Son Güncelleme Tarihi 28.08.2003
 
 


4822 Sayılı Kanunla 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Uygulanma Alanında Getirilen Değişiklikler Üzerine

Yrd. Doç. Dr. Hasan Seçkin OZANOĞLU*

 

Giriş

Parg. 1.            4822 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da (TKHK) önemli değişiklikler gerçekleştirilmiş ve özellikle Kanunun uygulanma alanı bakımından daha önceki metinle karşılaştırıldığında kayda değer ölçüde tüketici lehine değişikliklere imza atılmıştır.

Parg. 2.            Bu bağlamda TKHK’un temel taşını oluşturan tüketici kavramı yeniden tanımlanmış (m.3/e), bu kanun anlamında tüketici kavramının kapsamını sınırlayan bir unsur olan mal kavramının kapsamı önemli ölçüde genişletilmiş (m.3/c), hizmet kavramı yeniden tanımlanmamakla birlikte, bu kavramla doğrudan doğruya ilgili bulunan sağlayıcı kavramı tanımlanmış (m.3/g) ve söz konusu kavramdan muhtelif maddelerde açıkça bahsedilmek suretiyle, hizmet  ve hizmet sağlayan kavramları Kanunun temel yapı taşlarından biri haline getirilmiştir. Ayrıca, ayıplı mal ve hizmetler de ayrı ayrı maddelerde düzenlenmek suretiyle hizmet kavramının ve hizmet edimi içeren sözleşmelerin mal kavramı ve satım sözleşmesinin gölgesinde kalması engellenmiştir. Zira, TKHK’nun 4/A maddesiyle getirilen yeni düzenlemenin, kural olarak tüketicinin taraf olduğu bütün hizmet edimi ihtiva eden sözleşmelere uygulanma imkanı bulunduğundan, söz konusu düzenleme hizmet edimleriyle ilgili olarak uygulamada yaşanan sorunların aşılmasında önemli bir adım teşkil etmiştir.

Parg. 3.            Buna ilave olarak, evrensel anlamda tüketici sözleşmesi olarak kabul edilen, devre tatil (m.6/B), paket tur (m.6/C), mesafeli sözleşmeler (m.9/A), kredi kartları (m.10/A), abonelik sözleşmeleri (m.11/A) gibi tüketici sözleşmeleri Kanun metnine eklenmek suretiyle, Kanunun uygulanma alanı, maddi anlamda genişletilmeye çalışılmıştır.

Parg. 4.            TKHK’nun uygulanma alanıyla doğrudan ya da dolaylı bir biçimde ilgili olan bu düzenlemelerle Kanunun uygulanma alanı tüketiciler lehine büyük ölçüde genişletilmiştir. Bu incelememizde  Kanunun uygulanma alanı konusunda getirilen yeni düzenlemeleri, daha önceki çalışmalarımızda[1] da benimsediğimiz sistematiğe de uygun olarak TKHK’un kişiler ve maddi anlamda uygulanma alanı açısından iki ana gurupta inceleyecek ve Kanunun uygulanma alanı konusunda fazla açık olmayan noktalara açıklık getirmeye çalışacağız.

§ 1 Genel Olarak TKHK’nun Uygulanma Alanı Sorunu

Parg. 5.            TKHK’nun uygulanma alanı sorunu, tüketicinin korunması alanında karşılaşılan en önemli ve temel sorunlardan biridir. Bu sorunun açıklığa kavuşturulabilmesi için birbiriyle bağlantı iki temel soruya cevap bulunması gerekir. Bu sorulardan ilki, TKHK’da getirilen düzenlemelerle kimin özel ve nitelikli bir biçimde korunduğu ve bu bağlamda söz konusu düzenlemelerin aksine bir hususun kimin aleyhine kararlaştırılamayacağı hususudur; diğer soru ise, TKHK’da yer alan düzenlemelerin hangi hukuki ilişkilere ve özellikle sözleşmelere uygulanacağı konusu ile ilgilidir. Bu soruların cevaplandırılması, TKHK’un uygulanma alanının belirlenmesini ve tüketicinin korunması hukuku alanında önemli bir soruna cevap bulunmasını sağlar.

