Son Güncelleme Tarihi 01.05.2002
 
 

 

    Makale Çevirisi

 

ANAYASA TEORİSİ OLARAK KOMÜNTERYENİZM

 

                                                                     Prof. Dr. Winfried BRUGGER*

                                                                     Çev: Dr.iur. Osman CAN**

 

 

Summary

The German Constitution in the Light of Communitarianism

Science its rebirth in the early 1980’s in the USA, Communtarianism has become the main competitor to both Rawlsian theories of justice and traditional theories of liberal neutrality. More recently, communitarianism has also been widely discussed in German politics and academia, prompting some Germans to propose a new way of thinking about community (“neues Gemeinschaftsdenken”), even as it induces others to grow suspicious that communitarianism is inherently anti-liberal. This article rejects the suspicion by distinguishing between three versions of communitarianism-conservative, liberal, and egalitarian-universalistic. The author finds fault with the end points of the communitarian spectrum, contending that the conservative version of communitarianism is liberal too weak a sense, whereas the egalitarian-universalistic brand overstates requirements for universal social justice and state neutrality. The author then argues that the third version, liberal communitarianism, acts as a mediating force between conservative particularism and egalitarian universalism. Thus, liberal communitarianism preserves the basic insights of the two radical versions while eliminating their distortions. Finally, the author points many norms in the German constitution and cases decided by the Federal Constitutional Court to show how the “Grundgesetz” in German law can best be read and understood in a liberal-communitarian way.

 

 

I. Komünteryenizme ilişkin tartışmaların gelişimi

       Parg. 1.                                Komünteryenizm 80’li yılların başından beri Amerika Birleşik Devletleri’nde[1] ve bir kaç yıldan beri de Almanya’da[2] çokça tartışılan bir Toplum ve Devlet teorisidir; hemen hemen bütün politikacılar komünteryen olduklarını iddia ederler[3]. Bu durum bir taraftan şaşırtıcı değildir, çünkü, kavramdan da anlaşılacağı gibi, komünteryenizmde karmaşık olmayan küçük gruplardan büyük organizasyona kadar, toplum merkeze alınır. Kim topluma karşı olmak ister ki? Hiç kimse! Hemen hemen herkes yabancılaşmaya, izolasyona ve parçalanmaya götüren bireyleşme, atomizasyon ve dayanışma yokluğundan şikayetçidir[4]. Israrla bekar yaşamını tercih edenler bile, her ne kadar bir eş ya da çocuk sahibi olmasalar bile, bunun yerine arkadaşlardan ve tanıdıklardan oluşan daha geniş bir aile tarafından kuşatıldıklarını ve bu anlamda bir topluluk oluşturduklarını özenle dile getirirler.

       Parg. 2.                                Diğer taraftan, Almanya’daki toplumcu tartışmaların tekrar canlanmasının, merkezinde ağırlıklı olarak Amerikalı yazarların bulunduğu, Amerika kaynaklı bir ithalat olmuş olması ve öyle de kalmaya devam etmesi hayret uyandırmaktadır. Birey-Toplum ilişkisini inceleyen alman düşünürlerin zengin geleneğine, Hegel ve Tönnies’e yapılan istisnai bir iki atıf dışında, pek başvurulmamaktadır[5]. Bunun, toplumcu düşüncenin, “kamusal yarar kişisel yarardan üstündür” cümlesi üzerine karanlık bir gölge düşüren Nasyonal sosyalizm döneminde totaliter bir anlayışla ve vahşice uygulanışı dışında bir nedeni yoktur[6]. Toplumcu düşüncenin bu türünde esasen bir arıza olduğu, ancak önyargısız bir “kamusal yarar kişisel yarardan üstündür” anlayışında Özgürlük ve Eşitliğin rahatlıkla uyuşabildiği[7] yalın gerçeği, öyle anlaşılıyor ki, Alman geleneğini benimseyen ve anlamlı bir biçimde yeniden yapılandıran toplumcu düşüncenin haklılığına ilişkin yerli bir tartışmayı geliştirmeye yeterli olamamıştır. Bu üzüntü verici bir durumdur; ancak birey ve topluma ilişkin ithal bir teorinin tartışılması süregelen bir tabulaştırmadan daha iyidir ve tartışmanın sonraki evrelerinde Alman geleneğinin daha güçlü bir biçimde dikkate alınması şansını vermektedir.

       Parg. 3.                                Toplumcu teorilerin yeniden canlanışı, başlangıçta muhafazakarları ve ilericileri, sağcı ve solcuları etrafında toparlayabilmesi nedeniyle de ayrıca hayranlık uyandırıcıydı. Bu biçimde, daha önceleri yıllarca birbirlerine argüman sunma yerine suçlamalar yönelten gruplar tekrar bir araya gelip tartışmaya başlamışlardı. Bu coşku çok devam etmedi. Bu da tuhaf olurdu, çünkü eğer herkes aynı komünteryenizmde uzlaşabilseydi, adı geçen tarafların bundan önce yıllarca süren entelektüel tartışmalarının yalnızca sözde çatışmalar olması gerekirdi. Gün geçtikçe birden çok, ancak kısmen eski çatışma çizgilere paralellik gösteren farklı toplumcu düşünce versiyonlarının varlığı kendini gösterdi[8]. Şimdi entelektüel ve politik mücadele esas itibariyle topluluğun ‘doğru’ anlamı etrafında dönmektedir.

                     II. Komünteryenizmin dört esas noktası

       Parg. 4.                                1) Komünteryenizmin tekil bir toplumcu düşünceye indirgenemeyip birden çok çeşidi bulunan bir teori türü olması, komünteryenizmin ilk özünü oluşturan şu soruların sorulmasını gerekli kılmaktadır: Tüm insanlarda ya da tekil insanda veya tekil insan gruplarında ortak olan ya da onları birleştiren şey nedir? Veya onlarda ortak olması ve onları birleştirmesi gereken şey nedir[9]? Bu sorulara verilecek farklı yanıtlar vardır: Bizi fiili olarak neyin birleştirdiği ya da birleştirmesi gerektiğinin yanıtı, örneğin mahrem, ailevi, dinsel, mesleki, ekonomik, milli, bölgesel ya da evrensel menfaat uyuşmaları ya da kimliklerinde aranabilir. Örneğin Hıristiyan değerler ahlakından, Avrupa kimliğinden ya da dünya çapında bir dayanışmadan söz ettiğimizde belirli ortaklıklar vurgulanmış, bunların dışındakiler ise örtülü olarak her bir ortaklık için çok önemli görülmemiş olur. Bu ortak noktalara dayanmanın sorunlu yanı, çıkış kriterinin ya da temel alınan noktalar arasındaki ilişkinin saptanmasının az ya da çok dikkate alındığı ya da hiçbir biçimde dikkate alınmadığı bir farklılık ya da bir ayrım yaratmasıdır.

       Parg. 5.                                Örneğin her bir insanın kişisel karakteri esas alınsa ve buna dayalı olarak da haklar türetilse, insan hakları söyleminin yaptığı gibi, bu durumda milliyet, sınıf, ırk ya da din özellikleri önemsiz hale gelir[10]. Buna karşın topluluk kriteri için vatandaşlık esas alındığında Alman ile Alman olmayan arasında bir farklılık yaratılmış olur ve yalnızca Almanlara toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, seyahat, meslek ve seçme özgürlükleri tanınmış olur[11]. Eğer Hıristiyanlık topluluk kriteri olarak kabul edilirse, bu durumda da dinsizlerin ayrı bir topluluk olarak kabul edilmeleri ve bunlar için argümanın mantığına göre kısmen ayrı kuralların geçerli olması gerekecektir. Marksistlerin her halükarda uzun yıllardır yaptıkları gibi, Proletaryanın, sefalete doğru akan ve kaçınılması mümkün olmayan ortak kaderine ve sonuçta sosyalizmde devrim yoluyla kurtuluşuna vurgu yapılırsa, bu anlayışın zorunlu sonucu olarak da Sermaye ile malvarlıkları müsadere edilmesi gereken Kapitalistler karşıt partneri oluştururlar.

