|
|||||||||
|
4822 Sayılı Kanunla 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Uygulanma
Alanında Getirilen Değişiklikler Üzerine
Yrd.
Doç. Dr. Hasan Seçkin OZANOĞLU*
Giriş
Parg.
1.
4822
sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
ile 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da (TKHK) önemli
değişiklikler gerçekleştirilmiş ve özellikle Kanunun uygulanma alanı bakımından
daha önceki metinle karşılaştırıldığında kayda değer ölçüde tüketici lehine
değişikliklere imza atılmıştır.
Parg.
2.
Bu
bağlamda TKHK’un temel taşını oluşturan tüketici kavramı yeniden tanımlanmış
(m.3/e), bu kanun anlamında tüketici kavramının kapsamını sınırlayan bir unsur
olan mal kavramının kapsamı önemli ölçüde genişletilmiş (m.3/c), hizmet kavramı
yeniden tanımlanmamakla birlikte, bu kavramla doğrudan doğruya ilgili bulunan
sağlayıcı kavramı tanımlanmış (m.3/g) ve söz konusu kavramdan muhtelif
maddelerde açıkça bahsedilmek suretiyle, hizmet ve hizmet sağlayan kavramları Kanunun temel yapı taşlarından biri
haline getirilmiştir. Ayrıca, ayıplı mal ve hizmetler de ayrı ayrı maddelerde
düzenlenmek suretiyle hizmet kavramının ve hizmet edimi içeren sözleşmelerin
mal kavramı ve satım sözleşmesinin gölgesinde kalması engellenmiştir. Zira,
TKHK’nun 4/A maddesiyle getirilen yeni düzenlemenin, kural olarak tüketicinin
taraf olduğu bütün hizmet edimi ihtiva eden sözleşmelere uygulanma imkanı
bulunduğundan, söz konusu düzenleme hizmet edimleriyle ilgili olarak uygulamada
yaşanan sorunların aşılmasında önemli bir adım teşkil etmiştir.
Parg.
3.
Buna
ilave olarak, evrensel anlamda tüketici sözleşmesi olarak kabul edilen, devre
tatil (m.6/B), paket tur (m.6/C), mesafeli sözleşmeler (m.9/A), kredi kartları
(m.10/A), abonelik sözleşmeleri (m.11/A) gibi tüketici sözleşmeleri Kanun metnine
eklenmek suretiyle, Kanunun uygulanma alanı, maddi anlamda genişletilmeye
çalışılmıştır.
Parg.
4.
TKHK’nun
uygulanma alanıyla doğrudan ya da dolaylı bir biçimde ilgili olan bu
düzenlemelerle Kanunun uygulanma alanı tüketiciler lehine büyük ölçüde
genişletilmiştir. Bu incelememizde
Kanunun uygulanma alanı konusunda getirilen yeni düzenlemeleri, daha
önceki çalışmalarımızda[1]
da benimsediğimiz sistematiğe de uygun olarak TKHK’un kişiler ve maddi anlamda
uygulanma alanı açısından iki ana gurupta inceleyecek ve Kanunun uygulanma
alanı konusunda fazla açık olmayan noktalara açıklık getirmeye çalışacağız.
§ 1 Genel Olarak TKHK’nun Uygulanma Alanı Sorunu
Parg. 5.
TKHK’nun uygulanma alanı sorunu, tüketicinin korunması
alanında karşılaşılan en önemli ve temel sorunlardan biridir. Bu sorunun
açıklığa kavuşturulabilmesi için birbiriyle bağlantı iki temel soruya cevap
bulunması gerekir. Bu sorulardan ilki, TKHK’da getirilen düzenlemelerle kimin
özel ve nitelikli bir biçimde korunduğu ve bu bağlamda söz konusu
düzenlemelerin aksine bir hususun kimin aleyhine kararlaştırılamayacağı
hususudur; diğer soru ise, TKHK’da yer alan düzenlemelerin hangi hukuki
ilişkilere ve özellikle sözleşmelere uygulanacağı konusu ile ilgilidir. Bu
soruların cevaplandırılması, TKHK’un uygulanma alanının belirlenmesini ve
tüketicinin korunması hukuku alanında önemli bir soruna cevap bulunmasını
sağlar.
Parg. 6.