Parg. 6.            TKHK’da getirilen düzenlemelerle kimin özel ve nitelikli bir biçimde korunduğu ve bu bağlamda söz konusu düzenlemelerin aksine bir hususun kimin aleyhine kararlaştırılamayacağı sorusu, TKHK’nun kişi bakımından uygulanma alanının belirlenmesiyle ilgili bir sorundur. Bu sorunun cevaplandırılabilmesi için tüketici kavramının mahiyet ve kapsamının belirlenmesini gerekir[2].

Parg. 7.            Kanunda yer alan düzenlemelerin hangi hukuki ilişkilere ve özellikle sözleşmelere uygulanacağı sorusu ise, TKHK’nun maddi anlamda uygulanma alanının belirlenmesiyle ilgili bir konudur[3]. Bu soruya cevap bulunabilmesi ise, TKHK’da hangi hukuksal işlem ve sözleşmelerin, bu Kanun anlamında tüketici sözleşmesi olarak değerlendirdiğinin belirlenmesini zorunlu kılar.

Parg. 8.            Bu itibarla, biz de, bu incelememizde kavramsal ayrıntılara girmeden 4822 sayılı  Kanunla getirilen değişiklikler sonrasında, TKHK’da tüketici ve tüketici sözleşmeleri kavramlarındaki yeni açılımı ortaya koymaya gayret edeceğiz.

§ 2 TKHK’nun Kişiler Bakımından Uygulanma Alanında Getirilen Değişiklikler

I. Genel Olarak

Parg. 9.            Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, TKHK’da getirilen düzenlemelerle kimin özel ve nitelikli bir biçimde korunduğu ve bu Kanunda yer alan düzenlemelerin aksine bir hususun kimin aleyhine kararlaştırılamayacağı sorusu TKHK’nun kişi bakımından uygulanma alanını belirlenmeye yönelik bir sorudur. Aslında bu soruya cevap bulunması, kanunun genel olarak uygulanma alanının belirlenmesi bakımından bir çok açık olmayan noktanın aydınlığa kavuşturulması anlamını taşıyacaktır. Zira, TKHK Koyucusu, söz konusu Kanunun hem kişi, hem de maddi anlamda uygulanma alanının belirlenmesinde tüketici kavramını temel hareket noktası olarak benimsemiştir. Bu itibarla tüketici kavramı, bu incelemenin odak noktasını oluşturmaktadır.

Parg. 10.        4822 sayılı Kanun koyucusunun TKHK’un uygulanma alanıyla ilgili olarak gerçekleştirdiği değişikliklerin belki de en önemli parçasını, tüketici kavramını yeniden tanımlanması ve bu kavramın kapsamına daha önce getirilmiş olan sınırlamaları büyük ölçüde ortadan kaldırması oluşturmaktadır.

 

II.Tüketici Kavramının Kapsamının Belirlenmesinde Kullanılan Ölçütlerde Yapılan Değişiklikler

A. Genel Olarak

Parg. 11.        Günümüzde tüketici ve tüketici sözleşmeleri kavramlarının kapsam ve sınırlarının belirlenmesi bakımın en yaygın olarak kullanılan ve artık evrensel anlamda kabul görmüş ölçüt işlevsel ölçüttür[4]. Bu ölçütün esasını somut hukuksal işlemle takip edilen amacın belirlenmesi oluşturur.  Burada bir malı edinen ve/veya kullananın ya da hizmetten yararlananın yaptığı hukuksal işlemle takip ettiği amaca yani muamele iradesine bakılır. Eğer bu irade, özel bir amaca ya da ticari veya mesleki olmayan bir amaca yönelik ise, Kanunda başka bir sınırlandırıcı ölçüte de yer verilmemiş olması kaydıyla, hukuksal işleme bu amaçlarla taraf olan kişi tüketici olarak nitelendirilir. Burada sözleşme tarafının tacir, serbest meslek sahibi vs. olması önem taşımaz. Dolayısıyla korunma ihtiyacı her somut olay için ayrı ayrı ele alınır ve buna bağlı olarak sözleşme tarafının tüketiciyi koruyucu düzenlemelerin sağladığı korumadan yararlanması sağlanır.