       Parg. 6.                                2) Topluluğun vurgusu nasıl yapılmış olursa olsun, aidiyet, topluluklara üyelik ve topluluk haline gelme olanağı komünteryenizmin kurucu özellikleridir. İnsanda bireysellik ve sosyallik birbirleriyle sıkı sıkıya ilişkilidirler. Ön planda bulunan, topluluktan ve ona bağımlılıktan ‘özgürlük’ değil, bilakis topluluk içindeki yaşam biçimlerine bağlanma ‘özgürlüğü’dür[12]. Komünteryenizmin topluluk içinde kişilik gelişiminden anladığı şey, yoklukta yolunu şaşırma ya da totaliter aldatmacalara kanma tehlikesini içeren, boş, soyut ve sınırsız özgürlük anlayışı yerine insani yeterlilik/doyum çokluğunu arzu eder[13]. Burada, anlamını her şeyden önce insanın ekonomik, hukuksal ve dinsel vesayetten ve baskıdan kurtarmakta bulan aydınlanma liberalizmiyle çelişki ortaya çıkmaktadır. Çağdaş komünteryenizm aydınlanma veya demokratik anayasal devlet düşüncesinin gerisine düşmek istememektedir[14]. Daha ziyade günümüz akımlarının ortasında kendini bulmakta ve atomizasyon, kopukluk ve parçalanma biçimindeki aşırı liberalleşme ve bireyselleşme eğilimlerine dikkat çekmektedir. Komünteryenizm açısından kişilik gelişiminin yalnızca ‘-den özgürlük’e ihtiyacı yoktur, kişilik gelişimi, özgürlüğün niçin’ini ve nasıl’ını da irdelemelidir[15].

       Parg. 7.                                3) Şüphesiz komünteryenizm, liberalizm gibi, küçük farklılıklar gösteren yapıya sahip bir teoriler türünün adıdır. Bu nedenle de aşağıda toplumcu teorilerin değişik versiyonları arasında ayrım yapılacaktır. Bu şekilde liberalizmle olan karşıtlıklarının yanında, farklı biçimleriyle komünteryenizmin kendi içinde de zıtlıklar keskinleşmektedir. Ancak genel olarak söylenebilir ki, komünteryenizmin tasarlanmış hedefinin, topluluklaşmanın insani gelişim için önemini vurguladıkları sürece birleştirici liberalizme ve plüralizme yakınlığı vardır[16].

       Parg. 8.                                4) Şu ana kadar anlatılanlardan, komünteryenizmin ağırlıklı olarak antropolojik ve sosyal-teorik bir yapılanmaya sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. İnsani ortak yaşamın esaslarını ve toplumsal organizasyon yapılarını açıklamakta, yani devlet ve toplumun liberal bakış açısıyla karşılaştırılması yapıldığında daha çok bireysel sosyalleşme ve toplumsallaşmada temellendiği görünmektedir. Komünteryenizm, yalıtılmış birey ile merkezileşmiş siyasal iktidar arasında aracılık yapar; bireysel öz gelişimi zenginleştirip biçimlendiren ve devletten kaynaklanan engelleri ortadan kaldıran şeyin esasen aracı yapılar ve yaşam biçimleri olduğunu gösterir[17]. Komünteryen anlayışlar ve önerilerden, hemen devlete bunları güç kullanarak gerçekleştirme yetkisi çıkmaz[18]. Aksine devlet ve toplum, insanların topluluklaşma sonrası temel gereksinimleri karşılanacak biçimde yapılanmalıdır. Bunu gerçekleştirmek için bekli istisna olarak güç kullanılması gerekebilir[19], ancak kural olanaklı kılma, idare etme ve koordinasyondur. Otto von Gierke’nin ifadesiyle: Hukuk düzeninin görevi daha çok “dışsal ve içsel ortak yaşam için gerekli hukuk kurallarını, toplumsal organizmanın maddi-manevi yaşam biriminin ifadesi olarak tespit etmek, düzenlemek ve geliştirmektir”[20]. Sosyalleşmenin yaşam dünyasındaki önsel kalıplarının anlaşılabilir olması gerekir; bu yapıları devlet, kendilerini mümkün olduğunca özgürce geliştirecek ve sınırlarını uyumlu biçimde çizecek ve koordinasyon saylayabilecek tarzda düzenlemelidir. Şöyle de diyebiliriz; devlet ve hukuk içinde ancak anlamlı biçimde gerçekleşebilecek sosyalleşme ve toplumsallaşmanın ilkeleri, bir insan profilinden türetilebilir.

       Parg. 9.                                Nitekim Alman Anayasa Mahkemesi komünteryen insan profilini bu yaklaşıma göre formüle etmektedir: “Anayasanın insan profili yalıtılmış, başına buyruk bireyin profili değildir; Anayasa daha çok birey-toplum çelişkisini, kişinin öz değerini zedelemeksizin, onun toplulukla olan ilişkisi ve topluluğa olan bağlılığı anlamında karara bağlamıştır”[21].

                     III. Tutucu, liberal ve evrenselci komünteryenizm

     Parg. 10.                              Bu çerçevede teorilerinin komünteryen esaslarını geliştiren yazarlar incelendiğinde[22], yazarların teori varyantlarında farklı sınıflandırmalar önerdikleri görülmektedir[23]. Burada yapılan sınıflandırma, tözcü (substantialistic)/tutucu komünteryenizm, liberal komünteryenizm/komünteryen liberalizm, son olarak da evrenselci/eşitlikçi komünteryenizm ile liberalizm arasında ayrım yapar[24]. Her üç varyant aydınlanma-sonrası, demokratik ve anayasaldır. Her üçü de politik totalitarizme karşıdır ve bireye özgür karar alanı ve temel hak garantisi tanırlar. Bu haliyle her üç komünteryenizm versiyonu Alman Anayasa Mahkemesinin insan profili formülündeki[25] gibi bireyin “öz değer”ine saygı gösterir ve her üç versiyon da liberaldir; tutucu varyant seçim özgürlüğüne az değer vermesine rağmen yine de liberal olarak değerlendirilmektedir. Diğer iki komünteryenizm varyantında bireysel iradenin önemi artmaktadır. Her üç ekol her şeye rağmen liberalizm varyantı olarak değil de komünteryenizm öğretisi olarak sunuluyorsa, bunun nedeni, daha önce ifade edildiği gibi, bunlarda analizin ağırlık merkezinin ‘-den özgürlük’te değil, bilakis özgürlüğün ‘ereğinde’ ve  ‘-e özgürlük’te bulunması ve bu perspektifte toplulukların özel bir anlam kazanmasıdır. Özet niteliğindeki bilgiler aşağıda tablo halinde gösterilmiştir.

 

     Parg. 11.                              Komünteryenizmin Üç Versiyonu

 

I. Tözcü, tutucu komünteryenizm

II. Liberal komünteryenizm

II. Evrenselci, eşitlikçi komünteryenizm

1. Antropoloji, İnsan Profili

Birey sıkı biçimde toplulukla bütünleşmiş

Birey çoğulcu yaşam biçimlerine ihtiyaç duymakta

Otonom birey, genel akli yeteneklilik

2. Özgürlük anlayışı

Topluluk içinde makul yaşam sürdürme ‘-ye özgürlük’

Topluluk ‘içinde’ tatmin ve ‘özgürlük’

Topluluk ‘-tan özgürlük’ yoluyla tatmin

3. Geleneksel yaşam biçimlerinin yaşamın sürdürülmesindeki rolü

Kurucu eğilimli; önceden mevcut; ‘ends prior to self’

Araçsaldan kurucuya kadar; önceden mevcut veya sonradan sunulu

Daha çok araçsal; seçim özgürlüğü sunulmuş; ‘self prior to ends’

4. Ahlak kavramı

Geleneklerin, etik uygulamaların, geleneksel ahlakın üstünlüğü

Geleneksel ile refleksif ve eleştirel ahlakın karşılıklı mücadelesi

Refleksif ve eleştirel ahlakın, geleneksel ahlaka üstünlüğü

5. Ahlaki normların meşruiyeti; principium dijudicationis

‘olan’a, ‘iyi’ ve ‘adil’in somut cevherine dayanma; partiküler; iç perspektif; marjinal genelleştirme

Tatmin yapıları üzerinde ‘olan’ın ‘olması gerekene’ dayanması; partiküler ve genel; ‘içten dışa doğru’; aşamalı genelleştirme

Soyutlama, yöntemleştirme, söylem yoluyla ‘olması gereken’e dayanma; ‘dıştan içe doğru’; genişleyici genelleştirme

