcıl yaklaşımlardır. Günümüzde de sigorta hakkında görüş beyan edenler genelde bu iki yaklaşımın uzantısı mahiyetindedir. Bu iki ekol tarafından sigorta konusu bir tür gelenekçi ve çağcıl yaklaşımlar şeklinde vücut bulan bu anlayışların devamı 1950’lerden bu yana daha sıkça görülmektedir.[90] Sigorta konusu, gerek bireysel ve gerekse kurumsal bazda ele alınmış; ticâri sigorta konusunda genelde aynı nedenlerle benzer görüşler ve tavsiye kararları çıkmıştır. Sonuçta ticârî sigortalar, satım sözleşmesine kıyasla fâiz vasfı taşıdığı gerekçesiyle uygun görülmemiştir.[91]
Sigorta sözleşmesi, satım sözleşmesine kıyaslanınca, bu sözleşmede, akdin konusunun maddi olmayan değerlerin olup olamayacağı tartışmalarının yanında, karşılıklı bedellerin ne olduğu, edimler arası belirsizlik, bir taraf lehine haksız kazanca sebebiyet verildiği gerekçesiyle bahsi geçen tartışmalar başlamıştır. Bu durumda tabii olarak iradi bir sözleşmede karşılıklı ivaz değişiminden hareketle, bedellerde denklik ve karşılıklı bedellerin ne olduğu sorusuna cevap aranmıştır. Buna göre, sigorta sözleşmesinde taraflardan biri olan sigortalı, belirlenmiş ve ölçülmüş rizikolara karşı, adeta müşteri sıfatıyla sigorta güvencesi satın almaktadır. Bu sözleşme ile sigortalı, rizikodan önce güven aldığı, sonra ise sigorta bedeli alacağı bir tür ticâret yapmaktadır. Sigortacı şirket ise, prime karşılık, risk satın almakta ve güvence satmaktadır. Bu ticarette her iki taraf için de karşılıklı taahhüt ve menfaatler söz konusudur. Sigorta sözleşmesi satım sözleşmesine kıyaslanınca, burada esas problem, tazmin sorumluluğunun veya sigorta güvencesinin (menfaatin) bir bedel karşılığında sözleşmeye konu olup olamayacağıdır. Görüldüğü gibi, sigorta, satım sözleşmesine kıyaslandığı için satım sözleşmesinin şartları bu sözleşmede de aranmıştır. Sigorta sözleşmesindeki teminat da (güven, sigorta himayesi) hukuken korunan bir menfaatdır. Menfaatler ise mülkiyet hakkını doğurur. Gerçek veya tüzel kişiler hukuken korunan bu menfaat üzerinde sözleşme ile tasarrufta bulunabilirler. Görüldüğü gibi karşılıklı menfaatin sigortaya konu olup olamayacağı tartışmaları, ayn olmayan güvenin, hissî, psikolojik ve soyut bir kavram olmasından kaynaklandığını sanıyoruz. Genel olarak bu görüş ayrılıklarının gerekçesine bakıldığında; bu durumun, fâkihlerin mal ve mülk kavramları konusundaki görüş farklılıklarından kaynaklandığı söylenebilir. Kanaatimizce sigorta sözleşmesini, satım sözleşmesine kıyaslamak doğru değildir. Her iki sözleşme, hem yapıları hem de mahiyetleri itibariyle birbirinden farklıdır.
İslâm hukuk bilginlerinden geleneksel yaklaşımcıları, ivazlı ticârî sigortaya karşılık, yardımlaşma sigortasını alternatif bir yol olarak öne sürmekte ve sigorta ettirenin böyle bir sigortaya katılma işlemini teberru karakterli bir sözleşme olarak değerlendirmektedirler. Bu sebeple de burada ribâ ve garardan bahsedilemeyeceği kanaatindedirler.[92] Bu tür sigortada, sigortayı yaptıran şahıslardan ayrı kârını düşünen bir sigortacı olmadığından ve bu sigortaya katılan kişilerin belirli bir miktar teberruda bulunmayı taahhüt ve vaad etmesinden dolayı bu görüş fıkıh akademileri tarafından da kabul görmüştür.[93]
Ancak yardımlaşma sigortasını böyle düşünmek, bu sigorta sistemini basite indirgemekle bir gerçek dikkatlerden kaçırılmaktadır. Zira bu tür bir sigortaya katılan kişide temel düşünce teberru niyeti değil, tehlikelerin zararından korunmaktır. Gerçekten de niyetlere bakmadan sırf maddî verilerden hareket ettiğimizde de bu tür sigortada ödenen iştirak paylarının, zararın telafisi için yani zarara uğrayan sigortalının elde edeceği bir hak karşılığında olduğunu görürüz. O halde yardımlaşma sigortası da aslında özü itibariyle ticârî sigortadan farksız (ivazlı (=muâvazalı) bir sözleşmedir. Bu sebeple hakim fıkhî düşünceye göre ticârî sigorta ile aynı hükmü taşıyor olması gerekmektedir.[94]
Ancak ticârî sigortayı câiz görmeyip, sadece yardımlaşma sigortasına cevaz verenlerin bir kısmı bu problemi fark etmiş gibi görünüyor. Zira bu hukuk bilginleri, yardımlaşma sigortasında iştiraklerin sahiplerinin ortak mülkiyetinde kalıp, ticârî sigortadakinin aksine üçüncü bir şahsa intikal etmediğini öne sürerek iki sigorta tipi arasındaki farkı açmaya çalışmaktadırlar. Fakat iştirak paylarının iştirakçilerin mülkiyetinde kaldığı iddiası ki, (bu iddia doğru değildir) yardımlaşma sigortasının ivazlı karakterini değiştirmez. Zira her iştirakçi, diğer iştirakçilerden herhangi birine isabet eden rizikonun zararını karşılamak üzere payına düşen miktarı vermeyi taahhüt etmiştir. Ancak bu taahhüdü kendisine isabet eden bir rizikonun zararının da diğer iştirakçilerin katkısıyla karşılanması konusunda elde ettiği bir hak karşılığında yapmaktadır. Bu sebeple bütün iştirakçiler arasında, karşılıklı bir borç ilişkisi söz konusudur.[95] İvaz ve teberru sözleşmeleri arasındaki temel fark, ivazlı sözleşmeler başlangıçta işlemi yapanın karşıdakini değil de kendini dikkate almasıdır. Teberruda ise, işlem yapılırken kişi başkasının faydası için bunu yapar. O halde, iki sigorta türü arasında bu açıdan da bir fark yoktur ve gösterilmeye çalışılan farklar da görünüştedir.[96] Genellikle karşılıklı sigortada, daha çok mahdut sayıda kişilerin bir araya gelmesiyle kurulan bir yardımlaşma tekniği ile tehlikelerin zararlarından korunmak gayesi bulunmaktadır. Ancak ortakların sayısı artıp birbirlerini tanımayacak duruma gelmesi, farklı risk branşlarının ortaya çıkması nedeniyle sabit primli sigorta ortaya çıkmıştır. Bu yüzden sigortalılar arasındaki yardımlaşmayı kurumsal bazda organize edecek şirket yönetimine de ihtiyaç duyulmuştur.[97]
Sigorta sözleşmesinin ana unsurunu teşkil eden tehlikenin (=rizikonun), bireysel olarak ne zaman gerçekleşeceği kural olarak belirsizdir. Ancak, sigortalılar topluluğu bakımından bu belirsizliğin kaldırılmakta olduğu söylenmektedir. Zira matematikçilerin geliştirmiş oldukları bu teknik karşılıklar (matematik karşılıklar, muallak tazminat karşılığı, cari rizikolar karşılıkları) sayesinde sigortalılar topluluğundaki aynı cins tehlike, belirsizlik artık ölçülebilmektedir.[98] Bu bilgi bireyleri tehlike ortaklığı kurma fikrine götürmüştür. Risk yönetimi esasına göre, aktüeryal matematik karşılıkları belirlenen riziko alınıp satılmaktadır. Zira sigorta müesseselerine “güven satan müesseseler” de denilmektedir ki, sigortanın asıl mahiyetini bazılarına göre bu şeklin oluşturduğu söylenmektedir. Keza özel sigortalarda kural olarak, istatistik ve aktüeryal ilimlerine göre gerçekleşme ihtimalleri ölçülebilen rizikoları teminat altına alma ilkesi hakimdir.[99] Sigortaya konu olan aynı tür tehlikeler uzan zaman dilimlerinde istikrar ve süreklilik taşıdığından sigorta tekniği bu gibi tehlikelin en alt ve üst sınırlarının ortalamalarını alarak her zaman dilimine yansıyan tehlikeyi doğruya yakın bir tarzda ölçebilmektedirler. Hedeften sapmalar olduğunda başka teknik usuller (reasürans) uygulanır. Özel sigortalar, aynı tehlikeye maruz kimseler arasında riski müştereken üstlenme fikri, müteselsil kefalet esasına dayanan, karşılıklı yardımlaşma ve bu yardımlaşmanın, "istatistik, ihtimaller hesabı ve büyük adetler kanunu" sayesinde, teknik ve rasyonel bir şekilde organize edilir. Sigorta sözleşmesi ne şansa nede şarta tabi olmadan her iki tarafa da borç yükleyen yeni bir sözleşme türüdür. Bu sözleşmede, sigortacının sigorta himayesini sağlama borcu rizikonun gerçekleşmesinden sonra değil, sigorta akdinin kuruluşundan itibaren doğar.[100] Bizde bu görüşe katılıyoruz.