TKHK’da getirilen düzenlemelerle kimin özel ve nitelikli
bir biçimde korunduğu ve bu bağlamda söz konusu düzenlemelerin aksine bir
hususun kimin aleyhine kararlaştırılamayacağı sorusu, TKHK’nun kişi bakımından
uygulanma alanının belirlenmesiyle ilgili bir sorundur. Bu sorunun
cevaplandırılabilmesi için tüketici kavramının mahiyet ve kapsamının
belirlenmesini gerekir[2].
Parg. 7.
Kanunda yer alan düzenlemelerin hangi hukuki ilişkilere
ve özellikle sözleşmelere uygulanacağı sorusu ise, TKHK’nun maddi anlamda
uygulanma alanının belirlenmesiyle ilgili bir konudur[3].
Bu soruya cevap bulunabilmesi ise, TKHK’da hangi hukuksal işlem ve
sözleşmelerin, bu Kanun anlamında tüketici sözleşmesi olarak değerlendirdiğinin
belirlenmesini zorunlu kılar.
Parg. 8.
Bu itibarla, biz de, bu incelememizde kavramsal
ayrıntılara girmeden 4822 sayılı
Kanunla getirilen değişiklikler sonrasında, TKHK’da tüketici ve tüketici
sözleşmeleri kavramlarındaki yeni açılımı ortaya koymaya gayret edeceğiz.
§ 2
TKHK’nun Kişiler Bakımından Uygulanma Alanında Getirilen Değişiklikler
Parg. 9.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, TKHK’da getirilen
düzenlemelerle kimin özel ve nitelikli bir biçimde korunduğu ve bu Kanunda yer
alan düzenlemelerin aksine bir hususun kimin aleyhine kararlaştırılamayacağı
sorusu TKHK’nun kişi bakımından uygulanma alanını belirlenmeye yönelik bir
sorudur. Aslında bu soruya cevap bulunması, kanunun genel olarak uygulanma
alanının belirlenmesi bakımından bir çok açık olmayan noktanın aydınlığa
kavuşturulması anlamını taşıyacaktır. Zira, TKHK Koyucusu, söz konusu Kanunun
hem kişi, hem de maddi anlamda uygulanma alanının belirlenmesinde tüketici
kavramını temel hareket noktası olarak benimsemiştir. Bu itibarla tüketici
kavramı, bu incelemenin odak noktasını oluşturmaktadır.
Parg.
10.
4822
sayılı Kanun koyucusunun TKHK’un uygulanma alanıyla ilgili olarak
gerçekleştirdiği değişikliklerin belki de en önemli parçasını, tüketici
kavramını yeniden tanımlanması ve bu kavramın kapsamına daha önce getirilmiş
olan sınırlamaları büyük ölçüde ortadan kaldırması oluşturmaktadır.
II.Tüketici
Kavramının Kapsamının Belirlenmesinde Kullanılan Ölçütlerde Yapılan
Değişiklikler
Parg. 11.
Günümüzde tüketici ve tüketici sözleşmeleri kavramlarının
kapsam ve sınırlarının belirlenmesi bakımın en yaygın olarak kullanılan ve
artık evrensel anlamda kabul görmüş ölçüt işlevsel ölçüttür[4].
Bu ölçütün esasını somut hukuksal işlemle takip edilen amacın belirlenmesi
oluşturur. Burada bir malı edinen
ve/veya kullananın ya da hizmetten yararlananın yaptığı hukuksal işlemle takip
ettiği amaca yani muamele iradesine bakılır. Eğer bu irade, özel bir amaca ya
da ticari veya mesleki olmayan bir amaca yönelik ise, Kanunda başka bir
sınırlandırıcı ölçüte de yer verilmemiş olması kaydıyla, hukuksal işleme bu
amaçlarla taraf olan kişi tüketici olarak nitelendirilir. Burada sözleşme
tarafının tacir, serbest meslek sahibi vs. olması önem taşımaz. Dolayısıyla
korunma ihtiyacı her somut olay için ayrı ayrı ele alınır ve buna bağlı olarak
sözleşme tarafının tüketiciyi koruyucu düzenlemelerin sağladığı korumadan
yararlanması sağlanır.
Parg. 12.
Bununla birlikte, çeşitli Avrupa Birliği Yönergeleri ve
ülke düzenlemelerinde olduğu gibi, işlevsel ölçütün kapsamını sınırlandırıcı
başka ölçütlere ve faktörlere de başvurulabilir. Bu cümleden olmak üzere,
sözleşme tarafının sadece gerçek kişi olması gibi bir kişisel ölçüte ya da
belirli sözleşme tiplerini, örneğin sigorta sözleşmelerinin kapsam dışında
bırakılması gibi maddi ölçütlere tüketiciyi koruyan düzenlemelerde yer
verilebilir. Aynı şekilde, sözleşme konusu mal ve hizmet kavramlarına
sınırlamalar getirmek suretiyle tüketici kavramının kapsamı
sınırlandırılabilir.
a. İşlevsel Ölçüt Bakımından
Parg. 13.