6. Ahlaki normlara uyum; principium executionis’i sağlayıcı olarak

Somut dayanışmacı ilişkiye bağlılık

Somut dayanışmacı ilişkilerin içkinliği ve aşkınlığı

Tüm insanların aklına ve yetkinliğine çağrı

7. Topluluk-Adalet ilişkisi

Topluluk adaleti ikame eder ya da tanımlar

Topluluk ve adalet dengede tutulmalı

Evrensel adalet partiküler topluluğu ikame eder ya da ona üstünlük sağlar

8. Kolektif hedefler-bireysel haklar ilişkisi

Kolektif hedeflerin önceliği

Kolektif hedeflerle bireysel hakların dengelenmesi

Bireysel hakların üstünlüğü

9. Kamusal genel yarar anlayışı

Birincil olarak geleneksel yaşam biçimlerine saygı ve destek, ikincil olarak genel özgürlük ve eşitlik hakları

Özel yaşam biçimlerine saygı ve desteklenmesiyle genel özgürlük ve eşitlik hakları arasında denge

Tüm insanlara ve gruplara eşit oranda saygı duyulması ve desteklenmesi; yaşam biçimleri karşısında tarafsızlık

10. Azınlıkların statüsü

Çoğunluk statüsüne ayrıcalık

Tanınmak için açık ve uygar mücadele

Azınlık statüsüne ayrıcalık

11. İnsanların birbirlerine karşı sorumluluğu

Birincil olarak ahlakın yakın dairesi

Sorumluluğun dairesel teorisi, ahlakın yakın dairesinden uzak dairesine aşamalandırılmış biçimde

Birincil olarak ahlakın uzak dairesi

12. Kişi kavramının ağırlık merkezi

Somut kişilik

Somut kişilik ve soyut hukuksal kişilik

Soyut hukuksal kişilik

13. Politik entegrasyon, istikrar sağlayıcı olan

Tözcü uyuşum ve/veya demokratik katılım

Demokratik katılım ve en azından kısmi tözcü uyuşum

Demokratik katılım ile eşit özgürlük ve eşitlik hakları

 

1. Tutucu ya da tözcü komünteryenizm

           Parg. 12.                        a) Komünteryenizmin bu türü insanın topluluğa sıkı bağlılığını öngörmekte hatta bunu bir anlamda kurucu unsur olarak kabul etmektedir. Sonuçta, bireysel ‘ben’ sosyo-kültürel ‘ben’den çıkıp gelişemeden önce, her birimiz tekil aile, kültür ve kendine özgü bir ruhu olan zaman dilimi içine doğar ve onun tarafından biçimlendiriliriz[26]. Bu açıdan insanın kendini geliştirmesi ve makul bir yaşam sürdürebilmesi için geleneksel yaşam formlarına da ihtiyacı vardır. Bu olmaksızın birey köksüz ve amaçsız olur. Yaşam biçimleri ve kurumlar bireysel seçim için hazır yaklaşımlar sunarlar, aynı zamanda yaşamsal icraatları, güdüler nedeniyle farklı her bir durum için önceden mevcut olmayan ve yine yaşamı hatalarla dolu olan İnsan’ı biçimlendirip ona istikrar kazandırırlar[27]. Demek ki bireyin özgürlüğü geniş oranda geleneksel yaşam formları içinde makul bir yaşam sürdürme“-ye özgürlük” olarak kendini gösterir.

           Parg. 13.                        Ancak bu, hiçbir seçim özgürlüğünün olmadığı ya da geleneksel yaşam tarzlarının dokunulmaz oldukları anlamına gelmemektedir. Bireysel kararlar -kültürel ön verilere ve yargılara karşı olanları dahil- kaçınılmaz olarak icra edilecektir ve bireylerin de buna hakkının olması gerekir. İnsanlar yalnızca kültürün bir ürünü değildirler, bilakis aynı zamanda kültürün yaratıcısıdırlar. Ancak tutucu komünteryenizm bireysel özgürlüğün abartılması konusunda uyarıda bulunmaktadır. Sıklıkla önemli tercihler yapmak durumunda olan bireylerin, özellikle, seçim yapılacak durumun karmaşık olduğu,  her şeyin mümkün olduğu ya da mümkün göründüğü durumlarda, işin içinden çıkamadıkları az rastlanır bir durum değildir. Tutucu komünteryenizm yaşam tarzları ve kurumlara ilişkin geleneksel olan her şeyin mutlaka korunması gerektiği iddiasında değildir. Ancak, uzun zaman kabul görmüş yerleşik kurumlarda ve yaşam tarzlarında yine de bireysel aklın algılayabileceğinden daha çok akla ve amaca uygunluğun bulunduğunu düşünmektedir[28]. Dolayısıyla bu teoriye göre, bir topluluğun profilinin hızlı ve radikal değişimine ve iyi bir toplumun planlanabilirliğine dönük abartılı düşüncelere karşı dikkatli olunmalıdır.

           Parg. 14.                        b) Geleneklerin bu göreceli üstünlüğü kendini ahlak anlayışında da hissettirmektedir: ‘iyi’ ve ‘adil’ anlayışları asli olarak toplumsal ahlak yoluyla biçimlenir; aynı zamanda ahlakın özünde yoğun uyuşum aranmaktadır. İşleyiş temeli oldukça homojen ve karmaşık olmayan bir topluluktur. Yalnızca böyle bir topluluk içinde, somut dayanışmacı ilişkilere bağlılık sayesinde hem ‘iyi’ ve ‘adil’e ilişkin yargıların geniş oranda uyumlarından, hem de bu yargılara uymanın sağlandığından söz edilebilir. ‘Diğerleri’ eğilimli olarak komşuluk ya da akrabalık ve grup bağlılığı perspektifleri içinde algılanır. Bu karmaşık olmayan düzlem geçildiğinde ahlaki algi karmaşıklaşır, çünkü tutucu komünteryenizm oldukça açık iç-dış ayrımıyla çalışmaktadır. Onun bakışı her şeyden önce etiğin yakın dairesine ve karmaşık olmayan homojen ilişkilere dönüktür. Bu yaklaşım tarzı, muhaliflerin veya hoşnut olmayanların ortaya çıkmasıyla sorun yaratmaya başlar, çünkü bu durumda bu teorinin çoğunluğa bir ödül haline dönüştüğünü söylemek gerekecektir. Ayrıca bu teori, etiğin uzak dairesinden bir topluluğa uygulanacak ahlaki talepler konusunda yeterli donanıma sahip değildir; insan haklarının evrensel düzeyde korunması bağlamında ortaya çıkan talepler ve göçmen hareketleri örnek olarak akla gelebilir.

           Parg. 15.                        c) Bu bakış açısını politik topluluğa uyarlarsak, tutucu komünteryenizm, bir devletin ve bir hukuk düzeninin, içe doğru sadakat, anlayış ve koruma/bakım sağlayan ve bu bununla dışa doğru, diğer devletler ve halklara karşı daha çok mesafe ve farklılığa izin veren ve hatta bunu öngören faktörlerde nispeten ileri bir uyumun varlığı durumunda ancak ayakta kalabileceği tezinden hareket eder. Sadakati, karşılıklı yardımseverliği ve birliktelik duygusunu doğuran faktörler neler olabilir? Bunu soyut olarak yanıtlama olanağı yok, en azından kısmen somut duruma bakmak gerekir. Buna ilişkin klasik bir formülü Ferdinand Tönnies’de bulmak mümkündür: “(Toplulukta) karşılıklı anlayış, karşılıklı ve içten iletişime dayanır. Bu da bir varlığın, diğer varlığın yaşamında doğrudan doğruya bir hisseye sahip olmasına, sevinç ve üzüntüyü paylaşmasına ve hatta onu desteklemesine bağlıdır. Bu nedenle yapı ve tecrübede benzerlik göstermeleri oranında, ve mizaç, karakter, düşünüş tarzının aynılığı ve uyuşması oranında bu anlayış gerçekleşebilir”[29].

           Parg. 16.                        d) O halde tutucu komünteryenizm ileri düzeyde homojenlik ya da en azından ırklar, sınıflar, dinler, diller ve yaşam biçimleri arasında bir uyuşuma değer verir. Bu tür homojenlik koşullarını taşıyan siyasal topluluk şanslıdır. Ancak problem şudur: Modern devletlerin çoğunda çoğulculuk ve çok kültürlülük egemendir. Tutucu komünteryenizm gerçekten böyle bir fenomenle nasıl başa çıkacağını bilmez. Şikayet edilebilir, ancak bunun çözüm olmadığı ortadadır. Bununla birlikte, Carl Schmitt’in dost-düşman ayrımıyla tanımladığı ve son yıllarda Somali, Ruanda ve Eski Yugoslavya’da takip edilen yol önerilebilir: Adı geçen kriterlerden biri -sınıf, ırk ya da din gibi- birlik sağlayıcı olarak kabul edilebilir, sonra da bu kriter yardımıyla dost ve düşman ayrımı yapılabilir[30]. Dostlar için ölümüne destek verilir, düşmanlar ise, merhamet yoksa ve toplama-eğitim kamplarıyla yetinilmiyorsa, ölürler.