Sigorta – fâiz ilişkisine gelince, kanaatimizce bu teorideki bir ilişki değildir. Sigorta işletmesinin pratiğine ilişkin bir durumdur. Diğer bir deyişle fâiz sigorta sözleşmesinin esasından yani sıhhat şartlarından olmayıp günümüzdeki işleyiş şekliyle ilgili olduğudur. Yoksa her iki grup bilginler de fâizli muamelelere karşı olduklarını, ancak; geleneksel yaklaşımcılar sigortada, İslâm’ın haram kıldığı, ribâ ve fâiz gibi, sözleşmeden ayrılmayan (lazım) vasıfların varlığını iddia edip, sigortayı fâsid veya bâtıl akid görüp meşru saymazken; çağcıl yaklaşımcılar, sigorta-fâiz ilişkisini sözleşmenin esasından değil, ayrılabilir harici bir vasfından yani işleyiş şekliyle ilgili olduğunu ifade etmektedirler. Keza çağcıl yaklaşımcılar, sigorta şirketi ne tür faaliyet gösterirse göstersin sigortanın meşru olduğunu söylemiyorlar. İslâm’ın yasakladığı (fâiz gibi) meşru olmayan alanlarda değil, meşru alanlarda faaliyet göstermesi kaydıyla câiz olduğuna hükmediyorlar. Geleneksel yaklaşımcılar, sigortada bu fâiz unsurunu sözleşmenin aslından ve her ne sebeple olursa olsun ayrılmaz bir vasfı görürlerken, çağcıl yaklaşımcılar, bunun bütün şirketler için aynı olduğunu, fâiz gibi harici bir vasfın tek başına mahkum edilebileceğini söylemektedirler. Bu durum sigortanın her branşı için geçerli olmadığı gibi sigorta branşlarının mahiyeti ve faaliyet alanlarının iyice kavranamamasından kaynaklandığını sanıyoruz. Yoksa sigorta alanında uzman olanlar, sigorta hakkında söylenenlerin pratikte gerçeği yansıtmadığını bilirler. Günümüzde sigortanın, âdeta genel örf haline gelmiş olduğu, sigorta’da fâiz ilişkisinin ise, sigorta pratiğini ilgilendiren bir konu olduğu kanaatindeyiz.
SONUÇ
İslâm dini, bireylerin imkan ve kabiliyetlerine göre çalışıp kazanmalarını, sosyal sermaye alanında gerekli işbirliği ve işbölümünü sağlamaları ve ihtiyaçları doğrultusunda harcama yapmalarını tabii karşılamıştır. Ancak bu konuda bazı temel ölçü ve genel ilkeler getirerek iş ve ticâret hayatının düzen ve güven içinde sürdürülmesi ve haksız kazancın önüne geçilmesi hedeflenmiştir.
İslâm hukuk bilginlerinden bazıları, sigorta sözleşmesinin, aslında fâiz vasfı taşıyan bir sözleşme olduğundan bâtıl, bazıları da toplanan primlerin fâizli enstrümanlarda değerlendirildiği gerekçesinden hareketle fâsit bir sözleşme olarak görürler.
Anladığımız kadarıyla sigorta sözleşmesinin fâiz vasfı taşıdığı gerekçesi aslında olmayıp, kavramsal ve pratikteki uygulama şekliyle ilgilidir. Keza ülkemizde sigortacılık sektörü gelişmemiş olduğundan, sigortacılık faaliyetlerinin bankalar aracılığıyla fonksiyonlarını sürdürmelerinden kaynaklanan kültür problemlerini de dikkate almak gerekir. Ülkemizde sigorta müesseseleri, bazı batılı ülkelerde olduğu gibi bağımsızlığını elde edememiş olduğundan; bankalar bünyesinde faaliyetlerini belli bir komisyon karşılığında sürdürmektedirler. Binaenaleyh ticârete yardımcı kurumları bir insana benzetecek olursak; gövdeyi sigorta, kolları da banka ve borsa oluşturur. Asıl gövde konumunda olan sigorta (sosyal güven kurumu), sigorta fonlarından, riziko primleri fonu “para piyasalarını”, tasarruf primleri fonu ise, “sermaye piyasalarını” fonlayarak ekonomide katölüzör görevini üstlenirler. Sonuçta ülkemizde sigortacılık sektörü, devletin iktisat politikaları ve milletin sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel anlayışları gereği sağlam bir zemine oturtulamamıştır.
Sigorta sözleşmesi, kuruluş gayesi adına ortaya konan düşünceler itibariyle, İslâm hukukunun genel ilke ve amaçlarıyla uyuşmakta, fakat bazılarının işleyiş şekillerinde (fâiz gibi) taraflardan birine haksız kazanç sağlayan İslâm’a muhalif unsurlar bulunabilmektedir. Bu unsurlar bir araya getirildiğinde yekün ifade etmekte ve sonuçta İslâm hukuk bilginlerinin menfi görüşlerine esas teşkil etmektedir. Burada, pratikteki karşılıklı yardımlaşma ve meşru yatırımlardan elde edilen gelirlerin, sigortalılar topluluğuna dağıtılması meselesi dikkatlerden kaçırılarak az verip çok alma şeklinde paranın para karşılığında mübâdelesi (bankacılıkta olduğu gibi) olarak telakki edilmesini de doğru bulmuyoruz.
Ayrıca bütün müesseselerde olduğu gibi, sigorta müessesesinde de insan faktörü, kanuni düzenleme ve boşluklardan kaynaklanan ve ihtilafa neden olan vasıfların, sigortanın aslından değil, ondan ayrılabilir vasfında bulunduğunu, bunların da hükme varmada temel teşkil ettiği söylenebilir. Binaenaleyh toplumların kültürel yapılarına göre gelişmekte olan bu müessesenin zaman içerisinde geçirdiği merhalelerden birine takılıp kalındığı, bünyesindeki hızlı değişmeler nedeniyle pratikteki realiteler karşısında söylenenlerin çoğunun da geçmişte kaldığından, günümüzde dini açıdan sıcak bakılmayan özel sigortalar ile zorunlu emeklilik sigortası (SSK.ES.Bağ-Kur) arasında da karakteristik bir farkın bulunmadığı söylenebilir.
Günümüzde özel sigortalar, kurumsal bazda ya kooperatif ya da anonim şirket olarak kurulabilirler. Anonim şirketlerde de kâr paylı sisteme müsaade edilmiştir. Bu sistem, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmanın, ticâretle yan yana yürütüldüğü bir organizasyondur. Bu organizasyonla, gerek riziko ve gerekse tasarruf primlerinin uzun veya kısa vadeli yatırımlarda değerlendirerek, elde edilen gelirin sigortalılar topluluğuna kâr olarak dağıtıldığı bir kurum haline gelmiştir.
BİBLİYOĞRAFYA
ABBAS HÜSNÜ, Akdü’t Te’min fi’l Fıkhhi’l İslâmi ve’l Kanun Mukâren, Kahire trs.
_________, "es-Siyâsetü’l-Mâliyye li Devleti’l-İslâmiyye" Adlı Makalesi, Mecelletü’l Şer’ia ve’d-Dirâsati’l İslâmiyye, V/10. Kuveyt 1988.
ABDUH, Abdülmuttalip, et-Te’minü’l-İslâmi, Kahire 1988.
ABDUH, İsa, et-Te’min Beyne’l Hilli ve’t Tahrim, Dâru’l - İ’tisam, Kâhire trs.
ABDUH, Muhammed, "et- Te’min al’l-Hayat", Fetva, Mecelletü’l-Ezher, XXXVIII, sa.7. Kahire 1966..
ABDÜSSETTAR, Ahmet Necdi, Akdü’t-Te’min Beyneş-Şer’iati ve’l-Kanun, Basılmamış Doktora Tezi, Kahire 1972.
AKPINAR, Turgut, Tarihte Sigorta ve Yurdumuzda Sigortaya Dair İlk Fetvalar, Tarih ve Toplum, (Aylık Ansiklopedik Dergi) İletişim Yayınları, XIII sa. 75 Mart İstanbul 1990.
ALİ HAFİF, "et-Te’min ve Hükmühü ala Hedyi’ş-Şer’iati ve Usulihe’l-Ammeti", Adlı Tebliği Teksir, 1. İslâm İktisat Toplantısında Sunduğu Tebliğ Mekke 1976.
_________,ed-Damânü fi’l-Fıkhi’l-İslâmi, I. Ma’hedü’l-Buhus ve’d-Dirâseti’l-Arabiyye, Dâru’l-Kütüb, Kahire trs.
ALİ HAYDAR, Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm, (Arapça), I-IV. Beyrut trs.
ALİYYAN, Şevket, "et-Te’min ve Bediluhu fi Nazari’l-İslâm", Adlı Tebliğ, 1. Uluslar Arası İslâm Konferansı Toplantısı, Mekke 1976.
ARSEVEN, Haydar, Sigorta Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul 1991.
ARMAĞAN, Servet,"Sigorta Konusu ve İki Belge", Adlı Makalesi Hukuk Fakültesi Halil Arslanlının Anısına Armağan, İÜHFY, İstanbul 1978.
ATTAR Abdünnasır Tevfik, "Hükmü’ş-Şer’iati’l-İslâmiyyeti fi’t-Te’min", Adlı Tebliği,Teksir, 1.İslâm İktisat Toplantısındaki Sunduğu Tebliğinde, Mekke 1976.
AVCI, Mustafa, İslâm’a Göre Sigorta, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1987,
BARDAKOĞLU, Ali, " Anonim Ortaklıkların Finansmanında Yeni Bir Araç Olarak Kâr ve Zarar Ortaklığı Belgesi" Adlı Makalesi, İslâm Ekonomisinde Finansman Meseleleri, Ensar Yayınları, İstanbul 1992.
_________,"Ribâ ", İİİGYA, III, Marmara Üni.İlahiyat Vakfı Yayınları, İstanbul 1997.
_________,"Sigorta", İnanç İbadet İtikat Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, IV. M. Ü.İlahiyat Vakfı Yayını, İstanbul 1997.
BALTACİ, Muhammed, "et-Te’min fi’l-Fikri’l-Fıkhi’l-Muasıra", Adlı Makalesi, (Diraset Arabiyye İslâmiyye Dergisi İçinde), Mecelletü’l Ezher, Kahire 1884.
_________, Ukud et-Te’min, Kuveyt 1982.
BAHİT, Muhammet, Ahkâmü’s-Sigorta, Nil Matbaası, 3. Baskı Mısır 1932.
BEHİY Muhammed, Nizâmü’t Te’min fi Hedyi Ahkâmi’l-İslâmi ve Darureti’l Muctemâ, Kahire 1965.
BERKİ Ali Himmet, Berki Ali Himmet, Açıklamalı Mecelle, 2. Baskı, Hikmet Yayınları, İstanbul 1979.
BEŞER, Faruk, İslâm’da Sosyal Güvenlik, DİBY, Ankara 1987.
_______," İslâm Şeriatı Açısından Sigorta", Adlı Tebliği, 1. Uluslararası İslâm Ticaret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri Kongresi, Şirket ve Yönetimi Finans ve Borsa, Zekat, Fâiz Sigorta, Tebliğler, Müzakereler, Sonuç Bildirileri, Kombad Yayınları, Konya 1997
BİRİNCİ ULUSLARARASI KONFERANSI, Mekke, 1976, Genel Tavsiyeler, No: 6.