4822 sayılı Kanun ile değişik TKHK’nun 3. maddesinin f
bendinde tüketici; “bir mal veya
hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan
gerçek ya da tüzel kişi” olarak tanımlanmıştır. Getirilen bu tanımla, Kanun
koyucu tüketici kavramının kapsamı bakımından, tüketicinin korunması alanındaki
modern düzenlemelere paralel olarak işlevsel ölçütü benimsemiştir. 4822 sayılı
Kanun ile getirilen “ticari veya mesleki olmayan amaç” ölçütü, birçok Avrupa
Birliği Yönergesi[5] ve çeşitli ülke
düzenlemeleri[6] ve uluslararası
anlaşmalarda[7] yaygın şekilde
kullanılmakta olan bir ölçüttür. TKHK Koyucusu da, özellikle bu düzenlemeleri
dikkate alarak, tüketici kavramını tanımlarken “özel amacın takip edilmesi”
ölçütü yerine, “ticari veya mesleki olmayan amaç” ölçütünü ikâme etmiştir.
Parg. 14.
Buna göre tüketici, ticari veya mesleki faaliyetini
yürütmek dışındaki bir amaçla mal satın alan veya onu kullanan ya da hizmetten
yararlanan gerçek ya da tüzel kişidir.
Parg.
15.
Burada
ticari veya mesleki amaç kavramları[8] değerlendirilirken bütünüyle tüketici
hukukuna özgü mülahazalardan hareket edilmelidir. Öncelikli belirtilmesi
gerekir ki, ticari veya mesleki faaliyet ölçütleri bir bütün olarak salt özel
alana ait faaliyetlerin karşısında yer alır. Bu bağlamda tüketici hukuku
anlamında ticari veya mesleki faaliyet kavramlarından, devamlılık arz eden ve
bir bedel karşılığında yürütülen
(ivazlı) faaliyetler anlaşılmalıdır. Ticari faaliyet açısından faaliyetin
kısa süreli değil, belirli bir süre devam etmesi ve buna ilave olarak
faaliyetin bağımsız olması, yani
faaliyette bulunanın sorumluluğu kendisine ait olmak üzere kendi
hesabına hareket ederek faaliyetini icra etmesi, bir başka ifade ile işletme
rizikosunu üstlenmesi gereklidir. Hâkim fikre göre, burada kazanç elde etme
amacının varlığı önem taşımamakta, bunun yerine işletme ekonomisinin esaslarına
uygun olarak planlı şekilde hareket edilmesi ve söz konusu faaliyetin piyasada
faaliyet gösteren diğer müteşebbislerle birlikte rekabet ortamında yerine
getirilmesi gerekli görülmektedir. Kazanç elde etme amacının varlığı zorunlu
olmamakla birlikte, yürütülen faaliyetin ivazlı olması gerekir. Ancak,
edim-karşı edim ilişkisi bakımından elde edilen karşı edimin, edimi aşması, bir
başka ifade ile kâr getirmesi aranmaz, sadece edimler arasında mübadele
ilişkisinin bulunması yeterlidir.
Parg.
16.
Mesleki
faaliyet bakımından ise, ticari faaliyette olduğu gibi mesleki faaliyette de
bir devamlılık aranmakta, buna bağlı olarak belirli bir organizasyon ve planlı bir
yönelim gerekli görülmektedir. Ayrıca, mesleki faaliyetin ivazlı olması da
gerekmektedir.
Parg.
17.
Mesleki
faaliyet konusunda asıl tartışma, yürütülen faaliyetinin bağımlı ya da bağımsız
mesleki faaliyet niteliğinde olması noktasında ortaya çıkmaktadır. Bağımsız bir
mesleki faaliyet yürütenlerin, bu faaliyetlerinin yürütülmesine yönelik olarak
yapmış oldukları hukuki işlemler dolayısıyla tüketici kavramının kapsamı
dışında mütalaa edilmeleri genel olarak kabul görmekle birlikte, bağımlı
mesleki faaliyetler açısından literatürde bir fikir birliği mevcut değildir[9].