Parg. 12.        Bununla birlikte, çeşitli Avrupa Birliği Yönergeleri ve ülke düzenlemelerinde olduğu gibi, işlevsel ölçütün kapsamını sınırlandırıcı başka ölçütlere ve faktörlere de başvurulabilir. Bu cümleden olmak üzere, sözleşme tarafının sadece gerçek kişi olması gibi bir kişisel ölçüte ya da belirli sözleşme tiplerini, örneğin sigorta sözleşmelerinin kapsam dışında bırakılması gibi maddi ölçütlere tüketiciyi koruyan düzenlemelerde yer verilebilir. Aynı şekilde, sözleşme konusu mal ve hizmet kavramlarına sınırlamalar getirmek suretiyle tüketici kavramının kapsamı sınırlandırılabilir.

B. Tüketici Kavramının belirlenmesinde Kullanılan Ölçütler Bakımından

a. İşlevsel Ölçüt Bakımından

Parg. 13.        4822 sayılı Kanun ile değişik TKHK’nun 3. maddesinin f bendinde  tüketici; “bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişi” olarak tanımlanmıştır. Getirilen bu tanımla, Kanun koyucu tüketici kavramının kapsamı bakımından, tüketicinin korunması alanındaki modern düzenlemelere paralel olarak işlevsel ölçütü benimsemiştir. 4822 sayılı Kanun ile getirilen “ticari veya mesleki olmayan amaç” ölçütü, birçok Avrupa Birliği Yönergesi[5] ve çeşitli ülke düzenlemeleri[6] ve uluslararası anlaşmalarda[7] yaygın şekilde kullanılmakta olan bir ölçüttür. TKHK Koyucusu da, özellikle bu düzenlemeleri dikkate alarak, tüketici kavramını tanımlarken “özel amacın takip edilmesi” ölçütü yerine, “ticari veya mesleki olmayan amaç” ölçütünü ikâme etmiştir.

Parg. 14.        Buna göre tüketici, ticari veya mesleki faaliyetini yürütmek dışındaki bir amaçla mal satın alan veya onu kullanan ya da hizmetten yararlanan gerçek ya da tüzel kişidir.

Parg. 15.        Burada ticari veya mesleki amaç kavramları[8] değerlendirilirken bütünüyle tüketici hukukuna özgü mülahazalardan hareket edilmelidir. Öncelikli belirtilmesi gerekir ki, ticari veya mesleki faaliyet ölçütleri bir bütün olarak salt özel alana ait faaliyetlerin karşısında yer alır. Bu bağlamda tüketici hukuku anlamında ticari veya mesleki faaliyet kavramlarından, devamlılık arz eden ve bir bedel karşılığında yürütülen  (ivazlı) faaliyetler anlaşılmalıdır. Ticari faaliyet açısından faaliyetin kısa süreli değil, belirli bir süre devam etmesi ve buna ilave olarak faaliyetin bağımsız olması, yani  faaliyette bulunanın sorumluluğu kendisine ait olmak üzere kendi hesabına hareket ederek faaliyetini icra etmesi, bir başka ifade ile işletme rizikosunu üstlenmesi gereklidir. Hâkim fikre göre, burada kazanç elde etme amacının varlığı önem taşımamakta, bunun yerine işletme ekonomisinin esaslarına uygun olarak planlı şekilde hareket edilmesi ve söz konusu faaliyetin piyasada faaliyet gösteren diğer müteşebbislerle birlikte rekabet ortamında yerine getirilmesi gerekli görülmektedir. Kazanç elde etme amacının varlığı zorunlu olmamakla birlikte, yürütülen faaliyetin ivazlı olması gerekir. Ancak, edim-karşı edim ilişkisi bakımından elde edilen karşı edimin, edimi aşması, bir başka ifade ile kâr getirmesi aranmaz, sadece edimler arasında mübadele ilişkisinin bulunması yeterlidir.

Parg. 16.        Mesleki faaliyet bakımından ise, ticari faaliyette olduğu gibi mesleki faaliyette de bir devamlılık aranmakta, buna bağlı olarak belirli bir organizasyon ve planlı bir yönelim gerekli görülmektedir. Ayrıca, mesleki faaliyetin ivazlı olması da gerekmektedir.