BİLLAH, Mohd Masum, Life Insurance?An Islamic View, Arab Law Quarterly, Londra 1993.
BİLMEN, Ömer Nasuhi, Hukukî İslâmiyye ve İstılahatı Fıkhıyye Kamusu, Bilmen Yayınları, I-VIII, İstanbul 1985.
BOZER, Ali, Sigorta Hukuku, BTHAEY, Ankara 1965. 1986.
BÜYÜKDENİZ, Addan,"İslâmi Açıdan Sigorta" Adlı Makalesi, İzlenim Dergisi, sa. 40, Aralık 1996.
ÇEKER, Orhan,"Bir Sigorta Müessesesi Uygulama Projesi" Adlı Makalesi, İlim ve Sanat Dergisi, sa.43, Mart 1997.
CEMAL, Ahmet Muhammed, Ukudu’t-Te’min Beyne’l-İtiraz ve’t-Te’yid, Mekke 1980.
_________, Mecelletü’ş Şer’ia ve’l Kanun, "Teemmülât fi Mevâkı’l-fıkhı’l İslâmi min Kadiyyeti’l Te’min" adlı makalesinden, Birleşik Arap Emirlikleri Ü. Hukuk ve İslâm Hukuku Fakültesei. sa, 7,1993.
CEVZİ, İbn Kayyım, Muhammed b. Ebu Bekr, İ’lâmü’l-Muvakkıin an Rabbi’l-Alemin, II, Beyrut 1993.
CÜVEYCÂTİ Ârif, "Kelimetü Hakkın Havle Ukudi't-Te'min ve'r-Ribâ fi'l-İslâm" Zilkâde1321/ Nisan 1962; adlı risale el-Cezir Abdurrahman, "el-Fıkhu ale'l-Mezâhibi'l-Erbâ" İhlas Vakfı Yayınları, İstanbul 1966, III, s. 1-20, ek olarak verilmiştir.
ÇAĞRICI, "Karz ", İİİGYA, II. Marmara Üni.İlahiyat Vakfı Yayınları, İstanbul 1997.
DALGIN, Nihat, İslâm’ın Işığında Sigortacılık, Trabzon 1996.
_________," Kaza, Hayat ve İşsizlik Sigortalarına Yeni Bir Yaklaşım" Adlı Tebliği, s. 978-928; Muhammet Fazlı Yusuf,"Tekâfül İşletmesinin Kavramı ve İşleyişi Hakkında Kısa Tanıtma (İslâmi Sigorta)", 1. Uluslararası İslâm Ticâret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri Kongresi, Kombad Yayınları, Konya 1997.
DAVRAN, Bülent, Mukayeseli Medeni Hukuk Dersleri, İstanbul 1956.
DOMANİÇ Hayri, Faizle Karşılanamayan Zararların Giderilmesini Sağlayan BK. 105 ve Diğer Hükümleri, Seçkin Yayınevi, Ankara 1998.
DÖNDÜREN, Hamdi, Delilleriyle Ticâret ve İktisat İlmihali, Erkam Yayınları, İstanbul 1993.
DİYANET, Din İşleri Yüksek Kurulu, Diyanet Dergisi, sa. 83, Kasım 1997.
EBU CEYB, Sa’di, et-Te’min beye’l-Hatarı ve’l-İbahâ, Beyrut 1989.
EBU DAVUT, Süleyman b.el-Eş’as es-Sicistani, Sünen, Çağrı Yayınları İstanbul 1982.
EBUL MECİD, Hark, Min Ecli Te’mini’l-İslâmi Muâsır, Mısır 1993.
EKİNCİ, Ekrem Buğra, İslâm Hukuku’nda Sigorta ve Fâiz Hakkında bir Risâle” adlı Ârif Cuveycâti’nin risâlesini tercümesi, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, IV, sa.1-2. 2000.
ESEN, Bülent Nuri, Sigorta Bilgisi, Milli Eğitim Yayınları, Ankara 1945.
FAYSAL MEVLEVİ, Nizamü’t Te’min ve mevkıfu’ş-Şer’itai minhu, Beyrut 1988.
FARFUR, Abdüllatif,"Ukudu’t Te’min ve İâdetü’t-Te’min fi’l-fikhi’l-İslâmi Dirasetün Mukaranetün bi’l-Fıkhı’l Garbi"Adlı Tebliği, Fıkıh Akademisi Dergisi İçindeki Tebliğinde, sa. II, Riyad 1986.
GÖZÜBENLİ, Beşir, "İslâm Borçlar Hukukuna Göre Kredi İşlemlerinde Cari Olan Ribâ" Adlı Tebliği, 1. Uluslararası İslâm Ticaret Hukukunun Günümüz Meseleleri Kongresi, Kombad Yayınları, Konya, 1997.
_________, İslâm’da Para ve Fonksiyonları, AÜİF Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum 1986.
_________, İslâm Borçlar Hukukunda Karz Akdi ve Fâiz, Erzurum 1988.
_________, İslâm’da Para ve Fonksiyonları, AÜİF, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum 1986.
_________, “İslâm'da Faiz Yasağı ve Paralı Ekonomi”, Adlı Makalesi, İslâm Ekonomisinde Finans Meseleleri, Ensar Yayınları, İstanbul 1992
_________, İslâm’da Fâiz Yasağı ve Paralı Ekonomi", Adlı Tebliği,"İslâm Ekonomisinde Finansman Meseleleri, Ensar Yayınları, İlmi Tartışmalar Dizisi (III) İstanbul 1992
FRANK Knight, Risk, Uncertainity and Profit, Houghton Mifflin Company, Boston 1921.
GÜCENME, Ümit, Türkiye'de Sermaye Piyasasındaki Son Gelişmeler; Türkiye Bankalar Birliği Yayınları, Ankara1994.
GÜN, A.Emrullah, Sigorta Hukuku, Ankara,1947.
_________, Sigorta Rehberi, İstanbul 1942.
HAMİDULLAH, Muhammed, Islâma Giriş, Nur Yayınları, Ankara 1961.
HATEMİ, Hüseyin /Serozan, Rona / Arpacı, Abdülkadır, Borçlar Hukuku Özel Bölüm; Filiz Kitabevi, İstanbul 1992.
HEYET, İlmihal, İslâm ve Toplum, İSM Yayınları, I-II, İstanbul 1999.
HEYET, Para Fâiz ve İslâm, İstanbul 1987.
HEYET, El - İktisâdü’l-İslâmî, Cidde 1985.
HEYET, Fetevâ Hindiyye, Beyrut 1980.
HEYET, Karârâtün fi'l-İktisâdi’l İslâmî, Cidde 1987.
HIRŞ E, Türk Ticâret Hukuku Dersleri, İstanbul 1946.
HÜSEYİN, H. Hasan, Hükmü’ş-Şer’iati’l İslâmiyye fi Ukudi’t-Te’min, Daru’l-İtisam, Kahire trs.
İBN ABİDİN, Muhammed b. Emin, Reddü-l Muhtâr, I-VIII, İstanbul 1984.
_________, Mecmuatür Resâil, II, İstanbul 1325.
İBN KUDÂME, Ebu Muhammed Muvaffakuddin Abdullah, el-Muğni, IV, Beyrut 1992.
İBN MÂCE, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid b. Mâce, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul 1981.
İBN MANZUR, Muhammed b. Mukerrem, Lisanü’l Arab, Beyrut 1990.
İBN NÜCEYM, Eşbâh, ve’n-Nezâir, V Mısır 1904.
İBN RÜŞD, Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmet, Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyetü'l-Muktesid, Karaman Yayınları, I-II, İstanbul 1985.
İB IRWİNG, Ffeffer, Insurance and Economic Theory Homewood, Illinios Richard D. Irwin Inc, 1956.
NÜ'L-ESİR, İslâm Tarihi, (Ter: Beşir Eryarsoy), Bahar Yayınları, II, İstanbul 1995.
İMAM MÂLİK, b. Enes, el-Muvatta, Çağrı Yayınları, I-II, İstanbul 1981.
İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ, MEBY, 1977.
İSLÂM FIKIH AKADEMİSİ MECMUALARI, II, sa.2, s.544-1211.
İSLÂM FIKIH AKADEMİSİ, Kararlar ve Tavsiyeler, 1985-1989, Cidde’de 1-2-3-4.dönem toplantı Tebliğler ve Kararlar.
İSLÂM FIKIH AKADEMİSİNİN (Rabıtaya bağlı) 1397 h, Karar 5 Nolu Kararı.
İSLÂM FIKIH KURULU, Mecelletü’l-Buhusi’l-İslâmiyye, sa.19-20, Riyad 1407.
İSLÂM MEDENİYETİ, Üç Aylık Dini, İlmi Edebi Araştırmalar Dergisi, IV.sa.4, Ağustos 1980.
İŞCAN Yaşar, (Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi), Bkz. Güncel Dini Konular, DİBY, Ankara 1998.
KALACI Muhammed Revvas, Mebâhis fi’l iktisâdil İslâmi min Usuli’l fıkhıyye, Beyrut 1991.
KARAMAN, Hayrettin, Laik Düzende Dini Yaşamak, İz yayıncılık, İstanbul 1997.
_________, İslâm’a Göre Banka ve Sigorta, Nesil Yayınları, İstanbul 1992.
KARDÂVİ Yusuf, Fıkhu’z-Zekat, I-II, Beyrut 1991.
_________, İslâm’da Helal ve Haram, (Ter: Ramazan Nazlı), Hilal Yayınları, İstanbul trs.
KÂSÂNİ, Alaeddin Ebu Bekir b. Mesud, Bedâi’u’ş-Sanâi’ fi Tertibi’ş-Şerâi, I-VII, Kahire 1910.
KENDER,Rayegân,Türkiye’de Hususi Sigorta Hukuku, Filiz Yayınları, İstanbul 1995.
KURUCAN, Ahmet, Yeni Bir Fıkhı Açı, Işık Yayınları, İzmir 1998.
MALİK, b. Enes, el-Muvatta,Çağrı Yayınları, I-II, İstanbul 1981.
MERGİNÂNİ, Ali Bekr, el-Hidâye Şerhu Bidâyeti’l—Mübtedi, I-IV, Fethu’l-Kadir ile Birlikte, İstanbul 1986.
MISRİ, Abdüssemi, et-Te’minü’l-İslâmi, Kahire 1987.