Mesleki faaliyetin bağımsız nitelikte olması, faaliyeti yürütenin kendi
sorumluluğunda, kendi hesabına hareket etmesini ifade eder. Burada belirleyici
olan, faaliyetin kapsamı ile çalışma yeri ve zamanının ve işin sona
erdirilmesinin faaliyette bulunan tarafından serbestçe tayin edilebilmesi
hususudur. Bu nedenle, bütünüyle kendi sorumluluğu altında faaliyet gösteren,
çalışma koşullarını kendi hür iradesiyle belirleyebilen kişiler, yürüttükleri
bu faaliyetleri gerçekleştirme amacına yönelik olarak yaptıkları hukuki
işlemler bakımından, tüketici kavramının kapsamı dışında mütalaa edilmelidir.
Parg.
18.
Mesleki
faaliyet konusundaki asıl tartışma, bağımlı mesleki faaliyetler olarak ifade
edilen faaliyetleri yürütenlerin bu faaliyetlerini yürütmeleri dolayısıyla
yaptıkları hukuki işlemler bakımından tüketici kavramının kapsamı dışında
değerlendirilip değerlendirilmeyecekleri noktasında ortaya çıkmaktadır. Bu
bağlamda, satın aldığı otomobili ağırlıklı olarak işyerine gidişlerinde
kullanacak olan işçi, aldığı bilgisayarı derslerini hazırlarken kullanacak olan
öğretmen, tüketici olarak nitelendirilebilecek midir? Burada bağımlı mesleki
faaliyet yürütenlerin tüketici ve bunların yaptıkları sözleşmelerin de tüketici
sözleşmesi olarak nitelendirilmelerinde kural olarak bir sakınca
bulunmamaktadır.
b) Maddi Ölçüt Bakımından
Parg. 19.
Tüketiciyi Koruyan modern düzenlemelerde yer alan maddi
ölçütler, tüketici kavramı ve tüketiciyi koruyan düzenlemelerin kişi bakımından
uygulanma alanıyla ilgili olmaktan ziyade maddi anlamda uygulanma alanıyla
ilgilidir. Bununla birlikte maddi ölçütler yoluyla tüketici kavramına getirilen
sınırlamalar neticede hukuki ilişkinin tarafının TKHK anlamında tüketici olarak
nitelendirilmemesi sonucunu doğuracağından aynı zamanda kanunun kişi bakımından
uygulanma alanını belirleyici bir nitelik de taşımaktadır.
Parg. 20.
4822 sayılı Kanun Koyucusu 4077 TKHK’da belki de en temel
ve sonuçları bakımından kapsamlı değişikliklerden birini, maddi ölçüt
bağlamında gerçekleştirmiştir. Gerçekten de, 4822 sayılı kanunla birlikte mal
kavramının tanımında değişiklik yapılmış ve kavramın kapsamı büyük ölçüde
genişletilmiştir. Eski düzenlemede (m.3/ c bendi) mal, “ticaret konusu taşınır
eşya” olarak tanımlanmış iken, yeni düzenlemeyle (m.3/ c bendi) mal kavramı,
“alış-verişe konu olan taşınır eşya, konut ve tatil amaçlı taşınmaz mallar ve
elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve
benzeri gayri maddi mallar” şeklinde
ifade edilmiştir. Bu tanımlama ile mal kavramında getirilen en önemli ve
sonuçları itibariyle kapsamlı değişiklik, hiç şüphesiz konut ve tatil amaçlı
taşınmaz malların kanunun kapsamına dahil edilmesidir. Mal kavramının konut ve
tatil amaçlı taşınmaz malları da içine alacak şekilde genişletilmesiyle, özünde
birer tüketici sözleşmesi olan, ancak Kanunda taşınmaz mallar kapsam dışında
bırakıldığı için TKHK kapsamında mütalaa edilemeyen devre mülk ve özellikle
devre tatil uygulamalarında, tüketicilerin TKHK hükümlerine göre korunabilmesi
bakımından ortaya çıkan en büyük engellerden biri böylece ortadan kaldırılmış
olmaktadır. Her ne kadar, TKHK’daki yeni düzenlemeler öncesinde de Yargıtay
uygulamasında, son derece zorlama
bazı yorumlarla, devre tatil ve devre
mülk uygulamalarını Kanunun kapsamında mütalaa etme eğilimi mevcut idiyse de,
mal kavramında yapılan bu tanımlamayla, söz konusu tüketici sözleşmeleri ile
ilgili sorunları aşmada önemli bir adım atılmış olmaktadır[10].