Parg. 17.        Mesleki faaliyet konusunda asıl tartışma, yürütülen faaliyetinin bağımlı ya da bağımsız mesleki faaliyet niteliğinde olması noktasında ortaya çıkmaktadır. Bağımsız bir mesleki faaliyet yürütenlerin, bu faaliyetlerinin yürütülmesine yönelik olarak yapmış oldukları hukuki işlemler dolayısıyla tüketici kavramının kapsamı dışında mütalaa edilmeleri genel olarak kabul görmekle birlikte, bağımlı mesleki faaliyetler açısından literatürde bir fikir birliği mevcut değildir[9]. Mesleki faaliyetin bağımsız nitelikte olması, faaliyeti yürütenin kendi sorumluluğunda, kendi hesabına hareket etmesini ifade eder. Burada belirleyici olan, faaliyetin kapsamı ile çalışma yeri ve zamanının ve işin sona erdirilmesinin faaliyette bulunan tarafından serbestçe tayin edilebilmesi hususudur. Bu nedenle, bütünüyle kendi sorumluluğu altında faaliyet gösteren, çalışma koşullarını kendi hür iradesiyle belirleyebilen kişiler, yürüttükleri bu faaliyetleri gerçekleştirme amacına yönelik olarak yaptıkları hukuki işlemler bakımından, tüketici kavramının kapsamı dışında mütalaa edilmelidir.

Parg. 18.        Mesleki faaliyet konusundaki asıl tartışma, bağımlı mesleki faaliyetler olarak ifade edilen faaliyetleri yürütenlerin bu faaliyetlerini yürütmeleri dolayısıyla yaptıkları hukuki işlemler bakımından tüketici kavramının kapsamı dışında değerlendirilip değerlendirilmeyecekleri noktasında ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, satın aldığı otomobili ağırlıklı olarak işyerine gidişlerinde kullanacak olan işçi, aldığı bilgisayarı derslerini hazırlarken kullanacak olan öğretmen, tüketici olarak nitelendirilebilecek midir? Burada bağımlı mesleki faaliyet yürütenlerin tüketici ve bunların yaptıkları sözleşmelerin de tüketici sözleşmesi olarak nitelendirilmelerinde kural olarak bir sakınca bulunmamaktadır.

b) Maddi Ölçüt Bakımından

Parg. 19.        Tüketiciyi Koruyan modern düzenlemelerde yer alan maddi ölçütler, tüketici kavramı ve tüketiciyi koruyan düzenlemelerin kişi bakımından uygulanma alanıyla ilgili olmaktan ziyade maddi anlamda uygulanma alanıyla ilgilidir. Bununla birlikte maddi ölçütler yoluyla tüketici kavramına getirilen sınırlamalar neticede hukuki ilişkinin tarafının TKHK anlamında tüketici olarak nitelendirilmemesi sonucunu doğuracağından aynı zamanda kanunun kişi bakımından uygulanma alanını belirleyici bir nitelik de taşımaktadır.

Parg. 20.        4822 sayılı Kanun Koyucusu 4077 TKHK’da belki de en temel ve sonuçları bakımından kapsamlı değişikliklerden birini, maddi ölçüt bağlamında gerçekleştirmiştir. Gerçekten de, 4822 sayılı kanunla birlikte mal kavramının tanımında değişiklik yapılmış ve kavramın kapsamı büyük ölçüde genişletilmiştir. Eski düzenlemede (m.3/ c bendi) mal, “ticaret konusu taşınır eşya” olarak tanımlanmış iken, yeni düzenlemeyle (m.3/ c bendi) mal kavramı, “alış-verişe konu olan taşınır eşya, konut ve tatil amaçlı taşınmaz mallar ve elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri maddi mallarşeklinde ifade edilmiştir. Bu tanımlama ile mal kavramında getirilen en önemli ve sonuçları itibariyle kapsamlı değişiklik, hiç şüphesiz konut ve tatil amaçlı taşınmaz malların kanunun kapsamına dahil edilmesidir. Mal kavramının konut ve tatil amaçlı taşınmaz malları da içine alacak şekilde genişletilmesiyle, özünde birer tüketici sözleşmesi olan, ancak Kanunda taşınmaz mallar kapsam dışında bırakıldığı için TKHK kapsamında mütalaa edilemeyen devre mülk ve özellikle devre tatil uygulamalarında, tüketicilerin TKHK hükümlerine göre korunabilmesi bakımından ortaya çıkan en büyük engellerden biri böylece ortadan kaldırılmış olmaktadır. Her ne kadar, TKHK’daki yeni düzenlemeler öncesinde de Yargıtay uygulamasında,  son derece zorlama bazı  yorumlarla, devre tatil ve devre mülk uygulamalarını Kanunun kapsamında mütalaa etme eğilimi mevcut idiyse de, mal kavramında yapılan bu tanımlamayla, söz konusu tüketici sözleşmeleri ile ilgili sorunları aşmada önemli bir adım atılmış olmaktadır[10].