           Parg. 17.                        Bunun bir çözüm olamayacağını biz Almanlar Hitler döneminde öğrendik ve anayasaya yansıttık[31]. Radikal tasarımıyla dost-düşman anlayışı, bir aydınlanma sonrası ve anayasal devlet teorisi olarak tutucu komünteryenizm tarafından da önerilmemektedir. Bu teorinin söylemlerinden hareketle çıkarılacak sonuç, bu teorinin, göçmen kabulüne ilişkin alanda katı bir yaklaşım sergileyen, yerleşik halk ile göçmenlerin kültürleri arasında uyuşuma dikkat eden; ayrıca entegrasyonu en azından kısmi asimilasyonla birleştiren; son olarak bireysel kararlara saygıya rağmen her şeyden önce hakim kültürü destekleyen bir politika öngördüğüdür. Sonuçta tutucu komünteryen bir devlet dahi şu anlayıştan kaçınamayacaktır: Bir devlet kendini ırk, sınıf ve din kriterlerinden soyutlamalı ve birden fazla topluluğa yaşam alanı tanımalıdır. Devlet birden fazla topluluk için bir çerçeve topluluk oluşturmalı ve bir ailedeki ya da diğer karmaşık olmayan homojen gruplardaki gibi, yalnızca tek bir yaşam stili veya farklılaşmakla birlikte yine de birbirleriyle uyuşabilen yaşam stilleri için alan sunmamalıdır. Demek ki tutucu topluluk modelinin hatası, devleti karmaşık olmayan homojen grupların yakın daire perspektifinden hareketle organize etme eğiliminde olmasıdır.

2. Evrenselci-eşitlikçi komünteryenizm

           Parg. 18.                        a) Komünteryenizmin ikinci türü olan evrenselci-eşitlikçi komünteryenizm tutucu komünteryenizmin tam tersine hareket eder. Bu yaklaşıma göre insanlar, her şeyden önce, kendileri için anlamlı kararlar verebilen ve vermesi gereken, genel bir akli yeteneğe sahip otonom bireylerdir. Bu teori, bireyin, gelişiminde aile ve çevresi tarafından belki güçlü bir şekilde biçimlendirilmiş olabileceğini, ancak sonuçta hakim ve geleneksel topluluğa mesafeli durarak da kendini biçimlendirmesi gerektiğini iddia eder. Marjinal örnekle şöyle ifade edilebilir: “Ben benim ve kendi tercihlerimi gerçekleştirmekten başka bir şey yapamam”[32]. Makul bir yaşam, bu yaklaşıma göre, ancak özgür bir seçimle tanımlanan bir yaşamdır ve bu seçim sosyalleşme tüm biçimlerini kapsar. Gerçi bu şekilde topluluğa katılım ortadan kalkmamıştır, ancak bu katılımdan geri dönme çekincesi arka planda daima kendini hissettirir. Bu da toplulukların araçsallaştırılması eğilimini beraberinde getirebilir. Özgürlük, her şeyden önce bir seçim özgürlüğü olarak kendini gösterir; yaşamın toplulukça anlamlandırılmış verili örneklerinden ‘özgürlük’ten başlayarak, kişinin kendisi tarafından seçilmiş, onun tarafından belirlenmiş, hatta kendisi tarafından yapılandırılmış topluluklardan “özgürlük”e kadar uzanır. Hakim geleneğe güven duyulmaz. Evrenselci komünteryenizme göre bunda, makul yaşam imkanından daha çok baskı saklıdır.

           Parg. 19.                        b) Buna paralel olarak evrenselci komünteryenizmin ahlak anlayışı da hakim geleneksel ahlaka eleştirel yaklaşır. Geleneksel ahlak tüm insanlara eşit şekilde uyan, asli ve eleştirel evrensel ahlakı daraltma eğilimindedir. Tüm insanları birleştiren ve sadakate çağıran şey, her bir insanın, yani tüm insanların kendi amacını takip etmesidir. Bu anlamda tüm insanlar özgür ve eşittir. Ahlak her şeyden önce etiğin bu yakın dairesini aydınlatmalı ve kavranabilir hale getirmelidir. Buna göre hareket noktası tüm insanların yaşam tercihlerine saygı göstermek ve tüm insanlara koruma/bakım sağlamaktır[33]. Her bir insanın yaşamı ve ihtiyaçları aynı oranda değerlidir. Yakın daire (birine yakınlık duyanların yada ona benzer olanların göstereceği özen) ve uzak daire etiğine (tüm insanlara dünya çapında özen) ve yine aracı basamaklara (özel, milli ya da Avrupa dayanışmalarındaki gibi) daha çok şüpheyle bakılmaktadır; bunlar kısa sürede Avrupa merkezcilik, yabancı düşmanlığı ya da Almanlık gibi ırk merkezci kavramlar altına saklanıp varlıklarını sürdürürler[34]. (Evrenselci komünteryenizm açısından) bu tür bir hataya karşı başvurulacak seçkin bir yol, doğal ahlaki düşünüşü, somut insan, grup ve kümelerin özniteliklerinin ötesine yerleştirmek olarak görülebilir; ahlaki yargıları bir kenara bıraktığımızda ya da dayanışmanın tarz ve boyutu hakkında karar verdiğimizde, somut kişilikler olarak kim olduğumuzu bilmeyeceğimiz bir bilmezlik örtüsü talep etmek gibi[35].

           Parg. 20.                        Bu tür bir insan profili ve ahlak anlayışının avantajı, her şeyden önce homojen bir toplumdaki muhalifler sorununu ve topluluklar arasındaki çatışmaları ele almasıdır. Ana ifade şudur: çoğunluk veya güçlü olan egemenliği ele geçirememelidir, hakça bir dengenin bulunması gerekir. Ancak bu denge yaşam tarzlarının özü ve iç ahlakı tarafından sağlanamıyorsa, bu durumda düşünüşün bir sonraki aşamasına geçilmelidir. Farklı olandan ve farklılıktan soyutlanılacak ve bütün insanlar eşit olarak merkeze insan geçecektir. Bu tür bir çıkarım mantıksal ifade olarak inandırıcı olabilir belki, ancak ahlak anlayışları gerçekliğinde pek ikna edici değildir. Çünkü insan ve onun ahlakı ne kadar soyut olarak belirlenirse, bu yöndeki ifadeler o kadar yüzeysel kalır; insanların çoğunun sempatisinin, özeninin ve özverilerinin bağlı olduğu sadakat ve dayanışmadan o derece uzaklaşılır. Buna, ayrıca bu tür bir ahlak teorisinin toplum biçimlerinin aşamalandırılmasına açıklama getirememelerini de eklemek gerekir. Etiğin uzak dairesinde karşılaşılan (somut olarak mülteci akımında ya da sanal olarak her akşam televizyon karşısında izlenen haber yayınlarında görüldüğü gibi) milyonlarca muhtaç ‘genel insan’ın gerçekte hepsi insandır ve belirli bir oranda gerçek bir özeni hak ederler; ancak bu özen yükümü, muhtemel yardım ediciler açısından aile ya da ulus gibi özel bağlılıklardan kaynaklanan ve somut sorumluluklar doğuran somut sadakat ve bakim/özen yükümlerinden daha azdır.

           Parg. 21.                        c) Politik ve hukuksal anlayışı, eleştirel ve evrenselci ahlakın içsel geleneksel ahlak karşısındaki önceliğinin bir yansımasıdır. Eleştirel ahlakta önemli olan, hem içte hem de dışta öncelikli olarak tüm bireyler, gruplar ve yaşam tarzları için eşit özgürlük garantisidir. Bu yaklaşıma göre, geleneksel yaşam biçimleri, temelinde ilgili halkın çoğunluğunun bulunduğu ve her şeyden önce baskı potansiyeli taşıdığı için, evrenselci komünteryenizm duruma göre azınlık statüsüne bir ayrıcalık talep etmektedir. Anayasa azınlıklara geniş savunma hakları, eşitleyici ve destekleyici haklar tanımalıdır[36]. Jürgen Habermas’ın ifadesiyle: “Ancak bireysel yaşam hikayelerinin ve tekil yaşam biçimlerinin radikal biçimde serbest bırakılmasıyla, herkes için eşit saygının ve insan çehresi taşıyan her şeyle dayanışmanın evrenselliği korunmuş olur”[37].