Parg. 21.
Buna ilave olarak, uygulamada daha ziyade bir konuta kat
kaloriferi ya da pvc pencere sistemi, mutfak dolabı, güneş enerjisi sistemi
monte edilmesi gibi uygulamalarla gündeme gelen ve hizmet edimi veya satıma ilişkin unsurlardaki asli
edim-yan edim ilişkisine göre eser teslim sözleşmesi ya da montaj kaydıyla
satım olarak nitelendirilen bazı sözleşmelerin, TKHK’un uygulanma alanına dahil
edilmesindeki güçlükler de yeni düzenlemeyle büyük ölçüde aşılmış olmaktadır[11].
Parg. 22.
Aynı şekilde, konut ya da tatil amacıyla taşınmaz mal
alınması dolayısıyla karşılaşılabilecek tüketici sorunları da getirilen bu yeni
mal tanımıyla TKHK’nun kapsamına dahil olmuş bulunmaktadır. Zira, artık konut
ve tatil amacıyla taşınmaz mal satın alan veya taşınmazdan yararlananlar,
ticari veya mesleki olmayan amaçlar dahilinde bu kanun anlamında tüketici
olarak nitelendirilmektedirler. Kanun koyucu, konut ya da tatil amacıyla
sınırlı da olsa taşınmaz satın alan ya da ondan yararlananları tüketici ve
konut ya da tatil amaçlı taşınmazlara yönelik sözleşmeleri de tüketici
sözleşmesi olarak kabul etmekle, hiç şüphesiz radikal bir değişiklik
gerçekleştirmiş ve bu bağlamda söz konusu düzenleme ile bir çok yabancı ülke
mevzuatı ile AB düzenlemelerinin önüne geçmiştir[12].
Parg. 23.
Mal tanımı içerisinde “elektronik ortamda kullanılmak
üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri maddi mallar”ın da
belirtilmiş olması bu tür mallarla ilgili sözleşmelerin kanunun kapsamı
içerisinde mütalaa edilmelerindeki tereddütleri ortadan kaldırmak bakımından
isabetli olmakla birlikte, günümüzde taşınır satımının konusunu oluşturan mal
kavramının kapsamına gayri maddi malların da dahil olduğu konusunda her hangi
bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu itibarla böyle bir düzenleme yapılmamış olsa
da, bu tür gayri maddi malları (ticari veya mesleki olmayan amaçlarla) satın
alanların tüketici ve bunu konu edinen sözleşmelerin de tüketici sözleşmesi
niteliğindeki satım sözleşmesi olduğunda şüphe edilmemelidir.
Parg. 24.
Tüketici ve özellikle tüketici sözleşmeleri bağlamında
belirtilmesi gereken bir diğer önemli husus da, hizmet kavramı ve hizmet edimi
içeren sözleşmelerin TKHK’un uygulanma alanı içerisindeki yeri konusudur.
Günümüze kadar gelen uygulamalar göstermiştir ki, hizmet edimi kavramı ve
hizmet edimi içeren hukuksal ilişkiler, TKHK uygulaması bakımından gereken
önemi kazanamamıştır. Hizmet kavramı genellikle mal kavramının gölgesinde
kalmıştır. Bu bağlamda hizmet edimi içeren vekalet ve özellikle istisna
sözleşmesi ya da bu sözleşmelere ilişkin asli edim yükümlerini içeren bazı
isimsiz sözleşme ilişkileri bakımından, Kanunun uygulanma alanı genellikle son
derece dar yorumlanmış ve uygulamada bu tür sözleşme ilişkilerine sanki TKHK’un
uygulanamayacağı gibi bir fikir giderek yaygınlaşmaya başlamıştır[13].
Bu noktada, 4822 sayılı Kanun koyucusunun en azından ayıplı mallarla ayıplı
hizmetleri ayrı ayrı düzenlemek suretiyle (TKHK m.4 ve 4/A), eski düzenlemenin
aksine tabiri caiz ise sapla samanı birbirinden ayırmış olması, TKHK’nun
uygulanma alanının belirginleşmesi bakımından dolaylı ama önemli bir katkı
olmuştur. Böylece günümüzde giderek daha fazla önem kazanan hizmet edimi içeren
sözleşme ilişkilerine, TKHK hükümlerinin uygulanması yolunda önemli bir adım
atılmıştır.
c) Kişisel Ölçüt Bakımından
Parg. 25.