Parg. 21.        Buna ilave olarak, uygulamada daha ziyade bir konuta kat kaloriferi ya da pvc pencere sistemi, mutfak dolabı, güneş enerjisi sistemi monte edilmesi gibi uygulamalarla gündeme gelen ve hizmet edimi  veya satıma ilişkin unsurlardaki asli edim-yan edim ilişkisine göre eser teslim sözleşmesi ya da montaj kaydıyla satım olarak nitelendirilen bazı sözleşmelerin, TKHK’un uygulanma alanına dahil edilmesindeki güçlükler de yeni düzenlemeyle büyük ölçüde aşılmış olmaktadır[11].

Parg. 22.        Aynı şekilde, konut ya da tatil amacıyla taşınmaz mal alınması dolayısıyla karşılaşılabilecek tüketici sorunları da getirilen bu yeni mal tanımıyla TKHK’nun kapsamına dahil olmuş bulunmaktadır. Zira, artık konut ve tatil amacıyla taşınmaz mal satın alan veya taşınmazdan yararlananlar, ticari veya mesleki olmayan amaçlar dahilinde bu kanun anlamında tüketici olarak nitelendirilmektedirler. Kanun koyucu, konut ya da tatil amacıyla sınırlı da olsa taşınmaz satın alan ya da ondan yararlananları tüketici ve konut ya da tatil amaçlı taşınmazlara yönelik sözleşmeleri de tüketici sözleşmesi olarak kabul etmekle, hiç şüphesiz radikal bir değişiklik gerçekleştirmiş ve bu bağlamda söz konusu düzenleme ile bir çok yabancı ülke mevzuatı ile AB düzenlemelerinin önüne geçmiştir[12].

Parg. 23.        Mal tanımı içerisinde “elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri maddi mallar”ın da belirtilmiş olması bu tür mallarla ilgili sözleşmelerin kanunun kapsamı içerisinde mütalaa edilmelerindeki tereddütleri ortadan kaldırmak bakımından isabetli olmakla birlikte, günümüzde taşınır satımının konusunu oluşturan mal kavramının kapsamına gayri maddi malların da dahil olduğu konusunda her hangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu itibarla böyle bir düzenleme yapılmamış olsa da, bu tür gayri maddi malları (ticari veya mesleki olmayan amaçlarla) satın alanların tüketici ve bunu konu edinen sözleşmelerin de tüketici sözleşmesi niteliğindeki satım sözleşmesi olduğunda şüphe edilmemelidir.

Parg. 24.        Tüketici ve özellikle tüketici sözleşmeleri bağlamında belirtilmesi gereken bir diğer önemli husus da, hizmet kavramı ve hizmet edimi içeren sözleşmelerin TKHK’un uygulanma alanı içerisindeki yeri konusudur. Günümüze kadar gelen uygulamalar göstermiştir ki, hizmet edimi kavramı ve hizmet edimi içeren hukuksal ilişkiler, TKHK uygulaması bakımından gereken önemi kazanamamıştır. Hizmet kavramı genellikle mal kavramının gölgesinde kalmıştır. Bu bağlamda hizmet edimi içeren vekalet ve özellikle istisna sözleşmesi ya da bu sözleşmelere ilişkin asli edim yükümlerini içeren bazı isimsiz sözleşme ilişkileri bakımından, Kanunun uygulanma alanı genellikle son derece dar yorumlanmış ve uygulamada bu tür sözleşme ilişkilerine sanki TKHK’un uygulanamayacağı gibi bir fikir giderek yaygınlaşmaya başlamıştır[13]. Bu noktada, 4822 sayılı Kanun koyucusunun en azından ayıplı mallarla ayıplı hizmetleri ayrı ayrı düzenlemek suretiyle (TKHK m.4 ve 4/A), eski düzenlemenin aksine tabiri caiz ise sapla samanı birbirinden ayırmış olması, TKHK’nun uygulanma alanının belirginleşmesi bakımından dolaylı ama önemli bir katkı olmuştur. Böylece günümüzde giderek daha fazla önem kazanan hizmet edimi içeren sözleşme ilişkilerine, TKHK hükümlerinin uygulanması yolunda önemli bir adım atılmıştır.