________, Meseleler, Sebil Yayınları, İstanbul 1995.
MUSTAFA SABRİ,Şeyhülislâm, Beyânü’l-Hak Mecmuası, sa. 4, IV, s. 1858-1861; aynı müellifin Beyânü’l-Hak Mecmualarında sa. 102, IV. s. 1890-1894; Beyânü’l-hak isimli ilmi mecmuada "Din-i İslâm’da Hedef-i Münükaşa Olan Mesâil" ünvanıyla neşredilen müteselsil makalelerin bir araya toplanmasıyla kitap haline getirilmiştir.
MUSLEH-UD-DİN, Mohammad, Insurance And Islamıc Law, Londra 1969.
MÜSLİM, Ebu’l Hüseyin b. el-Haccac b.Müslim el-Kuşeyri en-Nisaburi,Câmiu’s-Sahih,(Sahihu Müslim), Çağrı Yayınları, İstanbul 1981.
NECİP, EL-MUTİ Muhammed., (İmam Nevevi’nin el Mecmu adlı kitabının tetimmesini yazan) Tekmiletü Kitabi’l-Mecmu (Nevevi'nin eseri olan el-Mecmu ile Birlikte) XIII Cidde trs.
NEZİH Hammad, İktisâdî Fıkıh Terimleri, (Çev: Recep Ulusoy), İz yayıncılık, İstanbul 1996,"Garar", s.103.
OĞUZMAN, Kemal-ÖZ Turgut, Borçlar Hukuku, Filiz Yayınları, İstanbul 1995.
OMAĞ, M. Kemal, Banka ve Sigorta Hukuku, AÜAÖF Yayınları, Eskişehir 1995.
ÖZEL, Ahmet, İslâm Hukuku’nda Ülke Kavramı:Dâr’ul-islâm Dâr’ul-harb, 4. Baskı, İstanbul 1991.
________, "Dâru’l İslâm ve Dâru’l Harp ", İ.İ.İ.G.Y.A, I. Marmara Üni.İlahiyat Vakfı Yayınları, İstanbul 1997.
________, "Dâru’l İslâm ve Dâru’l Harp ", D.V.İ.A, VIII, Marmara Üni.İlahiyat Vakfı Yayınları, İstanbul 1997.
________, " İslâm hukukunda Ülke Kavramı ve Düşman Ülkelerinde Ticâri İlişkiler’ Adlı Tebliği, 1. Uluslararası İslâm Ticaret Hukukunun Günümüz Meseleleri, Kongresi, Kombad Yay, Konya 1997.
ÖZSOY, İsmail," Fâiz" DVİA, XII, s. 110-26;
ÖZSOY, İsmail, Fâiz ve Problemleri, Nil Yayınları, İzmir 1993.
RASHİD’, S. K." Insurance in İslâmic Law", K. Laws, I.I.U, (n.d. and unpublished) Malaysia 1980.
REŞİT RIZA, Muhammed; Fetevâ, Cem' ve Tahkik: Salâhu'd-Din el-Müncid ve Yusuf Huvâari, 1. Baskı, Dâru'l-Kitabi'l-Cedid, Beyrut 1970.
SALUS, Ali Ahmet, el-Muamelatü’l-Mâliye el-Muasıra fi Mizani’l Fıkhı’l İslâmi, Kahire 1987.
SEMÂHİ Muhammed Muhammed, "Bedilün li’t-Te’min", 1976 yılında 1. İslâm İktisat Toplantısında sunmuş olduğu tebliği,Teksir, s. 37-40.
SCHACHT, J., İslâm Hukukuna Giriş, (Ter: M. Dağ, A. Şener), Ankara 1986.
SERAHSİ, Şemsüddin Muhammed b. Ahmet Ebu el-Mebsut, I-XXX, Beyrut 1978.
ŞEN, Murat, İş Kanunları Sosyal Güvenlik Kanunları, Detay Yayınevi, Ankara 2008.
SEYİDOĞLU Halil, Ekonomik Terimler Sözlüğü, Güzem Yayınları, Ankara 1992.
SENUSİ Ahmet Taha, "Akdü’t-Te’min fi’t-Teşrii’l-İslâmi" Adlı Tebliği, Mecelletü’l-Ezher, XXV/2-3, Kahire 1954.
ŞİRBİNİ Muhammed Hatip, Muğni’l Muhtaç ilâ Mârifeti Meâni Elfâzı’l-Minhâc, I-IV, Beyrut trs.
TEMİMİ, Recep, "et-Te’min ve iâdetü’t Te’min" Adlı Tebliği, (Fıkıh Akademisi Dergisi İçinde), II, sa. 2. s. 555-558, Riyad 1986.
ULVAN, Abdullah Nasıh, "Hükmü'l-İslâm fi't-Te'min" Daru'l-İslâm, Cidde 1987.
YAZIR, Elmalı M. Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, I-X, Feza Yayınları, İstanbul trs.
YÖRÜK, K. Abdülhak, Hukukun Umumi Prensipleri, İÜHFY, İstanbul 1949.
ZEKİ, Muhammed es-Seyyid, Nazariyetü’t-Te’min fi’l-Fıkhı’l-İslâmi, Kahire 1986.
ZERKA, M. Ahmet, Nizâmü’t-Te’min Hakikatühü ve-er-Ra’yüş-Şer’iyyi fihi, Beyrut 1984-1404 h.
_________,"et-Te’min ve İadetü’t-Te’min", Adlı Tebliği, Fıkıh Akademisi Dergisi İçinde, II, sa. 2, Riyad 1986-1407 h.
ZEYTİNOĞLU, Erol, Para Fâiz ve İslâm, İslâm’da ve Diğer Sistemlerde Fâiz, İİAVY, İstanbul 1987.
ZÜHAYLİ, Vehbe, "et-Te’min ve İâdetü’t-Te’min" Adlı Tebliği, (Fıkıh Akademisi Dergisi İçinde), II. sa. 2, Riyat 1986.
_________,el-Fıkhu’l-İslâmiyyü ve Edilletühü, Daru’l-Fikr, I-VIII, Dimeşk 1989.
_________,İslâm Fıkıh Ansiklopedisi, ( Ter: Heyet), Feza Yayınları, I-X, İstanbul 1994.
§ Dr. Erzincan Üniversitesi İlahiyat Meslek Yüksekokulu Öğretim Elemanı
[1] Mısır’da oluşturulan Mecme’u’l-Buhûsi’l-İslâmiyye (İslâmî Araştırmalar Meclisi) tarafından sigorta konusu hakkında sempozyum düzenlemiştir. Bu sempozyumun karar metninin 2. maddesine göre, “devletin maaş sistemi ve bazı devletlerde tatbik edilen sosyal yardımlaşma ve dayanışma teknikleri ile diğer bazı devletlerdeki sosyal sigorta kurumları, câiz olan muameleler kabul edilmiştir.” İslâm Fıkıh Akademisi Mecmuaları, C. II, sa. 2. Riyad 1986, s. 731; Suudi Arabistan’da İslâm Konferansı Teşkilatına bağlı "İslâm Fıkıh Akademisi" ve Rabıta’ya bağlı Fıkıh Akademisi (Mecma’u’l-Fıkh) tarafından 1976 - 1978 - 1985’de sunulan tebliğler ve karar metinleri için bkz."Mecelletü Mecmei’l-Fıkhı’l-İslâmî", II, sa. 2, s. 544 -1211’de toplanmıştır. Vehbe, Ali Tevfik, "Çağdaş Hukukta ve İslâm Hukukunda Sigorta, (Çev: Servet Armağan), Mukâyeseli Hukuk Araştırmalar Dergisi, İstanbul Üniversitesi Mukayeseli Hukuk Enstitüsü Yayınları, sa.10, İstanbul 1973, s. 97-99; Hamidullah, Muhammed, İslâma Giriş, Nur Yayınları, Ankara 1961, s. 200; Dalgın Nihat, İslâm’ın Işığında Sigortacılık, Trabzon 1996, s. 304; Heyet; (Karaman; Hayretten, Bardakoğlu, Ali, Ayapdın Yunus), İlmihal (İslam ve Toplum), Türkiye Diyanet Vakfı İsam Yayınları, II, s. 453; Karaman, Hayrettin, İslâm’a Göre Banka ve Sigorta, Nesil Yayınları, İstanbul 1992, s. 255-265.Ülkemizdeki sosyal sigortalar kanunu hakkında bkz. Şen, Murat, İş Kanunları Sosyal Güvenlik Kanunları, Detay Yayınevi, Ankara 2008, s. 439 vd.
[2] Taf. bkz. Abduh, Abdülmuttalib, "et-Te'minü-l-İslâmiyyü", Daru'l-Kitâbi'l-Câmî, Kahire 1988, s. 1-237; Yusuf Muhammed Fazlı, "Brıef Outlıne Of On The Concept And Operatıonal System Of Takaful Busıness (Islamıc Insurance)", Adlı Tebliğ, 1. Uluslararası İslâm Ticaret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri Kongresi, Kombad, Konya, 1977, s. 955-968; Dalgın, a.g.e, s.233-300.
[3] Sigorta, bir çok İslâm konferansında müzakere konusu yapılmıştır. Sigorta konusunda ilk tespit edebildiğimiz sempozyum 1961’de Şam üniversitesi konferans salonunda "İslâm Hukuk Haftası" adı altında tertip edilen ve çeşitli İslâm ülkelerinden bir çok İslâm hukuk bilgininin katıldığı kongrenin ikinci tebliğ konusu sigorta olup "İslâm Hukuku Zaviyesinden Sigorta" adlı tebliğini ilk önce genişçe M. Ahmed ez-Zerka sunmuştur. Daha sonra 1965 yılında Kahire’de toplanan İslâm Araştırmalar Kongresi, 1969 yılında yılında Kuala Lumpur da yapılan kongrede, 1972’de Libya’da ve 1976 yılında Mekke’de yapılan Birinci Uluslararası İslâm Ekonomisi Konferansı, 1985’de İslâm Fıkıh Akademisi Cidde’de gerçekleştirdiği 2. dönem toplantılarında, Son olarak da ülkemizde 1. Uluslararası İslâm ticâret hukukunun günümüzdeki meseleleri kongresi 29 Eylül 1996 tarihi’nde Konya’da gerçekleştirmiş olduğu toplantıda sigorta konusu müzakere edilmiştir. Bütün bu toplantılardan elde edilen sonuç, devlet teşekküllü sigortaların genellikle caiz olduğu, ticârî sigortaların ise garar, kumar ve ribâ unsuru taşıdığından câiz olmadığıdır. Ancak Müslümanlar, yardımlaşma amaçlı alternatif sigorta modelleri gerçekleştirmek zorunda olduğu da ifade edilmiştir. Bu tartışmalar hakkında geniş bilgi için İslâm Fıkıh Akademisi dergisinde veya sigorta hakkında yapılan çalışmalarının hemen hemen bütününde karar metinlerini ve müzakerelerini bulmak mümkündür. Bkz. Musleh-Ud-Din, Mohammad, Insurance And Islamıc Law, Londra 1969, s. 153-165; Zerka, M. Ahmet, "et-Te’min ve İadetü’t-Te’min", Adlı Tebliği, Fıkıh Akademisi Dergisi İçinde, II, sa. 2, Riyad 1986-1407, s. 610-733. Müslüman toplumlarda, çağdaş problemler ve çözüm yolları hakkında düzenlenen sempozyumlarda sigortayla ilgili sunulan tebliğler ve ortak karar metinleri El - İktisâdü’l-İslâmî, Cidde 1985 s.1- 606; Karârâtün fi'l-İktisâdi’l İslâmî, - Cidde 1987, s. 1-439. Ayrıca Mısır’da İslâm Fıkıh Kurulu (Mecma’u’l-Buhus), çağdaş problemlerden biri olan sigorta konusunu ele almış "Mecelletü’l-Buhusi’l-İslâmiyye", sa. 19. Riyad 1987. s. 1-133; sa. 20, s. 1-144 iki dergi halinde yayınlamıştır.