TKHK Koyucusu, çoğu yabancı düzenlemenin ve özellikle AB
düzenlemelerinin aksine, tüzel kişileri tüketici kavramının kapsamı dışında mütalaa
etmemiştir. Bu itibarla, Kanun Koyucunun tüketici kavramının kapsamını geniş
tutma eğiliminde olduğu ve bu açıdan tüketici ile ilgili mevzuatımızın bir çok
yabancı düzenleme ve AB Yönergelerinin ilerisinde olduğu söylenebilir. Hiç
şüphesiz, özel amaç ölçütü yerine ticari veya mesleki olmayan amaç ölçütünün
tercih edilmiş olması da, tüzel kişileri tüketici olarak kabul eden bir Kanun
Koyucu bakımından daha isabetli olmuştur[14].
§ 3 Maddi Anlamda Uygulanma Alanında Getirilen
Değişiklikler
Parg. 26.
4822 sayılı Kanun ile getirilen değişiklikler sonrasında
TKHK’nun maddi anlamda uygulanma alanının önemli ölçüde genişlediğini belirtmek
gerekir. Hiç şüphesiz bunda en büyük katkıyı, mal kavramının tanımına konut ve
tatil amaçlı taşınmaz malların Kanunun kapsamına dahil edilmesi sağlamıştır.
Bunun yanında, Kanunun 2. maddesinde birinci maddede belirtilen amaçlarla mal
ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü
tüketici işlemini kapsadığının belirtilmesi, Kanun Koyucunun uygulanma alanını
geniş tutma eğiliminde olduğunu açıkça göstermektedir.
Parg. 27.
Ayrıca, 4822 sayılı Kanun koyucusunun hizmet kavramına ve
hizmet edimi içeren sözleşmelere özel bir önem izafe ettiğini de belirtmek
gerekir. Nitekim, Kanun Koyucunun gerek yeni kanuna eklediği tanımlarda,
gerekse eski Kanundaki tanımlarda yaptığı değişikliklerde, hizmet kavramına
özel bir önem vermiş ve tüketicinin taraf olduğu hizmet edimi içeren hukuki
ilişkilerin karşı tarafını oluşturan sağlayıcı kavramını özellikle vurgulamış
ve hatta yeni Kanunun 3/g maddesinde söz konusu kavramı tanımlamıştır. Aynı
şekilde Kanunun 4 ve 4/A maddelerinde yaptığı düzenlemelerle ayıplı mal ve
hizmetleri birbirinden ayırmış ve daha pek çok maddede hizmet sağlamaya yönelik
sözleşmelere atıfta bulunmuştur (bkz. m.5; m.6; m.6a;m.8;m. 9; m.10; m.10a).
Bütün bunlar, TKHK Koyucusunun, sözleşmeler hukukundaki hizmet ağırlıklı
dönüşümü belirli düzeyde de olsa yakaladığını göstermektedir.
Parg. 28.
Ancak bu noktada TKHK’un maddi anlamda uygulanma alanı
ile ilgili olarak bir kaç önemli noktaya işaret etmeyi uygun buluyoruz.
Parg. 29.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Kanun Koyucunun gerek
sözleşmelerdeki haksız şartlar gibi genel anlamda bütün tüketici
sözleşmelerinde karşılaşılabilecek olan sorunları, gerekse taksitle satış,
devre tatil, paket tur, kampanyalı satış, kapıdan satış, mesafeli sözleşmeler,
tüketici kredisi, kredi kartı sözleşmesi ve abonelik sözleşmesi gibi tüketici
sözleşmelerini tek bir Kanun bünyesinde birer, ikişer maddeyle
düzenlemekle, tüketicinini korunması
alanında pek de isabetli olmayan bir yöntem benimsemiştir. Her şeyden biraza
yer vermek, neticede amaçlanana hiç ulaşılamaması sonucunu doğurabilir. Bu
noktada yapılması gereken tek bir Kanun bünyesinde de olsa tutarlı ve kapsamlı
düzenlemeler getirmektir. Alman Medeni Kanunu Koyucusu bunu hem de kod bir
Kanun olan yeni BGB içerisinde kapsamlı ve birbiriyle tutarlı düzenlemeler
yapmak ve Alman Medeni kanunu’nu AB Yönergelerine uyumlaştırmak suretiyle
gerçekleştirmiştir. Bu sonucun ülkemiz bakımından gerçekleşmemesi için hiç bir gerekçe
yoktur.