c) Kişisel Ölçüt Bakımından

Parg. 25.        TKHK Koyucusu, çoğu yabancı düzenlemenin ve özellikle AB düzenlemelerinin aksine, tüzel kişileri tüketici kavramının kapsamı dışında mütalaa etmemiştir. Bu itibarla, Kanun Koyucunun tüketici kavramının kapsamını geniş tutma eğiliminde olduğu ve bu açıdan tüketici ile ilgili mevzuatımızın bir çok yabancı düzenleme ve AB Yönergelerinin ilerisinde olduğu söylenebilir. Hiç şüphesiz, özel amaç ölçütü yerine ticari veya mesleki olmayan amaç ölçütünün tercih edilmiş olması da, tüzel kişileri tüketici olarak kabul eden bir Kanun Koyucu bakımından daha isabetli olmuştur[14].

§ 3 Maddi Anlamda Uygulanma Alanında Getirilen Değişiklikler

Parg. 26.        4822 sayılı Kanun ile getirilen değişiklikler sonrasında TKHK’nun maddi anlamda uygulanma alanının önemli ölçüde genişlediğini belirtmek gerekir. Hiç şüphesiz bunda en büyük katkıyı, mal kavramının tanımına konut ve tatil amaçlı taşınmaz malların Kanunun kapsamına dahil edilmesi sağlamıştır. Bunun yanında, Kanunun 2. maddesinde birinci maddede belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsadığının belirtilmesi, Kanun Koyucunun uygulanma alanını geniş tutma eğiliminde olduğunu açıkça göstermektedir.

Parg. 27.        Ayrıca, 4822 sayılı Kanun koyucusunun hizmet kavramına ve hizmet edimi içeren sözleşmelere özel bir önem izafe ettiğini de belirtmek gerekir. Nitekim, Kanun Koyucunun gerek yeni kanuna eklediği tanımlarda, gerekse eski Kanundaki tanımlarda yaptığı değişikliklerde, hizmet kavramına özel bir önem vermiş ve tüketicinin taraf olduğu hizmet edimi içeren hukuki ilişkilerin karşı tarafını oluşturan sağlayıcı kavramını özellikle vurgulamış ve hatta yeni Kanunun 3/g maddesinde söz konusu kavramı tanımlamıştır. Aynı şekilde Kanunun 4 ve 4/A maddelerinde yaptığı düzenlemelerle ayıplı mal ve hizmetleri birbirinden ayırmış ve daha pek çok maddede hizmet sağlamaya yönelik sözleşmelere atıfta bulunmuştur (bkz. m.5; m.6; m.6a;m.8;m. 9; m.10; m.10a). Bütün bunlar, TKHK Koyucusunun, sözleşmeler hukukundaki hizmet ağırlıklı dönüşümü belirli düzeyde de olsa yakaladığını göstermektedir.

Parg. 28.        Ancak bu noktada TKHK’un maddi anlamda uygulanma alanı ile ilgili olarak bir kaç önemli noktaya işaret etmeyi uygun buluyoruz.

Parg. 29.        Öncelikle belirtmek gerekir ki, Kanun Koyucunun gerek sözleşmelerdeki haksız şartlar gibi genel anlamda bütün tüketici sözleşmelerinde karşılaşılabilecek olan sorunları, gerekse taksitle satış, devre tatil, paket tur, kampanyalı satış, kapıdan satış, mesafeli sözleşmeler, tüketici kredisi, kredi kartı sözleşmesi ve abonelik sözleşmesi gibi tüketici sözleşmelerini tek bir Kanun bünyesinde birer, ikişer maddeyle düzenlemekle,  tüketicinini korunması alanında pek de isabetli olmayan bir yöntem benimsemiştir. Her şeyden biraza yer vermek, neticede amaçlanana hiç ulaşılamaması sonucunu doğurabilir. Bu noktada yapılması gereken tek bir Kanun bünyesinde de olsa tutarlı ve kapsamlı düzenlemeler getirmektir. Alman Medeni Kanunu Koyucusu bunu hem de kod bir Kanun olan yeni BGB içerisinde kapsamlı ve birbiriyle tutarlı düzenlemeler yapmak ve Alman Medeni kanunu’nu AB Yönergelerine uyumlaştırmak suretiyle gerçekleştirmiştir. Bu sonucun ülkemiz bakımından gerçekleşmemesi için hiç bir gerekçe yoktur.