           Parg. 22.                        Komünteryenizmin bu tarzında “insan olmak” insanlar arasındaki esas bağlayıcı niteliği oluşturur; tüm diğer özellikler buna oranla önemsizdir[38]. Bu açıdan bakıldığında evrenselci komünteryenizmin siyasal organizasyon konusunda mantıken, tüm insanların ve grupların gerçektende eşit haklara ve dünya çapında gerçek fırsat eşitliğine sahip olduğu bir dünya devletini savunması gerekir. En azından bu teoriden tekil siyasal organizasyon ifadesi olan ulusal devlete karşı güvensizliğin çıktığını söylemek mümkündür. Ulusal devletin baskı potansiyelini azaltmak için, evrenselci komünteryenizme göre yalnızca hukuk devletine bağlılık ya da demokratik yapılanma yetersizdir; ayrıca dünya çapında sosyal sorumluluğa ve sınırların geniş oranda kaldırılmasına gereksinim vardır. Bu yaklaşımın tutarlı sonucu, politik koğuşturmaya uğrayan ve kabul edilemez mağduriyetlere uğrayan tüm insanlara sınırsız siyasal sığınma hakkı tanınması, ya da Anayasada kendini gösteren insan ve Alman (vatandaş) hakları arasındaki sınırlandırmanın kaldırılması[39], veya Almanya’da seçim hakkı için öngörülen vatandaşlık koşulunu, çok uzun olmayan bir ikamet ile değiştirme çağrısı yapılmasıdır.

           Parg. 23.                        d) Eşitlikçi, evrenselci komünteryenizm tutucu komünteryenizm eleştirisinde kendi öncüllerini abartmaktadır. Tutucu komünteryenizm için siyasal organizasyonun kurucu unsuru esas itibariyle aile ve akrabalık bağıdır: yalnızca düşünce ve duygularda yakın olanlarla bir devlet kurulabilir. Bu durumda devletlerin aile ya da kabile topluluklarından daha büyük bir birlik oluşturdukları gözden kaçırılır. O halde siyasal organizasyonun kurucu unsuru soyut olmalıdır, hiçbir şekilde sadece kural olarak tözcü yaşam stillerini temel almamalıdır. Evrenselci, eşitlikçi komünteryenizm tutucu komünteryenizmin zayıf noktalarına bir cevap sunmakta, ancak bunu kendisi abartmakta ve kaş yapayım derken göz çıkarmaktadır. Çünkü siyasal organizasyon ve onun sorumlulukları için, insanlar, gruplar ve kültürler arasında farklılıklar yaratan tüm özellikleri reddetme eğilimindedir: hakların ve yükümlülüklerin dağılımında dünya çapında sadece insan olmak yeterlidir, diğer tüm kriterleri gayri meşru sayma eğilimindedir. Eşitlikçi komünteryenizm, yaşamın yakın dairesi yerine tüm insanların uzak dairesine odaklanmıştır; bu haliyle devletin, yinede hem yaşam dünyasının, hem de siyasal karar mekanizmalarının yakın ve uzak dairesi arasındaki önemli ve vazgeçilmez bir aracısı olduğunu gözden kaçırmaktadır.

3. Liberal Komünteryenizm

           Parg. 24.                        a) Liberal komünteryenizm[40] yukarıda anlatılan her iki komünteryenizm türlerinin tekdüzeliklerini engellemekte, her iki görüsün haklı yönlerini işleyip birleştirmeyi denemektedir. Birleştirme, birey ve topluluğun birbirleriyle ilişkili oldukları ifadesinden daha somut olmalıdır. Bu mutlaka doğru, ancak spesifik olmayan öncüllerin ötesinde, liberal komünteryenizm, sadece insanın fiili olarak doğup büyümekle zaten sosyalleşmiş olduğunu değil, aynı zamanda makul bir yaşam için geniş çapta bir sosyalleşmeye, daha doğrusu birden fazla sosyalleşmelere ihtiyacı olduğunu kabul etmektedir. Yani her şeyin kendisine bağlı olduğu a priori bir ‘topluluk’ yoktur, bilakis farklı topluluk basamakları vardır. Bu basamaklar Max Weber’in keskin ve etkili ifadesinde[41] fırsat sosyalleşmesinden süreklilik gösteren yapılara kadar uzanır. Bunlar geçici ya da orta veya uzun vadeli nitelik gösterebilirler. Yapısal olarak esnek ya da yoğun olabilirler. Çok farklı aktiviteler ve yaşam alanlarıyla ilgili olabilirler. Toplumsal, siyasal ya da supranasyonal alanlarda konumlanmış olabilir; bireysel, ailesel, yerel, bölgesel, ulusal veya evrensel amaçlar güdebilirler. Tutucu ve evrenselci komünteryenizmden farklı olarak, liberal komünteryenizm ‘içe doğru’ ya da ‘dışa doğru’ yönelik perspektifler önceliği için herhangi bir ön karar vermez. O her türlü toplumsallaşma biçimlerinde ilke olarak makul bir yaşam potansiyeli görmektedir. Çünkü insan çabası bu potansiyeller içinde biçim ve yön kazanır. Bu anlamda yetişmekte olan insan her halde gelişmiş ve yoğunlaşmış topluluklar ve yaşam biçimlerini ‘hazır bulur’; ancak bireyin bunlara boyun eğmesi gerektiği sonucunu çıkarmamak gerekir. Yaşam biçimleri her şeyden önce giriş ve çıkış opsiyonları verilerek, ve çoğu zaman da içsel biçimlendirme ve değiştirme olanağı olarak bireysel tercihlere ‘sunulmuştur’. Kültürel olarak yoğunlaşmış ailevi yaşam biçimlerinde bile iç ilişkileri özgürce biçimlendirme olanağı vardır. O halde esas olan topluluk içinde özgürlük ve tatmindir.  Başkalarının geçici olarak geri çekilmesi, duruma ilişkin marjinal örnekler niteliğindedir. Bunun da ön şartı, bireyin kendisini toplulukla bir ilişki içine sokabilmesi ve üyelik yoluyla yaşamın zenginleşmesine yönelik bir anlayış geliştirebilmesidir. Ayrıca seferberlik durumunda siyasal topluluk için yaşamın askerlik hizmeti biçiminde ortaya konması bir örnektir. Duruma ilişkin olmayan, bilakis özel bir kişilik yapısından doğan marjinal örnekleri ise, kendilerini tümden toplumdan dışlayan (Eremit = derviş, inzivaya çekilen) veya kendilerini tamamen topluluğa adayanlar (Maria Teresa; siyasal bir protesto amacıyla kendini yakma yoluyla feda eden) oluşturmaktadır; bu tür görünümler bireyleşmenin ve sosyalleşmenin bütünsel spektrumuna aittirler; önderlerin ahlakıdır, ancak ortalama bir ahlak örneği değildirler.

           Parg. 25.                        b) Olayın bu yönünün sosyal yaşam ve karşılıklı sorumluluk anlayışı üzerinde etkileri vardır: Sosyal yaşam, tekil birey ve onun yakın dairesinden, yani hayat arkadaşı ve ailesinden tüm olarak insanlığa, yani uzak dairesine kadar uzanan çok sayıda sorumluluk dairesinden ve topluluk biçimlerinden oluşur. Bu iki kutup arasında, burada belirtilen anahtar sözcüklerle ancak eksik olarak tanımlanabilmiş çok sayıda başka yaşam ve topluluk biçimleri varlık göstermektedir. Belirtilen her bir topluluğun kendine özgü anlamı, avantaj ve dezavantaj ölçütleri, sorumlulukları ve yapıları vardır. Başka bir anlatımla: Bu toplulukların her birinde etiğin yakın ve uzak dairesine ilişkin antinomları çok aşan ahlak ve adalet anlayışları vardır.