Parg.
30.
TKHK’un
maddi anlamda uygulanma alanı ile ilgili olarak belirtilmesi gereken bir diğer
husus Kanun Koyucu tarafından hukuksal işlem ve sözleşme kavramlarının
seçiminde yeterince duyarlı davranılmamış olmasıdır. Bu cümleden olmak üzere,
örneğin bir taraftan taksitle satış ya da kapıdan satış sözleşmelerinden
bahsederken, diğer taraftan bu düzenlemeler içerisinde satıcı ve sağlayıcı
kavramlarından bahsedilmesi bir tutarsızlıktır. Nitekim, Kanun koyucu TKHK'nun
2. maddesinde, Kanunun 1. maddede belirtilen amaçlarla mal ve hizmet
piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici
işlemini kapsadığını belirttikten ve 3/f maddesinde tüketici işlemini, “mal
veya hizmet piyasalarında tüketici ile satıcı-sağlayıcı arasında yapılan her
türlü hukuki işlem” olarak tanımladıktan sonra, Kanun kapsamında yer verdiği
bütün hukuki ilişkileri hukuki işlem bazında değil, sözleşme bazında ele
almıştır. Örneğin kapıdan işlemleri ya da taksitli işlemleri hukuki işlem
düzeyinde ve genişliğinde değil, kapıdan satış ya da taksitle satış şeklinde
düzenlemek suretiyle sözleşme düzeyinde ve darlığında düzenlemiştir. Bunun en
büyük sakıncası aynı ekonomik amaca yönelik olan, ancak satım sözleşmesi
niteliğinde olmayan sözleşme ilişkilerine, ezcümle hizmet edimi ihtiva eden
sözleşmelere kanunda düzenlenen satım sözleşmesi türüne ilişkin hükümler
uygulanırken güçlükler ile karşılaşılması olacaktır.
* Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
[1] Bu konuda bkz. Mukayeseli Hukuk ve Tüketicinin
Korunması Hakkında Kanun Açısından Tüketiciyi Koruyan Düzenlemelerin Kişi
Bakımından Uygulanma Alanı ((Tüketici Kavramına Mukayeseli Bir Yaklaşım),
Prof.Dr.Kemal Oğuzman’ın Anısına Armağan, İstanbul 2000, Sayfa 663-692), Tüketici
Sözleşmeleri Kavramı ((Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un Maddi Anlamda
Uygulanma Alanı), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 50, Sayı 1,
Ankara 2001, s.55-90). Yargıtay Uygulamasında TKHK’nun Uygulanma Alanı Bakımından İsimsiz
Sözleşmeler (Ankara Barosu Dergisi, Sayı 2000/3, Yıl 58, Ankara 2000, s.53-69)
konulu çalışmalarımıza.
[2] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ozanoğlu, Tüketici, 663, 666 vd.
[3] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ozanoğlu, Tüketici Sözleşmeleri, 55
vd.
[4] Bu konuda bkz. Ozanoğlu, Tüketici, 671
vd.
[5] Topluluk mevzuatı incelendiğinde,
muhtelif yönergeler bakımından tek tip bir tüketici tanımının yapıldığını
söylemek güçtür. Ancak, küçük ifade farklılıkları olmakla birlikte, Konsey
Yönergelerinin büyük bir kısmında (85/577AET Sayılı İşyerleri Dışında Yapılan
Sözleşmelerle İlgili Konsey Yönergesi (31.12.1985 O.J. NO L 372/31), 87/102/AET
Sayılı Tüketici Kredilerine ilişkin Konsey Yönergesi (12.2.1987 O.J. NO L
42/48), 93/13/AET Sayılı Tüketici Sözleşmelerinde Haksız Kayıtlar Hakkında
Konsey Yönergesi (21.4.1993 O.J. NO L 95/29), 97/7/AT Sayılı Uzaktan Yapılan
Satışlarda Sözleşmenin Kuruluşu Hakkında Konsey Yönergesi (4.6.1997 O.J. NO L
144/19).), tüketici, yönerge kapsamında yer alan işlemleri (sözleşmeleri)
yaparken ticari ya da mesleki faaliyetini
yürütmek dışındaki bir amaçla davranan gerçek
kişi olarak tanımlanmaktadır. Ortak tanım olarak nitelendirilebilecek bu
tanımda, iki sınırlandırıcı ölçüte işaret etmek mümkündür. Bunlar; ticari ya da mesleki faaliyetin yürütülmesi dışında
bir amacın takip edilmesi ve gerçek
kişilik niteliğidir. Yönerge metinleri şu şekildedir; “consumer” means any
natural person who,..., is acting for purposes which are outside his trade, business or profession;
“Verbraucher” jede natürliche Person,die...zu Zwecken handelt, die nicht ihrer gewerblichen oder beruflichen Taetigkeit
zugerechnet werden können.