[4] İslâm Konferansı Teşkilatı, İslâm Fıkıh Akademisi, Kararlar ve Tavsiyeler, Karar 9, İstanbul 1995, s. 20; Faysal Mevlevi, Nizamü’t Te’min ve mevkıfu’ş-Şer’iati minhu, Beyrut 1988, s. 143-155. Abduh, A., a.g.e, s. 198-199. Bardakoğlu Ali, "Sigorta", İnanç İbadet İtikat Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, IV. s. 125. Taf. bkz. 1965 yılında Kahire’de toplanan İslâmi Araştırmalar Kongresi, 1969 yılında Kuala Lumpur’da yapılan kongrede de hep aynı kararlar çıkmıştır. Daha sonra 1975-1976-1977 yıllarında Mekke’de yapılan 1.ve 2. Uluslararası İslâm Kongresi, bkz. MBİD, sa. 19, s. 93; Musleh-ud-dın, a.g.e, s. 143; Dalgın, a.g.e, s.158; Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu, Diyanet Dergisi, sa. 83, Kasım 1997, s. 22; İşcan Yaşar, (Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi), bkz. Güncel Dini Konular, DİBY, Ankara 1998, s. 195-222.
[5] Kur'ân-ı Kerim’in "iyilik ve takva üzerinde yardımlaşmaya" (Mâide, 5/2) çağırması ve "Müslümanların birbirlerinin yardımcıları" (Tevbe, 9/71) olduğunu ifade etmesinin de birer sosyal tedbir gayesine yönelik olduğu söylenebilir. "Sadakalar (zekatlar); Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, zekat işinde çalışanlara, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda kalmışlara aittir. Allah bilendir, hâkimdir." (Tevbe 9/60) Hadislerde, "Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin ihtiyacını görürse, Allah’ta onun ihtiyacını görür. Kim bir müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah’ta o sebeple onu, kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır." (Buhâri, Nikah 45)
[6] Taf. bkz. İbn Âbidin Muhammed b. Emin, Hâşiyetü Reddü-l Muhtâr ale'd-Dürri'l-Muhtâr, İstanbul 1984. IV. s. 166-170; aynı konu Mecmuatür Resâil, İstanbul 1325. II, s. 175-177.
[7]Zerka, M. Ahmet, Nizâmü’t-Te’min Hakikatühü ve-er-Ra’yüş-Şer’iyyi fihi, Beyrut 1984-1404h, s. 21; MBİ Kurumunun düzenlediği sempozyumların bir özeti için bkz. Ebu Ceyb, Sa’di, et-Te’min beye’l-Hatarı ve’l-İbahâ, Beyrut 1989, s. 11; Faysal Mevlevi, a.g.e, s. 10; MBİD, sa. 20, s. 21.
[8] Ebu Ceyb, a.g.e, s. 11; Faysal Mevlevi, a.g.e, s. 10; Arseven, Haydar, Sigorta Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul 1991, s. 10; Abduh, İsa, et-Te’min Beyne’l Hilli ve’t Tahrim, Dâru’l - İ’tisam, Kâhire trs, s. 16-18.
[9] Taf. bkz. Bozer, Ali, Sigorta Hukuku, BTHAEY, Ankara 1965, s. 5.
[10] Garar; lügatta, "tehlike (=risk), bilmemek, aldanmak, kişinin bilmeden canını veya malını tehlikeye sokması, meçhul alış veriş" gibi manalara gelmektedir. Cevzi, İbn Kayyım, Muhammed b. Ebu Bekr, İ’lâmü’l-Muvakkîn an Rabbi’l-Alemin, II, Beyrut 1993, s. 7; Bilmen, Ömer Nasuhî, Hukukî İslâmiyye ve İstılahâtı Fıkhıyye Kâmusu, Bilmen Yayınları, VI, İstanbul 1985, s. 24; Ali Haydar, Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm, I, Beyrut trs, s. 156-161; Nezih Hammad, İktisâdî Fıkıh Terimleri, (Çev: Recep Ulusoy), İz yayıncılık, İstanbul 1996,"Garar Md", s.103.
[11] Bunların başında Mustafa Ahmet Zerka, Ali Hafif, Muhammet selam Medkur, Yusuf Musa ve Senhuri Abdulvehhab Hallaf gibi İslâm hukuk bilginleridir. Ayrıca Riyad’daki fıkıh Akademisindeki tartışmalara tebliğiyle katılan Şia fakıhlerinden Muhammet Ali Teshiri de bu gurup içinde yer almaktadır. Bu konuda her birinin ortaya attığı deliller birbirleriyle iç içe ve benzer durumdadır. Zerka'nın deliller daha kapsamlı ve daha şümullü ve güçlüdür. Diğer İslâm hukuk bilginleri cevaz hususunda Zerka’nın görüşleri doğrultusunda fikir beyan etmişlerdir. Zerka," a.g.e, 1-195; Bu eserin birinci kısmı Hayrettin Karaman tarafından " İslâm'a Göre Banka ve Sigorta" adı altında tercüme edilmiştir. Ayrıca Zerka’nın tebliği ve Ebu Zehra’ın ona cevabı 1962 yılında “El-Hadarâtü’l İslâm” adlı Mısır dergisinin 5. sayısında da yayınlanmıştır. Sigortayı caiz gören veya görmeyen bilginleri ve gerekçeleri için bkz. Ulvan, Abdullah Nasıh, "Hükmü'l-İslâm fi't-Te'min" Daru'l-İslâm, Cidde 1987, s.1- 63.
[12] Bakara Süresi 2/279.
[13] Ebu Davut, Süleyman b.el-Eş’as es-Sicistani, Sünen, Çağrı Yayınları İstanbul 1982, Buyu’, 5; Müslim Ebu’l Hüseyin b. el-Haccac b. Müslim el-Kuşeyri en-Nisaburi, Câmiu’s-Sahih,(Sahihu Müslim), Çağrı Yayınları, İstanbul 1981, Hac, 147; İbn Mâce, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid b. Mâce, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul 1981, Menâsik 76, 84; İmam Mâlik, b. Enes, el-Muvatta, Çağrı Yayınları, I-II, İstanbul 1981, Buyu’ 83.
[14] İbn Manzur, Muhammed b. Mukerrem, Lisânü’l Arab, Beyrut 1990, XIV, 304; Yazır, Elmalı M. Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, II, Feza Yayınları, İstanbul trs, s. 236; Zeytinoğlu, Erol, Para Fâiz ve İslâm, İslâm’da ve Diğer Sistemlerde Fâiz, İİAVY, İstanbul 1987, s. 104.
[15] Özsoy, İsmail, Fâiz ve Problemleri, Nil Yayınları, İzmir 1993, s. 59.
[16] Merginâni, Ali Bekr, el-Hidâye Şerhu Bidâyeti’l—Mübtedi, III, Fethu’l-Kadir ile Birlikte, İstanbul 1986, s. 61.
[17] Schacht J., İslâm Hukukuna Giriş, (Ter: M. Dağ, A. Şener), Ankara 1986, s. 152.
[18] Şirbini, Muhammed Hatip, Muğni’l Muhtaç ilâ Mârifeti Meâni Elfâzı’l-Minhâc, II, Beyrut trs, s. 21; İbn Nüceym, Eşbâh, ve’n-Nezâir, V Mısır 1904. s. 135.
[19]Taf bkz. Heyet, İlmihal, II, s. 415; Gözübenli, Beşir, “İslâm Borçlar Hukukuna Göre Kredi İşlemlerinde Cari Olan Ribâ" Adlı Tebliği, 1. Uluslararası İslâm Ticaret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri Kongresi, Şirket ve Yönetimi Finans ve Borsa, Zekat, Fâiz Sigorta, Tebliğler, Müzakereler, Sonuç Bildirileri, Kombad Yayınları, Konya 1997. s. 608.
[20]Taf bkz. Gözübenli, “İslâm'da Faiz Yasağı ve Paralı Ekonomi”, Adlı Makalesi, İslâm Ekonomisinde Finans Meseleleri, Ensar Yayınları, İstanbul 1992, s. 79-96; Heyet, İlmihal, II, s. 415.
[21] “Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma hurmayla ve tuz tuzla misli misline, birbirine eşit olarak peşin satılırlar. Bu maddeler farklı cinsten olduğu zaman, peşin olmak şartıyla istediğiniz gibi satın.” “Kim fazla verir veya alırsa faize düşmüş olur. Bu konuda alan da veren de eşittir.’ Müslim, Müsâkât 82.
[22] İbn Rüşd Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmet, Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyetü'l-Muktesid, Karaman Yayınları, II, İstanbul 1985, s. 503.
[23]Aslında sabit bir oran ve miktar olan fâiz, sermayenin verimliliğine sınır koymakta, onu çoğu zaman kısa vadeli yatırımlara yönlendirmekte, emeğin üretimden yeterli payı almasını önlemektedir. Bunun için İslâm, sermayenin üretim ve kardan sabit bir pay alarak bütün risk ve sorumluluğu emeğe yüklemesine karşı çıkmış, sermayenin payını değişken bir oran/miktar üzerine oturtarak emek-sermaye arasında makul bir denge kurmuştur. Taf. bkz. Heyet, İlmihâl, II, s. 418.