           Parg. 26.                        Bu çok çeşitli ahlak ve adalet anlayışları arasındaki ilişkiyi tanımlamak gerekirse, ortak merkezli daireler şeması’yla başlamak daha iyi olur. En küçük dairede etiğin yakın dairesi ele alınır; bu ise dalgalar oluşturur ve birden fazla bağlantılar üzerinden en büyük daireye ulaştıracak biçimde sonraki dairelere, bir bütün olarak insanlığa götürür. Bunun yanında ortak merkezli daireyi enine kaplayan ve güçlü kimlikler ve sadakatler sağlayan (ortak bir din ya da ortak bir meslek gibi) özel aidiyet kriterleri vardır. Önemli olan, olağan durumda, yakın dairedeki, yani daha özel topluluğun sorumluluğunun, uzak dairedekinden yani daha genel olan topluluğunkinden daha büyük ve anlamlı olmasıdır. İnsanların çoğu aileleri için meslektaşlarından daha fazla özveri gösterirler. Almanya’nın batı eyaletleri, doğu eyaletleri için, orta ve batı Avrupa’daki diğer ülkelerden ve tabi ki diğer kıtalardan daha çok özveri gösterirler[42].

           Parg. 27.                        Tüm bunlar şimdilik, insanların çoğunun kendi ahlaki sorumluluklarını yakın ve uzak sorumluluk dairelerinde nasıl algıladıklarına ilişkin yöntem tanımlamalarıdır. Liberal komünteryenizm açısından böyle olması iyi ve doğrudur da. Bu teori, bireysel ve kolektif alanda karmaşık iyi ve adil yaşamın bütünsel ve geniş anlayışına, yine bu alanda mevcut basamaklar, bağlantılar ve ilişkilere önem verir. Desteği de modern gelişim psikolojisinden alır. Bunlar gösteriyor ki, verme ve alma, insani sorumluluklarımızın tarzı ve boyutu ilk önce ebeveyn-çocuk-ilişkisi dairesinde öğrenilmektedir. Ahlaki düşünüş spektrumu sonra adım adım daha büyük ilişki gruplarını ve sözü edilen geleneksel ahlakı, yani belirli bir kültürde egemen olan, bizde her şeyden önce Hıristiyanlık ya da sekülarizm tarafından biçimlenmiş hümanizmi kapsamaya başlar. Ancak ahlaki düşünüşün son basamağında geleneksel ahlaktan -insan haklarına dayanmada kendini gösterdiği gibi- insanlık ahlakına geçiş sağlanmış olur[43].

           Parg. 28.                        Liberal komünteryenizm açısından bu son adım, yoksul ülkelere yapılan yardımda ya da sığınma hakkında olduğu gibi, haklı olarak maliyetli, ancak ahlaki açıdan zorunlu bir adımdır; çünkü insanlık sorumluluğu, daha özel ve yakın sorumluluklara nazaran daha sınırlı sorumluluklar getirmesine rağmen, önemli ve meşru bir sorumluluktur. Burada liberal komünteryenizmin, genelleştirme adımını ancak isteksiz ve marjinal bir biçimde atan tutucu komünteryenizmden farklılığı kendini göstermektedir. Ancak insanlık sorumluluğuna giden bu son adım, aynı zamanda yakın ve spesifik sorumluluk dairesine dikkat edildiği ve ihlal edilmediği sürece erişilebilecek olan oldukça tehlikeli ve koşullara bağlı bir adımdır. Bir asimetri oluşmamalı, bu adil olmaz. Bu nokta, dünya çapında acı içinde ve muhtaç durumdaki tüm insanlar için, daha yoğun sorumluluklara dönük bağıntıyı ihmal ederek ve yoksulluk ve baskının (ya da tersine zenginlik ve özgürlüğe sahip olmanın) nedenlerini  incelemeksizin çok hızlı ve düşüncesizce fedakarlıklara çağrı yapan evrenselci-eşitlikçi komünteryenizmde yeteri kadar dikkate alınmamaktadır[44]. Liberal komünteryenizme göre her iki görüş de tek yönlüdür. Esas önemli olan, ilgili sosyalleşmelerin başarıya ulaşmış, yakın daireden uzak daireye uzanan ve tüm aktiviteleri ve yaşam alanlarını kapsayan bir basamaklar ya da alanlar teorisi tasarımıdır[45]. Liberal komünteryenizme göre, ancak böyle karmaşık bir teori yardımıyla sosyal adalet ve insani tatmin, bihakkın söz konusu edilebilir.

           Parg. 29.                        c) Liberal komünteryenizmin insan profili ve ahlak anlayışına ilişkin bu açıklamaların siyasal-hukuksal alanda bir karşılığı vardır. Bunu, rakip iki komünteryenizm türünde özet olarak yapıldığı gibi, detaylı olarak incelemeden önce, bunun siyasal, hukuksal ve anayasal kararlarla/tercihlerle ilişkisi üzerine ara fikir yürütmek gerekir. Tutucu ve evrenselci komünteryenizme ilişkin açıklamalarda bu ayrım yapılmamıştı. Bu ayrım, hangi siyasal kararların/tercihlerin hukuksal biçimde yürürlüğe konulup anayasa metni içinde yer edinecek ve sonradan anayasal garanti altına alınacak kadar önemli olduğu sorusunu ilgilendirmektedir. Topluluk için kimlik belirleyici ve meşruluk sağlayıcı siyasal organizasyon nitelikleri, yani devleti diğer devletlerden ayırma olanağı veren ve tüm vatandaşların mümkün olan en fazla entegrasyonunu sağlayan nitelikler yaklaşık olarak formüle edilmiştir[46].

           Parg. 30.                        Eğer bu kriterler anayasa hukuku alanını anlamlı bir şekilde belirliyorsa, bu durumda bir sonraki adımda, en iyi anayasa teorisine karar vermek için hangi kriterlerin kullanılması gerektiği üzerinde düşünülmesi gerekir. Bunun için şu test önerilmektedir: en iyi anayasa teorisi, anayasanın en çok ya da en önemli normlarını ele alan ve birbirleriyle ilişkilendiren, yani onları birbirleriyle olan ilişkileri içinde anlamlandıran ve onlara dayanak sağlayabilen teoridir. Hiçbir anayasa teorisi bir taraftan anayasanın tüm normlarını ele alıp meşruluğunu sağlayamayacaktır; modern anayasalar bunun için önemli önemsiz bir yığın uzlaşılarla doludur. Diğer taraftan da hiçbir anayasa teorisi, yalnızca daha az konuyu veya daha az önemli konuları ele aldığı için ‘en iyi’ anayasa teorisi olamayacaktır. Bu dar ya da geniş çerçevede en iyi anayasa teorisi konumunu kazanmayı hedefleyen bir çok anayasa teorisi vardır[47]. Burada ele aldığımız anayasa teorileri üç komünteryenizm türüyle sınırlıdır. Aşağıdaki açıklamalarda, liberal komünteryen yaklaşımın en iyi komünteryen anayasa teorisini sunduğu ve bunun Alman anayasasında açık olarak ifadesini bulduğu tezi savunulmaktadır.

IV. Komünteryen Anayasa Teorisi – Liberal Komünteryenizm ışığında Anayasa

1. Ulus Devletin Anlamı Üzerine

           Parg. 31.                        a) Devlet ve hukuk anayasası, ilgili toplumsallaşmayı sağlayacak, kuşatacak ve belirleyecekse[48], buna ilişkin uygun organizasyon biçimlerini bulmak ve tayin etmek, siyasetin asli görev olacaktır. Bu bağlamda liberal komünteryenizm, birazdan ele alınacak içe ve dışa açılıma rağmen, ulusal devletleri eskiden olduğu gibi en önemli somutlaştırma basamağı olarak görmektedir. Bunun ilk nedeni bu organizasyon biçiminin aile ile dünya toplumu arasında yer almış olması, yani doğrudan karşılaşma ve sadakatin yakın dairesinden daha geniş olması, ancak aynı zamanda tüm insanların oluşturduğu topluluktan daha somut ve belirleyici olmasıdır. Sonuncusu öyle kapsamlı ve kültürel olarak o kadar farklı ki, buna ilişkin somut uyuşumlar kural olarak, daha az karmaşık devlet birliğinde olduğu kadar kapsayıcı olmaz; siyasal çoğunluk kararlarının kabulü, en azından azınlıkta kalanlar için “tatsız sürprizleri” engelleyecek nesnel uyuşumlar gerektirir. Aynı zamanda insanlık topluluğunun etik öncüllerinden çıkan sosyal ve finansal sorumluluklar, dünyanın çoğu bölgelerindeki sefalet ve sıkıntı karşısında, zengin ve başarılı devletler açısından o kadar kapsamlı olur ki, daha dar ve daha yoğun toplulukların yarışan talepleri geri plana itilmek zorunda kalır – bu durumda etiğin yakın ve uzak dairesi arasındaki dengenin kaybı biçiminde bir adaletsizlik tehdidiyle karşı karşıya kalınır.