[6] Ticari ya da mesleki bir faaliyetin
yürütülmesi ölçütü muhtelif ülkelerin tüketiciyi koruyan düzenlemelerinde
oldukça yaygın bir kullanım alanı bulmaktadır. Nitekim, İsviçre Hukukunda,
Tüketici Kredisine İlişkin Federal Yasa’nın 3. maddesinde, Alman Hukukunda ise,
yeni Alman Medeni Kanunu’nun13. Paragrafında ve Alman Medeni Kanununa Giriş
Yasasının 29. maddesinde bu ölçütten hareket edilmiştir. Aynı şekilde, eski
Alman Medeni Kanunu’nun 609a paragrafının 1. fıkrasının 2. bendinde de, üç
aylık fesih süresine riayet kaydıyla, kredinin bütünüyle elde edilmesinden
sonra altı ay sonra borçlunun sözleşmeyi feshedebileceğine ilişkin kuralın para
ödüncünün tamamen ya da ağırlıklı olarak ticari veya mesleki faaliyete yönelik
olduğu durumlarda geçerli olmadığı ifade edilmekteydi.
[7] 16 Eylül 1988 tarihli “Medeni ve Ticari
Sahalarda Mahkemelerin Yetkisi ve Mahkeme Kararlarının İcrasına İlişkin Lugano
Anlaşmasının 13. maddesinde tüketici ticari veya mesleki bir amaç olmaksızın
sözleşme yapan kişi olarak nitelendirilmiştir.
[8] Ticari veya mesleki amaç ölçütü hakkında
ayrıntılı bilgi için bkz. Ozanoğlu,
Tüketici, 672 vd.
[9] Bu konuda bkz. Ozanoğlu, Tüketici, 676.
[10] Bu konuda bkz. Ozanoğlu, İsimsiz
Sözleşmeler, 62 vd. ve özellikle 66.
[11]
Zira, Yargıtay uygulamasında montaj kaydıyla satımlar bakımından
montajın yapıldığı ana bağlı olarak söz konusu sözleşmenin TKHK’nun uygulanma
alanına dahil olup olmayacağı tartışılmakta, montaj taşınmaza oturulduktan
sonra yapılmış ise TKHK’nun uygulanması gündeme gelmekte idi (bkz. Yarg. 13.
HD, 23.2.1998, 974 E., 1603 K. Karar için bkz. Kadıoğlı, Kamil, Gerekçeli-
Açıklamalı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, İlgili Yargıtay kararları ve
Mevzuat, Ankara 2000, s.6-7)).
[12] Taşınmazlarla ilgili olarak bkz. Ozanoğlu, Tüketici, 688, dn.68’deki
açıklamalarımıza.
[13] Buna en güzel örneklerden biri olarak
Yargıtay’ın şu kararı gösterilebilir. Karara göre, “…,uyuşmazlığın davacıya ait bağımsız bölümde PVC
doğrama imalatı ve montajındaki ayıplar nedeniyle nefaset bedelinin tahsili
isteminden kaynaklandığı ve uyuşmazlığın tüketicinin olağan tüketim faaliyetinden değil, Borçlar
Kanununun 355 vd. maddelerinde düzenlenen –istisna (Eser sözleşmesi)-
ilişkisinden doğduğu ortadadır. Bu bakımdan mahkemece eser sözleşmesi
ilişkisinden kaynaklanan bu davanın genel
hükümlere göre açılmış bir dava olduğu benimsenerek dosyanın görevli
Ankara Ticaret Mahkemesine gönderilmesi gerekirken işin esasının Tüketici
Mahkemesinde incelenip hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirir”
(Yarg. 15. HD., 9.4.2002 tarihli ve 2001/5915 Esas, 2002/1689 Kararı(bkz.
Yargıtay Kararlar Dergisi, Eylül 2002, Sayı 9, sayfa 1364-1365)).
[14] Bu konuda ayrıca bkz. Ozanoğlu, Tüketici, 683,