Parg. 30.        TKHK’un maddi anlamda uygulanma alanı ile ilgili olarak belirtilmesi gereken bir diğer husus Kanun Koyucu tarafından hukuksal işlem ve sözleşme kavramlarının seçiminde yeterince duyarlı davranılmamış olmasıdır. Bu cümleden olmak üzere, örneğin bir taraftan taksitle satış ya da kapıdan satış sözleşmelerinden bahsederken, diğer taraftan bu düzenlemeler içerisinde satıcı ve sağlayıcı kavramlarından bahsedilmesi bir tutarsızlıktır. Nitekim, Kanun koyucu TKHK'nun 2. maddesinde, Kanunun 1. maddede belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsadığını belirttikten ve 3/f maddesinde tüketici işlemini, “mal veya hizmet piyasalarında tüketici ile satıcı-sağlayıcı arasında yapılan her türlü hukuki işlem” olarak tanımladıktan sonra, Kanun kapsamında yer verdiği bütün hukuki ilişkileri hukuki işlem bazında değil, sözleşme bazında ele almıştır. Örneğin kapıdan işlemleri ya da taksitli işlemleri hukuki işlem düzeyinde ve genişliğinde değil, kapıdan satış ya da taksitle satış şeklinde düzenlemek suretiyle sözleşme düzeyinde ve darlığında düzenlemiştir. Bunun en büyük sakıncası aynı ekonomik amaca yönelik olan, ancak satım sözleşmesi niteliğinde olmayan sözleşme ilişkilerine, ezcümle hizmet edimi ihtiva eden sözleşmelere kanunda düzenlenen satım sözleşmesi türüne ilişkin hükümler uygulanırken güçlükler ile karşılaşılması olacaktır.

 



* Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.

[1] Bu konuda bkz. Mukayeseli Hukuk ve Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun Açısından Tüketiciyi Koruyan Düzenlemelerin Kişi Bakımından Uygulanma Alanı ((Tüketici Kavramına Mukayeseli Bir Yaklaşım), Prof.Dr.Kemal Oğuzman’ın Anısına Armağan, İstanbul 2000, Sayfa 663-692), Tüketici Sözleşmeleri Kavramı ((Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un Maddi Anlamda Uygulanma Alanı), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 50, Sayı 1, Ankara 2001, s.55-90). Yargıtay Uygulamasında TKHK’nun Uygulanma Alanı Bakımından İsimsiz Sözleşmeler (Ankara Barosu Dergisi, Sayı 2000/3, Yıl 58, Ankara 2000, s.53-69) konulu çalışmalarımıza.

[2] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ozanoğlu, Tüketici, 663, 666 vd.

[3] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ozanoğlu, Tüketici Sözleşmeleri, 55 vd.

[4] Bu konuda bkz. Ozanoğlu, Tüketici, 671 vd.

[5] Topluluk mevzuatı incelendiğinde, muhtelif yönergeler bakımından tek tip bir tüketici tanımının yapıldığını söylemek güçtür. Ancak, küçük ifade farklılıkları olmakla birlikte, Konsey Yönergelerinin büyük bir kısmında (85/577AET Sayılı İşyerleri Dışında Yapılan Sözleşmelerle İlgili Konsey Yönergesi (31.12.1985 O.J. NO L 372/31), 87/102/AET Sayılı Tüketici Kredilerine ilişkin Konsey Yönergesi (12.2.1987 O.J. NO L 42/48), 93/13/AET Sayılı Tüketici Sözleşmelerinde Haksız Kayıtlar Hakkında Konsey Yönergesi (21.4.1993 O.J. NO L 95/29), 97/7/AT Sayılı Uzaktan Yapılan Satışlarda Sözleşmenin Kuruluşu Hakkında Konsey Yönergesi (4.6.1997 O.J. NO L 144/19).), tüketici, yönerge kapsamında yer alan işlemleri (sözleşmeleri) yaparken ticari ya da mesleki faaliyetini yürütmek dışındaki bir amaçla davranan gerçek kişi olarak tanımlanmaktadır. Ortak tanım olarak nitelendirilebilecek bu tanımda, iki sınırlandırıcı ölçüte işaret etmek mümkündür. Bunlar; ticari ya da mesleki faaliyetin yürütülmesi dışında bir amacın takip edilmesi ve gerçek kişilik niteliğidir. Yönerge metinleri şu şekildedir; “consumer” means any natural person who,..., is acting for purposes which are outside his trade, business or profession; “Verbraucher” jede natürliche Person,die...zu Zwecken handelt, die nicht ihrer gewerblichen oder beruflichen Taetigkeit zugerechnet werden können.