           Parg. 32.                        b) Ulusal devlet biçimindeki tanımlama/belirleme bu bağlamda değerlendirilse bile, bu yaklaşım ikinci olarak milliyetçi biçimde kendi politik topluluğunun ölçüsüzce ululanması ve başka devletlerin aşağılanması hatta onlara karşı saldırgan bir mücadele içine girilmesi halini almak zorunda değildir[49]. Bu tür olumsuz örnekler özellikle Almanya’da ortaya çıktı, ancak bu belirleme başka biçimde de anlaşılıp uygulanabilir. Tanımlamalar ve karşıtlıklar, örneğin, farklı coğrafi ve iklimsel konum dolayısıyla, ülkenin zengin ya da fakir oluşu nedeniyle, dil, din, sınıf, ırk, tarih vasıtasıyla – sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal olarak tüm bu faktörlerle başa çıkma, ön verili durumları yönetme ya da yönetmeme tarz ve yöntemleri vasıtasıyla ortaya çıkmaktadır. Immanuel Kant tarafından isabetli bir biçimde tanımlanan özgür ve temsili devletler birliği tasarımı siyaset için ilgi çekici olabilir[50].

           Parg. 33.                        c) Belirlemeler üçüncü olarak da politik olarak devletler biçiminde organize olan halklar ve ulusların içsel kolektif kimliklerinin gelişimiyle iç içe geçmiştir[51]. Başarılı bir ulusal devlet, geçmişinde bu kolektif kimliğin oluşumuna ilişkin olumlu tecrübelerin olumsuz tecrübelere ağır bastığı devlet olur; ağır basma kavramıyla anlatılmak istenen, duruma göre kaynaşma ya da kaynaşmama faktörleri olabilecek etkenlerdeki farklılıklar nedeniyle ya da onlara rağmen somut ülkede yerleşik nüfusu birleştiren duygu ve akla hitap eden biz-bilincinin oluşmasıdır[52]. Almanya’daki gibi olumsuz bir tecrübenin yükü altındaki tarih göz önüne alındığında da, kaynaşma faktörleri ağır bastığında, bir taraftan etiğin yakın dairesini aşan, ancak bununla beraber yine de esaslı bir karşılıklı yardım alanını etik olarak gerçekleştirilebilir ve siyasal ve anayasal olarak uygulanabilir kılacak düzeyde somutlaşmış ve yoğunlaşmış bir sadakat ve yardım biçimi gelişebilir. Bu yöntem örneğin genel kabul gören sosyal devlet ilkesinin anayasaya alınması sonucunu doğurur. Bu durumda ülkenin tekrar birleşimi için büyük harcamaların yapılması da siyasal olarak anlayışla karşılanır.

           Parg. 34.                        d) Ulus devleti, ülkede yaşanılan demokrasinin daha az karmaşık olması gibi bir avantaja da sahiptir. Seçilmiş siyasal organların somut yetkileri vardır. Bu ülkede hangi partilerin ve siyasal çoğunluklarının hangi programlar ve yasaların sorumluluğunu taşıdığı önemli ölçüde açıktır. Bu durum hukuk devletinin öngördüğü belirlilik ve denetlenebilirlik ile ve -anayasada öngörüldüğü gibi- sınırı aşmış devlet uygulamalarının temel hak korumasıyla engellenebilmesi yoluyla güçlendiriliyorsa, realitede devlet iktidarının öngörülebilir meşru kullanımının en güzel biçiminin söz konusu olduğunu söylemek gerekir.

2. Ulus devletin içe ve dışa doğru açılımı

           Parg. 35.                        a) Şüphesiz ulus devlet, bir yandan aile ve akrabalık birliğinin küçük organizasyonu ile dünya topluluğu arasındaki tek aracı basamağı değildir. Siyasal organizasyon biçimleri alanında bile uygun bir basamaklar ve küreler yapısı geliştirme biçimindeki liberal komünteryen postülaya göre, ulus devletin içe ve dışa açılıp açılmamasının gerekip gerekmediği, ya da ne oranda açılması gerektiği konusunun incelenmesi gerekir. Klasik egemenlik anlayışına göre ‘kapalı’ ulus devletinin[53] gittikçe artan oranda parçalanmasının çok nedeni olabilir: İçe ve dışa açılma, iktidarın kötüye kullanımının engellenmesine ya da siyasal tiranlığın önüne geçilmesine ilişkin olarak önerilmiş olabilir. Ulus devletin kendisine yüklenen ödevin niteliği nedeniyle ya çok zayıf ya da çok güçlü olması durumunda, bu meşru siyasal ödevlerin etkin bir biçimde yerine getirilmesi amacıyla önerilmeye değer olabilir. Sonuçta, sapmalar, yerel, bölgesel hatta belki uluslar üstü bağlılıklara uygun bir siyasal karar alanı kazandırmak için zorunlu da olabilir.

           Parg. 36.                        Bu açıdan anayasaya baktığımızda[54] iç ayrım eyaletlerin kurulmasında ve belediyeler için bağımsız yönetim garantisi öngörülmesinde kendini göstermektedir; yasama, yürütme ve yargı erkleri ayrımı federal düzlemin altında değil, içinde konuşlanmıştır. Bu iç ayrım hem merkezi devlet eliyle siyasal tiranlığı önleyecek, hem de -örneğin Alman anayasasının Md. 29/1 1. ve 2. cümlelerinde açıkça gösterdiği gibi- ilgili ödevin en uygun devlet organınca daha etkin bir biçimde yerine getirilmesini sağlayacak ve kolektif kimlikleri destekleyecektir. Anayasanın bu maddesi uyarınca federal ülke federe devletler arasında öyle bölümlenecektir ki, “eyaletler kendilerine yüklenen ödevleri kendi büyüklüklerine ve güçlerine göre etkin bir biçimde gerçekleştireceklerdir. Bu bağlamda hemşehrilik bağlılıkları, tarihsel ve kültürel ilişkiler, ekonomik amaçsallık ile çevre düzenlemesinin ve eyalet planlamasının gerekleri göz önüne alınacaktır”[55].

           Parg. 37.                        b) Dışa doğru açılma, genellikle üç açılım rayı üzerinden gerçekleştirilir: Almanya’nın Avrupa Birliği’ne girmesi, uluslararası hukuka katılımı ve insan haklarının anayasaca düzenlenmesi[56]. 1957 yılında kuruluşundan bu yana çeşitli aşamalardan geçip Avrupa Topluluğuna ve şimdi son durağının henüz belirsiz olduğu Avrupa Birliği’ne dönüşen[57] Avrupa Ekonomik Topluluğundan söz ettiğimizde, burada da Avrupa birleşmesi için çok açık bir üç-aşama-gerekçesi kendini göstermektedir[58]. İktidarın kötüye kullanılmasının önüne geçilmesi ve daimi barış güvencesi endişeleri özellikle AET kurucu üyelerinin, eski saldırgan Almanya’nın daimi ve kesin olarak bir Avrupa yapısı içine yerleştirmek biçimindeki o döneme ait planlarıyla ilgilidir. Bunun dışında ikincil derecede güdülmüş olan ve halen güdülen amaç, A(E)T ülkelerinin etkin bir biçimde ekonomik yapılanmalarını sağlamak ve refah düzeyini artırmak olarak ifade edilebilir. Bu bağlamda trafik, çevre koruması alanındaki gibi ülkesel ve sınır ötesi sorunların üzerine geniş kapsamlı olarak gidebilme hedefini de saymak gerekir. Bir Avrupa kimliğinin üretilmesi biçimindeki üçüncü gerekçe ise, elbette ki Avrupa birleşmesinin siyasal amaçlarından birini oluşturmaktadır. Şüphesiz ‘biz-duygusu’nu Avrupa halklarının olağan bir anlayışı haline getiren kişiler, durumlar ve alanlar da vardır; ancak Avrupa kimliğinin ulusal ve bölgesel kimliklerin yerine ne zaman ve ne oranda geçeceği ya da en azından onları ikinci plana iteceğini şimdiden görmek mümkün değildir[59]. Bu durum Avrupa Birleşmesinin, federal devlet özelliği gösteren bir tür ‘Avrupa Birleşik Devletleri’ ile parçalı nihai yetkiye sahip daha gevşek devletler konfederasyonu arasında duran son hedefinin kesinlik kazanmamış statüsüne de açıklık kazandırmaktadır[60].