[24]Heyet, Para Fâiz ve İslâm, İstanbul 1987, s. 88.
[25] Bakara, 2/275.
[26]Taf bkz. Taf bkz. Bardakoğlu, "Ribâ ", İİİGYA, III, s. 584; Özsoy İsmail," Fâiz" DVİA, XII, s. 110; Gözübenli, "İslâm Borçlar Hukukuna Göre Kredi İşlemlerinde Cari Olan Ribâ" Adlı Tebliği, s. 607-659.
[27] Taf bkz. Özsoy, a.g.e, s. 1-13.
[28] Bakara 2/279.
[29]Sanayi devriminden sonra sermayenin üretimdeki öneminin artması, harcanan ile elde edilen mahsulün karşılaştırılması açısından sermayeye ödenen fâiz ile kârın ayrı ele alınmasını gerektirmiştir. Sonuçta, ribâ yasağının, kanuna, örf ve adetlere ve ahlâka aykırı ölçüde alınan mürekkep ve tefecilik fâizleri için geçerli olduğu, üretimde kullanılmak amacı ile alınan ödünçlerin bu yasağın dışında tutulması gerektiği savunulmuştur. Bu bağlamda İslâm'daki fâiz yasağının ülkedeki ekonomik gelişmeyi etkilediği ve bankacılık sektörünün gelişmesine de engel olduğu söylenir. Taf bkz. Domaniç Hayri, Faizle Karşılanamayan Zararların Giderilmesini Sağlayan BK. 105 ve Diğer Hükümleri, Seçkin Yayınevi, Ankara 1998, s. 364.
[30] Ebu Dâvud, Buyu', 71; Tirmizi, Buyu' 63-65.
[31] Ebu Dâvud, Buyu' 68.
[32] İslâm hukukçuları ülke ayrılığının hükümlere tesiri açısından, ülkeleri, dârü’l-islâm ve dâru’l-harb adını vererek ikiye ayırmış, buna bağlı olarak dâru’l-harb’de bazı hükümlerin değişip değişmeyeceği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Taf. bkz. İbn Âbidin, Reddü-l Muhtâr, IV. s. 159-171; aynı müellifin Mecmuatür Resâil, II. s. 175-177.
[33]Taf bkz. Serahsi, Şemsüddin Muhammed b. Ahmet, el-Mebsut, I-XXX, Beyrut 1978, XIV, s. 56; Kâsâni, Alaeddin Ebu Bekir b. Mesud, Bedâi’u’ş-Sanâi’ fi tertibi’ş-Şerâi, V, Kahire 1910, s. 192; İbn Âbidin, Reddü-l Muhtar, IV. s. 188; Feteva’i-Hindiyye, III, s. 248; Özel Ahmet, İslâm Hukuku’nda Ülke Kavramı: Dâr’ul-islâm Dâr’ul-harb, 4. Baskı, İstanbul 1991, s.109-285; aynı müellifin "Dâru’l-harb-Dâru’l-İslâm", DVİA, VIII, s. 536-537-542; "Dâru’l-harb-Dâru’l-İslâm", İİİGYA, I. s. 384-385.
[34]Bu risalede merhumun cevabının özeti şudur. İslâm'a göre malların tazmin edilmesi iki yoldan birisiyle olabilir. 1. Kefalet yolu. 2. Tecâvüz ve itlaf yolu. Sigorta sözleşmesi kefâletin şartlarını taşımıyor. Öte yandan sigortalı malın helak ve zayi olması, sigorta şirketinin haksız bir fiili ile de olmamıştır. İslâm'a göre ödeme şartları gerçekleşmemiştir. Görüldüğü gibi merhum İbni Âbidin'in yolunu takip ettiği anlaşılmaktadır. Dar manada kusur ilkesinin yer aldığı anlayışı burada da görmekteyiz. Taf. bkz. Bahîtü’l-Mûtî, Muhammet, Ahkâmü’s-Sigorta, Nil Matbaası, 3. Baskı Mısır 1932, s. 11-17. Daha sonra bir çok mısır müftüsü sigorta hakkında resmi fetva vermişlerdir. Taf. bkz. Salus Ali Ahmet, el-Muamelâtü’l-Mâliye el-Muasıra fi Mizâni’l Fıkhı’l İslâmi, Kahire 1987, s. 357.
[35]The Consolidated. İngiliz kumpanyasına sigorta ettirmem için memurlarınız tarafından vukubulan müracatları bugüne kadar neticesiz kalıp, çünkü şer’an mâni olduğu zannedilerek kendilerine karşı tarafımdan cevabı red vermişidim. Hakikaten bir adam ailesinin saadeti halini düşünmek hali hayatında en mukaddes bir vazifesi olduğu tabii bulunduğundan şu hal her gün zihnimi işgal etmekte idi. Bu kere Fetvahaneyi Aliyeden istihsal ettiğim ve leffen takdim kılınan Fetvayı Şerife üzerine sigorta kumpanyası ile bir sözleşme icra edersem manii şerisi olmadığı hatta vefât etsem bile vereselerime irsen intikal eden sigorta meblağın helal olduğunu, şer'an bir mahzur olmadığını kanaat hasıl ettiğim cihetle The Consolidated İngiliz hayat sigortasına bin lirayı Osmâniye mukabil ve 20 sene müddetle hayatımı müsait zamanımızın lütfen işarı ile ihtirâmâtı mahsusamın kabulü rica olunur efendim. 21Teşrinievvel 1329. Boğaziçinde Kandilli’de sakin giritli dava vekili Hasan Rıfat.Yabancı memleketteki şirketlerde hayat sigortası yaptırmağa cevaz veren fetva (müracaat- istida ): 29 Zilkade 1331 tarih ve Fetvahane-i Ali/3657 nolu istida
[36] İşbu fetvanın ve Hasan Rıfat Beyin mektubu asliyeleri The Consolidated İngiliz hayat sigorta kumpanyasının yedinde mahfuzdur. Bkz. Akpınar, Turgut, Tarihte Sigorta ve Yurdumuzda Sigortaya Dair İlk Fetvalar, Tarih ve Toplum, (Aylık Ansiklopedik Dergi) İletişim Yayınları, XIII sa. 75 Mart İstanbul 1990, s. 166. Hırş E, Türk Ticâret Hukuku Dersleri, İstanbul 1946, s. 831; Esen Bülent Nuri, Sigorta Bilgisi, Milli Eğitim Yayınları, Ankara 1945, s. 11; Gün A. Emrullah, Sigorta Hukuku, Ankara,1947, s. 12; aynı müellifin Sigorta Rehberi, İstanbul 1942, s. 4; Davran, a.g.e, s. 33-34; Karaman, a.g.e, s.15; Armağan, Servet,"Sigorta Konusu ve İki Belge", Adlı Makalesi Hukuk Fakültesi Halil Arslanlının Anısına Armağan, İÜHFY, İstanbul 1978, s, 253-270.
[37] Mustafa Sabri, Şeyhülislâm, Beyânü’l-Hak Mecmuası, sa. 4, IV, s. 1858-1861; aynı müellifin Beyânü’l-Hak Mecmualarında sa. 102, IV. s. 1890-1894; Beyânü’l-hak isimli ilmi mecmuada "Din-i İslâm’da Hedef-i Münükaşa Olan Mesâil" ünvanıyla neşredilen müteselsil makalelerin bir araya toplanmasıyla kitap haline getirilmiştir. Meseleler, Sebil Yayınları, İstanbul 1995, s.117.
[38]Cuveycâtî Ârif, "Kelimetü Hakkın Havle Ukudi't-Te'min ve'r-Ribâ fi'l-İslâm" Zilkâde1321/ Nisan 1962; adlı risale Cezir Abdurrahman, "el-Fıkhu ale'l-Mezâhibi'l-Erbâ" İhlas Vakfı Yay, III, İstanbul. 1966, s. 1-20, ek olarak verilmiştir.Ayrıca Cuveycâtî’nin bu risâlesi Ekinci, Ekrem Buğra tarafından tercüme edilerek makale halinde yayınlanmıştır. Bkz. Ekinci, “İslâm Hukukunda Sigorta ve Fâiz Hakkında Bir Risâle” adlı makale, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, IV, sa.1-2. 2000. s. 597-613.
[39]1962 yılında Mısır’da yayınlanan “el-Hadarâtü’l İslâmiyye” dergisinin 5. sayısında yayınlanmıştır. Nakille, Karaman, Banka ve Sigorta, s. 220; Faysal Mevlevi, a.g.e, 143-155.
[40] Taf.bkz. Ekinci, a.g.m, s. 597-613.
[41] İslâm Medeniyeti, Dergisi, Üç Aylık Dini, İlmi Edebi Araştırmalar, IV. sa.4, Ağustos 1980, s. 97-106; Karaman, Banka ve Sigorta, s. 24; Karaman, Laik Düzende Dini Yaşamak, İz yayıncılık, İstanbul 1997, s. 110.
[42] Altın gümüş gibi bkz. Müslim, Müsâkât 82.
[43] Baltacı, Muhammed, Ukud et-Te’min, Kuveyt 1982, s. 110-114, Faysal Mevlevi, a.g.e, s. 120; Abduh, İsa, a.g.e, s. 62.
[44]Çağdaş problemler ve çözüm çareleri hakkında, iktisâdî alanda dünyada, milletlerarası toplantılar düzenlenmiştir. Dünyada fâize dayalı ekonominin ortaya çıkarttığı güvensizlik ve sömürü iktisâdî alanda yeni arayışları beraberinde getirdi. Sonuçta üretime ve karşılıklı risk esasına dayalı fâizsiz ekonomi gittikçe rağbet görmeye başladı. İktisâdî alanda bu arayış bir alternatif olarak fâizsiz finans kurumları ve fonksiyonlarına dikkati çekmeye başladı. Finans kurumlarının, bünyelerinde verdikleri sosyal güvenlik hizmetleri de bu kurumlara ilgiyi daha da artırdı. Bu kuruluşlar bünyelerindeki zekat veya karşılıklı yardımlaşma esasına dayanan fonlarla bir tür sigorta hizmeti vermektedirler.Alternatef öneriler için bkz. Çeker, Orhan,"Bir Sigorta Müessesesi Uygulama Projesi" Adlı Makalesi, İlim ve Sanat Dergisi, sa.43, Mart 1997. Kardâvi Yusuf, Fıkhu’z-Zekat, II, Beyrut 1991, s. 880; aynı müellifin İslâm’da Helal ve Haram, (Ter: Ramazan Nazlı), Hilal Yayınları, İstanbul trs, s. 393; Kurucan Ahmet, Yeni Bir Fıkhı Açı, Işık Yayınları, İzmir 1998, s.179; Abduh İsa, a.g.e, s. 179-183.