[6] Ticari ya da mesleki bir faaliyetin yürütülmesi ölçütü muhtelif ülkelerin tüketiciyi koruyan düzenlemelerinde oldukça yaygın bir kullanım alanı bulmaktadır. Nitekim, İsviçre Hukukunda, Tüketici Kredisine İlişkin Federal Yasa’nın 3. maddesinde, Alman Hukukunda ise, yeni Alman Medeni Kanunu’nun13. Paragrafında ve Alman Medeni Kanununa Giriş Yasasının 29. maddesinde bu ölçütten hareket edilmiştir. Aynı şekilde, eski Alman Medeni Kanunu’nun 609a paragrafının 1. fıkrasının 2. bendinde de, üç aylık fesih süresine riayet kaydıyla, kredinin bütünüyle elde edilmesinden sonra altı ay sonra borçlunun sözleşmeyi feshedebileceğine ilişkin kuralın para ödüncünün tamamen ya da ağırlıklı olarak ticari veya mesleki faaliyete yönelik olduğu durumlarda geçerli olmadığı ifade edilmekteydi.

[7] 16 Eylül 1988 tarihli “Medeni ve Ticari Sahalarda Mahkemelerin Yetkisi ve Mahkeme Kararlarının İcrasına İlişkin Lugano Anlaşmasının 13. maddesinde tüketici ticari veya mesleki bir amaç olmaksızın sözleşme yapan kişi olarak nitelendirilmiştir.

[8] Ticari veya mesleki amaç ölçütü hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ozanoğlu, Tüketici, 672 vd.

[9] Bu konuda bkz. Ozanoğlu, Tüketici, 676.

[10] Bu konuda bkz. Ozanoğlu, İsimsiz Sözleşmeler, 62 vd. ve özellikle 66.

[11]  Zira, Yargıtay uygulamasında montaj kaydıyla satımlar bakımından montajın yapıldığı ana bağlı olarak söz konusu sözleşmenin TKHK’nun uygulanma alanına dahil olup olmayacağı tartışılmakta, montaj taşınmaza oturulduktan sonra yapılmış ise TKHK’nun uygulanması gündeme gelmekte idi (bkz. Yarg. 13. HD, 23.2.1998, 974 E., 1603 K. Karar için bkz. Kadıoğlı, Kamil, Gerekçeli- Açıklamalı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, İlgili Yargıtay kararları ve Mevzuat, Ankara 2000, s.6-7)).

[12] Taşınmazlarla ilgili olarak bkz. Ozanoğlu, Tüketici, 688, dn.68’deki açıklamalarımıza.

[13] Buna en güzel örneklerden biri olarak Yargıtay’ın şu kararı gösterilebilir. Karara göre, “…,uyuşmazlığın davacıya ait bağımsız bölümde PVC doğrama imalatı ve montajındaki ayıplar nedeniyle nefaset bedelinin tahsili isteminden kaynaklandığı ve uyuşmazlığın tüketicinin olağan  tüketim faaliyetinden değil, Borçlar Kanununun 355 vd. maddelerinde düzenlenen –istisna (Eser sözleşmesi)- ilişkisinden doğduğu ortadadır. Bu bakımdan mahkemece eser sözleşmesi ilişkisinden kaynaklanan bu davanın genel  hükümlere göre açılmış bir dava olduğu benimsenerek dosyanın görevli Ankara Ticaret Mahkemesine gönderilmesi gerekirken işin esasının Tüketici Mahkemesinde incelenip hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirir” (Yarg. 15. HD., 9.4.2002 tarihli ve 2001/5915 Esas, 2002/1689 Kararı(bkz. Yargıtay Kararlar Dergisi, Eylül 2002, Sayı 9, sayfa 1364-1365)).

[14] Bu konuda ayrıca bkz. Ozanoğlu, Tüketici, 683,