[45] Abduh, A., a.g.e, s. 198-199.
[46] İFAM, II, sa. 2. s. 731.
[47]Taf. bkz. Beşer, "İslâm Şeriatı Açısından Sigorta", Adlı Tebliği, 1. Uluslararası İslâm Ticaret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri Kongresi, Şirket ve Yönetimi Finans ve Borsa, Zekat, Fâiz Sigorta, Tebliğler, Müzakereler, Sonuç Bildirileri, Kombad Yayınları, Konya 1997, s. 844-874; Dalgın, "Kaza, Hayat ve İşsizlik Sigortalarına Yeni Bir Yaklaşım" Adlı Tebliği, s. 978-928; Muhammet Fazlı Yusuf, "Tekâfül İşletmesinin Kavramı ve İşleyişi Hakkında Kısa Tanıtma (İslâmi Sigorta)", 1. Uluslararası İslâm Ticâret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri Kongresi, Kombad Yayınları, Konya 1997, s. 931-956.
[48] Dalgın, a.g.t, s.920
[49] Beşer, a.g.e, s. 180;Dalgın, a.g.e, s. 141-158.
[50] Beşer, a.g.t, s. 866.
[51] Faysal Mevlevi, a.g.e, s. 124; Ebu Ceyb, a.g.e, s. 36; Abbas, Hüsnü, Akdü’t Te’min fi’l Fıkhhi’l İslâmi ve’l Kanun Mukaren, Kahire trs, s. 65-67; Attar, Abdunnasır Tevfik, "Hükmu’ş-Şeriati’l-İslâmiyyeti fi’t-Te’min",Teksir, 1. Uluslararası İslâm Ekonomisi Konferansında sunulan Tebliğ, Mekke 1976, s. 48; Kalacı, Muhammed Revvas, Mebâhis fi’l iktisâdil İslâmi min Usuli’l fıkhıyye, Beyrut 1991 s.131; Zühayli, Vehbe, "et-Te’min ve İâdetü’t-Te’min" Adlı Tebliği, (Fıkıh Akademisi Dergisi İçinde), II. sa. 2, Riyat 1986 s. 550; Abbas, Hüsnü, "es-Siyâsetü’l-Mâliyye li Devleti’l-İslâmiyye" Adlı Makalesi, Mecelletü’l Şer’ia ve’d-Dirâsati’l İslâmiyye, V/10. Kuveyt 1988, s. 43; MBİD, sa. 19, s. 104; Mısri, Abdüssemi, et-Te’minü’l-İslâmi, Kahire 1987, s.10.
[52] Zeki M, a.g.e, s. 117; Ali Hafif, "et-Te’min ve Hükmühü ala Hedyi’ş-Şer’iati ve Usulihe’l-Ammeti", Adlı Tebliği Teksir, 1. İslâm İktisat Toplantısında Sunduğu Tebliğ Mekke 1976. s. 33.
[53]Ebu Ceyb, a.g.e, s. 36; Aliyyan, Şevket, "et-Te’min ve Bediluhu fi Nazari’l-İslâm", Adlı Tebliğ, 1. Uluslar Arası İslâm Konferansı Toplantısı, Mekke 1976,Teksir, s. 14 vd; Attar, a.g.t, s. 23; Recep Temimi, İFAM; II, sa. 2, s. 557.
[54] Musleh-Ud-Din, a.g.e, s. 158 Muhammed Zafuriddin’in böyle düşündüğünü zikretmektedir.
[55] İslâm’da fâiz yasağının şumûlü hak. bkz. Gözübenli, İslâm’da Para ve Fonksiyonları, AÜİF, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum 1986, s. 118.
[56] Bkz.Özsoy, a.g.e, s. 367.
[57] Ebu’l Mecid Hark, Min Ecli Te’mini’l-İslâmi Muâsır, Mısır 1993, s. 43.
[58] Abduh, İsa, a.g.e, s. 41.
[59] Bkz. Faysal Mevlevi, a.g.e, 33-35.
[60]Kardâvi, Yusuf, İslâm’da Helal ve Haram, (Ter: Ramazan Nazlı), Hilal Yayınları, İstanbul trs, s. 391.
[61] Faysal Mevlevi, a.g.e, s. 61; Necip el-Muti, a.g.e, XIII, 419-469.
[62] Bkz. İbn Âbidin, Şeyh Muhammet Bahit el-Mutii (Mısır Eski Müftüsü), Şeyh Abdurrahman Mahmut Karra (Mısır Eski Müftüsü), Şeyh Ahmet İbrahim İbrahim (Ezher Şeriat Fakültesi Öğretim Üyesi), Şeyh Abdullah el-Kalkıyli (Ürdün Eski Müftüsü) Şeyh Muhammet Ahmedi ez-Zahiri (Ezher Üniversitesi Eski Rektörü),Şeyh Abdülmecid Selim (Mısır Eski Müftüsü), Şeyh Selim Muttır el-Buşri (Ezher Üniversitesi Eski Rektörü), Şeyh Hasune Nevavi (Ezher Üniversitesi Eski Rektörü), Şeyh Bekri Aşur es-Sarfi (Mısır Eski Müftüsü), Şeyh Abdüssettar es-Seyyid (Tarsus Müftüsü), Şeyh Fahrettin el-Hüseyni (Suriye Umum Fetva Müdürü), Şeyh Necmüddin el-Vâiz (Irak Eski Müftüsü), Sıddık Muhammet ed-Darir (Hortum Üniversitesi Hukuk.Bölümü Başkanı) M. Sabri Efendi,Yusuf Kardâvi, Vehbe Zühayli gibi bir çok din alimi sigorta ile ilgili müstakil çalışmaları olmuş, araştırıcıların çoğunluğu bu guruptandır. Benzer gerekçeler ileri sürmüşlerdir. Bu alimlerin görüşleri hemen her çalışmada mevcuttur. Taf. bkz. Zühayli Vehbe, el-Fıkhu’l-İslâmiyyü ve Edilletühü, Daru’l-Fikr, IV, Dimeşk 1989, s.441; Sâlus, a.g.e s. 389-487; Abduh, A., a.g.e, s. 188; Attar, a.g.t, s. 9; Farfur, Abdüllatif,"Ukudu’t Te’min ve İâdetü’t-Te’min fi’l-fikhi’l-İslâmi Dirasetün Mukaranetün bi’l-Fıkhı’l Garbi" Adlı Tebliği, Fıkıh Akademisi Dergisi İçindeki Tebliğinde, sa. 2. II, Riyad 1986, s. 578-583; Abduh, İsa, a.g.e, s. 167. Beşer, Faruk, İslâm’da Sosyal Güvenlik, DİBY, Ankara 1987. s. 179; Dalgın, a.g.e, s. 158. Döndüren, Hamdi, Delilleriyle Ticâret ve İktisat İlmihali, Erkam Yayınları, İstanbul 1993, s. 166.
[63] Sual: Amerika şirketi (kumpanyası) müdürü sayın Mutwell Life’ın suali: Bir adam sigorta şirketiyle (kumpanya) anlaşma yaparak, ona, muayyen taksitler halinde muayyen bir müddet için bir meblağı ticâret için vermektedir. Bunda kendisi için şans ve menfaat vardır. Şayet bu müddet geçip de, o şahıs hayatta kalırsa, bu meblağı, bu müddet içindeki ticâretten hasıl olan kârı ile birlikte onlardan geri alacaktır. Bu müddet içinde ölürse, ya mirasçıları ya da hayatında kendisine yetki verilmiş kimse, ödediği meblağı ortaya çıkarttığı kârı ile birlikte alacaktır. Bu şer'an câiz midir.? Fetva için bkz. Abduh, Muhammed, "et- Te’min al’l-Hayat", Fetva, Mecelletü’l-Ezher, XXXVIII, sa. 7, Kahire 1966, s. , s. 711-714; aynı görüşte olanlar Vehbe, Tevfik, a.g,m, s. 95; Abduh, A., s. 185.
[64]Reşit Rıza, Muhammed; Fetevâ, Cem' ve Tahkik: Salâhu'd-Din el-Müncid ve Yusuf Huvâari, 1. Baskı, Dâru'l-Kitabi'l-Cedid, Beyrut 1970, V, s. 1857.
[65]Bazılarına göre bu fetva tahrif edilmiş veya sorunun mudârabe ortaklığı noktasında sorulduğu söylenmiştir. Ancak bazıları bunun hayat sigortası hakkında sorulduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir. Dusuki Muhammed, "Abduh’un fetvasının yorumu", bkz. Mecelletu’l-Ezher, sa. 7. Kahire 1966, XXXVIII, s. 711-714; Abduh İsa, a.g.e, s. 88-89; Karaman, Banka ve Sigorta, s. 17; Reşit Rıza, a.g.f, V. s. 1856; Bkz. Behiy, a.g.e, s. 35 vd; Abduh İsa, a.g.e. s. 154-155.
[66] Zerka, a.g.e, s.51.
[67]Cemal, Ahmet Muhammed, Mecelletü’ş Şer’ia ve’l Kanun, "Teemmülât fi Mevâkı’l-fıkhı’l İslâmi min Kadiyyeti’l Te’min" adlı makalesinden, Birleşik Arap Emirlikleri Ü. Hukuk ve İslâm Hukuku Fakültesei. sa, 7, 1993, s. 25.
[68] Behiy Muhammed, Nizamü’t-Te’min, fi Hedyi Ahkâmi’l-İslâmi ve Zarurât Müctemiü’l Muâsır, Kahire 1965, s. 69.
[69] Zerka, a.g.e, s. 26; Musleh-Ud-Din, a.g.e, s. 151.
[70] Bkz. Zerka, a.g.e, s. 26.
[71]Senusi Ahmet Taha, "Akdü’t-Te’min fi’t-Teşrii’l-İslâmi" Adlı Tebliği, Mecelletü’l-Ezher, XXV/2-3, Kahire 1954.
Abduh, İsa, a.g.e, s. 154;
[72]Taf bkz. Attar, a.g.t, s. 11; Ali Hafif, a.g.t, s. 64; Baltacı, a.g.e, s. 192; Abduh, İsa, a.g.e, s. 154; Mannan M. A, Teori ve Pratik İslâm Ekonomisi, (Ter: Bahri Zengin) Fikir Yayınları, İstanbul 1970, s. 481.
[73] Zerka, a.g.e, s.50-51; Hüseyin, a.g.e, s. 23; Cemal, a.g.m, s. 25.
[74] Damân kelimesi genel olarak kefâlet manasında kullanılmaktadır. Nitekim Mâliki, Şâfii ve Hanbeli fıkıh kitapları "Kefâlet" konusu için "damân" başlığını kullanmaktadır. (İbn Kudâme, Ebu Muhammed Muvaffakuddin Abdullah, el-Muğni, IV, Beyrut 1992, s. 590) Bazılarına göre ise "damân" kavramı, malın tazminatı, "Kefâlet" kavramı da canın tazminatını ifade etmektedir. Ali Hafif, ed-Damânü fi’l-Fıkhi’l-İslâmi, Ma’hedü’l-Buhus ve’d-Dirâseti’l-Arabiyye, Dâru’l-Kütüb, I, Kahire trs. s. 5.Ali Hafif, a.g.t, s. 54 vd; Cemal, a.g.m, s. 26.
[75]Çağdaş sigorta hukuku da sigorta sözleşmesinde mübadele edilen şeylerin prim ile sigorta himayesi olduğunu kabul etmiştir. Bu tasavvur burada kullanılan damân kavramını anlamlandırmamızı kolaylaştırmaktadır. Damân mahiyeti olarak sigorta himayesi anlamını ifade etmekle beraber, kapsam olarak buradaki anlamıyla sigorta himayesinden daha dardır. Ali Hafif Ezherdeki 2. İslâm Araştırmalar Toplantısındaki Tebliğinde, s.18; Faysal Mevlevi, a.g.e, s. 79 vd aynı görüşte beyanlar zikretmişlerdir.
[76] Cemal, a.g.m, s. 26.
[77] Bkz. Abdüssettar, Ahmet Necdi, Akdü’t-Te’min Beyneş-Şer’iati ve’l-Kanun, Basılmamış Doktora Tezi, Kahire 1972; Zerka,a.g.e, s. 51; Faysal
Mevlevi, a.g.e, s. 53; Ebu’l Mecid, a.g.e, s. 69.
s. 311; Rashid, S. K." Insurance in İslâmic Law", K. Laws, I.I.U, (n.d. and unpublished) Malaysia 1980. s. 9; Büyükdeniz, Addan,"İslâmi Açıdan Sigorta" Adlı Makalesi, İzlenim Dergisi, sa. 40, Aralık 1996, s. 30; Ebu’l Mecid, a.g.e, s. 69; Modern sözleşmelerden olan sigorta sözleşmesi hakkında Hindistan uleması genellikle aynı gerekçelerle karşı çıkmaktadırlar. Bu alimlerin itirazları genellikle bilinen gerekçeler ve bilhassa ribâ tartışmasında yoğunlaşmıştır. Musleh-Ud-Din, a.g.e, s. 143-146.
[78] Borç ilişkisinde bütün borçların ilişkinin kurulduğu anda doğması gerekmez. Bazı borçlar borç ilişkisinin kurulması ile doğarken, bazı borçlar ilerideki bir tarihte veya bir şartın gerçekleşmesi anında doğabilir. Taf bkz. Oğuzman,Kemal-ÖZ, Turgut, Borçlar Hukuku, Filiz Yayınları, İstanbul 1995, s. 5; Yörük, K. Abdülhak, Hukukun Umumi Prensipleri, İÜHFY, İstanbul 1949, s. 156.
[79] İslâm Konferansı Teşkilatına bağlı İslâm Fıkıh Akademisi Meclisinin 2. dönem toplantısındaki 12 sayılı kararı İFAM, II. sa. 2. s.1309; Cemal, a.g.m, s. 29.
[80] Taf bkz. Cemal, a.g.m, s. 27; Zerka, a.g.e, s. 53.
[81] Kurucan, a.g.e, s. 172.
[82] Ali Hafif, a.g.t, s. 33; Billah, Mohd Masum, Life Insurance?An Islamic View, Arab Law Quarterly, Londra 1993, s. 315-324; Cemal, a.g.m, s. 38.
[82] Taf bkz Zerka, a.g.e, s. 11-54; Ali Hafif, a.g.t, s. 33.
[83] Taf bkz.Gözübenli, a.g.t, “ Ribâ”, adlı tebliği, s. 647; Özsoy, a.g.e, s. 352-371.
[84] Çağrıcı, "Karz ", İİİGYA, II. s. 537.
[85] İslâm tarihinde geçen bir hadisede, Rasulullah (s.a.v) Hevâzin kabilesinin Müslümanların üzerine gelmekte olduğu haberini aldı. Saffan b. Ümeyye'nin yanında ise, silahlar bulunduğunu öğrendi. Bunun üzerine Rasullah (s.a.v) o gün henüz müşrik olan Safvan'a: "Bize silahlarını âriyet olarak ver, onları düşmanlarımıza karşı kullanacağız" deyince, Safvan: "Ya Muhammed, bunları bizden gasp olarak mı alacaksın?" diye sorunca, Hz. Peygamber: "Hayır bilakis garantili bir âriyet olarak alıyoruz. Bunu kesinlikle sana ödeyeceğiz" diye buyurunca, bu sefer Safvan: "O zaman her hangi bir sakınca yoktur" diyerek yeteri kadar silah verdi. Ancak İslâm borçlar hukuku açısından, karz müessesesi kurumsal bazda bugüne kadar geliştirilememiş tekniklerden biridir. Bkz. İbnü'l-Esir, İslâm Tarihi, (Ter: Beşir Eryarsoy), Bahar Yayınları, İstanbul 1995, II, s. 243.
[86] Taf bkz. Bardakoğlu, "Anonim Ortaklıkların Finansmanında Yeni Bir Araç Olarak Kâr ve Zarar Ortaklığı Belgesi" Adlı Makalesi, s. 505 vd
[87] Bkz. Gücenme, Ümit, Türkiye'de Sermaye Piyasasındaki Son Gelişmeler; Türkiye Bankalar Birliği Yayınları, Ankara 1994, s. 29.
[88] Bozer, a.g.e, 125.
[89] Anonim şirketler, finansman ihtiyaçlarını karşılamak üzere, yalnız kâr ve zarar ortaklığı hakkı veren menkul değerler ihraç edebilir ve bunları halka arz yöntemiyle satabilirler. Faizsiz bir uygulama sistemi olması açısından ilgi çekmiştir. Seyidoğlu Halil, Ekonomik Terimler Sözlüğü, Güzem Yayınları, Ankara 1992, s. 457.
[90]Bu müzakerelerin Abduh, A., a.g.e, s. 188-200 arası adlı eserinde toplamıştır. Fakat bütün toplantılardan hep aynı sonuçlar çıkmıştır. Bkz. Abduh, İsa, a.g.e, s. 149, Sâlus, a.g.e, s. 355. 1965’de Hindistan’da Nedvetül-Ulemâ tarafından düzenlenen toplantıda da benzer gerekçelerle aynı kararlar çıkmıştır. Bkz. Musleh-Ud-Din, a.g.e, s. 163 vd.
[91] Taf. bkz. Musleh-ud-dın, a.g.e, s. 143; MBİD, sa. 19, s. 93.
[92] Faysal Mevlevi, a.g.e, s. 167; Abbas Hüsnü, a.g.e, s. 73; Hüseyin, a.g.e, s. 75.
[93] İFAM, II. sa.2., s. 645; Dalgın, a.g.e, 302.
[94]Cemal, a.g.m, s. 32. Nitekim sigorta hakkında yüksek lisans çalışması yapan Avcı, "Karşılıklı sigortanın teberru yönü ağır basmakla beraber, büsbütün ivazdan âri değildir.Yani üyelerden birisi aidatını teberru şeklinde diğer üyeler lehine yatırılırken, diğer üyeler de onun lehine yatırmaktadırlar. Böylece karşılıklı sigortaların mahza teberru sözleşmesi olmadığı ortaya çıkmaktadır."diye ifade etmektedir. Bkz. Avcı, Mustafa, İslâm’a Göre Sigorta, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1987, s. 18; Ayrıca Zerka, karşılıklı sigortayı yeniden ayırıma tabi tutuyor. Mahdut bir topluluk arasında kurulan iptidâi şekline yardımlaşma sigortası "assurance cooperative" primli sigortalar gibi yaygın ve geniş bir topluluğa hitap eden yardımlaşma ve mahza karşılığı ihtiva edene karşılıklı sigorta "assurance mutualite" demekte ve konu ile ilgili malumat vermektedir. Bkz. Zerka, a.g.e, s. 127.
[95] Cemal a.g.m, s. 32-33
[96] Zerka, a.g.e, s.125-171; Cemal M, Ahmet Muhammed, Ukudu’t-Te’min Beyne’l-İtiraz ve’t-Te’yid, Mekke 1980, s. 34; Ali Hafif, a.g.t, s. 59 vd; Abduh, A., a.g.e, s. 211-216.
[97]Zerka, a.g.e, s.125-169 vd; Semâhi Muhammed Muhammed, "Bedilün li’t-Te’min", 1976 yılında 1. İslâm İktisat Toplantısında sunmuş olduğu tebliği,Teksir, s. 37-40.
[98]Khight’e göre riziko (=risk), "ölçülebilir belirsizlik" olarak tanımlanır. Frank Knight, Risk, Uncertainity and Profit, Houghton Mifflin Company, Boston 1921, s. 223; Pfeffer’e göre ise, "olasılıkla ölçülebilen tehlikeler bileşimidir" Irwing Ffeffer, Insurance and Economic Theory Homewood, Illinios Richard D. Irwin Inc, 1956, s. 42; HSY, Md.19-23
[99] Bozer, a.g.e, s.78.
[100] Kender,Rayegân,Türkiye’de Hususi Sigorta Hukuku, Filiz Yayınları, İstanbul 1995, s. 107; Bozer, a.g.e, s. 122; Omağ, a.g.e, s. 102; Bkz. Hatemi Hüseyin / Serozan Rona / Arpacı Abdülkadır, Borçlar Hukuku Özel Bölüm; Filiz Kitabevi, İstanbul 1992, 561; MBİD, sa. 19, s. 54.