           Parg. 38.                        Bununla aynı zamanda Avrupa Topluluğunun kendini oluşturan devletlere oranla bir zayıflığı dile getirilmiş olur: Ulus devlette, federal devlet biçimlenmesi ve demokratik sorumluluk ilişkileri önemli ölçüde açık ve yalın olmasına karşın, bu durum Avrupa Birliğinde pek söz konusu değildir. Genellikle, kimin tam olarak ne için sorumlu olduğu belirsizdir; hoşa gitmeyen kararlar, genellikle çok sert direniş gösterilmesine karşın basarisiz kalındığı ve Bakanlar Konseyindeki çoğunluğa mağlup olunduğu iddialarıyla, ulusal politikacılar tarafından ‘Brüksel’e mal edilir. Bu eksikliklerin nasıl giderileceği tartışmalıdır. Avrupa Parlamentosuna ve diğer Avrupa Organlarına yasama çerçevesinde daha fazla karar alma yetkisi tanıma bir çözüm yolu olarak gözükmektedir. Bu çözüme karşı komünteryenizmin temel itirazı ise, Avrupa düzleminde bu kadar fazla karar yetkisinin Avrupa Parlamentosuna yığılmasını gerektirecek, henüz kendini yeterli düzeyde bu bağlamda tanımlayan bir halkın, bir Avrupa ulusunun oluşmadığı yönündedir. Bu yaklaşım Avrupa halklarının bu yönde gelişmesini reddetmemekte, yalnızca devlet tarafından dayatılan bir Avrupa kimliğine karşı durmaktadır[61].

           Parg. 39.                        c) Az önce anlatılan dışa açılım anayasal boyutu Anayasanın 24., 25. ve 59. maddelerinde yansımasını bulmaktadır. Avrupa birleşmesinin başlangıcında Anayasanın 24. ve 59. maddeleri üzerinden egemenlik haklarının devri tamamlandı. Devletler Konfederasyonu niteliğine sahip bir özgün supranasyonal Organizasyon olarak Avrupa Topluluğunun özel karakteri nedeniyle Anayasanın yeniden düzenlenen 23. maddesine 1992 yılında özel bir hüküm eklendi. ‘Olağan’ uluslararası hukukla ilgili dışa açılımlar öncelikli olarak anayasanın 25. ve 59/2. maddelerine göre sağlandı. Anayasanın 25. maddesine göre uluslararası hukukun genel ilkeleri federal hukukun tamamlayıcı parçasıdır ve yasalardan üstündür. Uluslararası hukukun bu genel ilkeleri, dokunulmaz insan hakları biçiminde ortak bir insanlık ahlakının kabulünü sağladığı durumda, liberal komünteryenizmin temel amacının net bir ifadesini yansıtmaktadır. Liberal komünteryenizm, ulusal devletlerin ve AB ya da Avrupa Konseyi gibi bölgesel organizasyonların somut ve sıkı bağlılıklarını aşacak biçimde, tüm insanların kendine özgü, makul ve sorumluluk içinde yaşamalarının asgari koşullarını güvence altına almak ister[62]. İlgili her bir devletin kendi uygulamaları yoluyla ve kendi hukuksal kanaatleriyle uluslararası teamül hukukunun bu kategorisini oluşturan yaklaşımının dar (tutucu komünteryen) ya da geniş (evrenselci komünteryen) olmasına göre, uluslararası hukuk toplumunda, bu toplumun üzerinde anlamlı bir biçimde uyuşabileceği haklar ve sorumluluklar kümesi oluşturulmalıdır.

           Parg. 40.                        Devletin açılımının bir başka önemli rayı, Anayasanın 59/2. maddesinde düzenlenen ve ilgili anlaşmaya onay kanunuyla yasal konum kazandıran uluslararası sözleşmedir. Bu transformasyon rayı üzerinden bir yandan iç alandaki demokratik onay/meşruiyet, diğer yandan da yetki ile sorumluluğun belirliliği sağlanmış olmaktadır. Hangi haklar ve ödevler uluslararası hukukça düzenlenebilir? Komünteryenizm buna ilişkin ikna edici bir yanıt veremez, ancak şu kesin ki: Sözü edilen, özgün, makul ve sorumluluk bilincine sahip bir yaşam icrası için zorunlu olan insan hakları dairesinin gerektirdiği durumda, demokratik ve anayasal devlet, evrensel ya da bölgesel açıdan uygun olan insan hakları sözleşmelerini imzalamak ve onlara katılmak amacıyla uluslararası sözleşme hukuku rayını da kullanmalıdır. Almanya da ilgili sözleşmelerin çoğunu onaylamak yoluyla bunu gerçekleştirmiştir; bu ise anayasanın insan haklarına ilişkin 1/2. maddesinin Almanya’nın dış politikası için bağlayıcı olan siyasal amacı olarak kabul edildiği gerçeğine uymaktadır[63].

           Parg. 41.                        d) Avrupa hukuku ve uluslararası hukuk dışında anayasada, hem içe hem de dışa yönelmiş üçüncü bir açılım rayı vardır: Tümü olmasa bile anayasadaki temel hakların çoğu insan hakkıdır, yani Alman olma statüsüne bağlı değildir[64]. Düşünce ve kanaat özgürlüğünde olduğu gibi ilgili insan haklarının verilen önemden de anlaşılacağı üzere Almanya’da bulunan herkes bu haklara dayanabilir.

           Parg. 42.                        Diğer taraftan hangi hakların Almanlara özgülendiği de göz önüne alınmalıdır. Meslek özgürlüğü ve Seçim özgürlüğü örneklerinden hareket edilirse, bunların Almanya’da yaşayan yabancılar için apriori olarak düşünce ve kanaat özgürlüğünden daha az önemli olduğu söylenemez. Yabancıların birçoğu için Alman hakları belki daha önemlidir! Anayasanın burada bir farklılık öngörmüş olması, evrenselci komünteryenler için akla yatkın olmayacaktır. Onlara göre tüm insanların temel ihtiyaçlarının eşit muamelesi ve eşit değerlendirilmesi gerekir. Tutucu ya da liberal komünteryen için bu farklılığın bir anlamı vardır: Seçim özgürlüğü ülkenin tasa ve kıvancı ile kurucu bir ilişkiye sahiptir; bu nedenle bu hak vatandaşlık statüsüne bağlanmıştır. Bu çok istisnai olarak, anavatan ve onun anayasası tarafından temsil edilen evrensel değerlerin varlığına rağmen, (tüm dünya ülkeleri için değil) kendi anavatanın  korunması için canını ortaya koyma sonucunu doğuran Askerlik ödevi için de geçerlidir[65]. Bu tür dar ve zengin sonuçları olan ilişkiler için, o halde insanların bireysel gereksinimlerinden daha fazlası gerekir. Seçim hakkı ve vatandaşlık hakları (tutucu komünteryen yaklaşıma göre) temel gereksinimlerin karşılanmasının ön koşulu değildir, ya da (liberal komünteryen yaklaşıma göre) yalnızca temel gereksinimlerin karşılanmasının ön koşulu değil, ve en azından ülke ve onun vatandaşlarıyla olan sıkı ilişkilerin de -öncelikli olmasalar bile- bir sonucudur.

           Parg. 43.                        Meslek seçme özgürlüğü için durum nedir? Bu özgürlük, seçim özgürlüğü ve askerlik ödevindeki gibi ülkeyle ve onun vatandaşlarıyla sıkı bir ilişkiyi öngörmemesine rağmen, eğer anayasa çerçevesinde insan hakkı olarak kabul edilseydi, yetersiz işyeri için yarışan yüksek sayıda göçmen düşünüldüğünde, bunun ekonomik açıdan ağır sonuçları olacaktı. Avrupa birleşmesi çerçevesinde AB-kökenli yabancıların Almanya’da çalışabiliyor olmaları gerçeği[66] bu öngörüye aykırı değil, tersine onu onaylamaktadır, çünkü Avrupa Topluluğu üyeliğinin ekonomik koşulu, belirli bir ölçüde denk ve -hukuksal açıdan olanaklı olmasına rağmen- fiili olarak milyonlarca insanın alman iş piyasasına hücum etmelerine yol açmayacak düzeyde benzer bir ekonomik durumun varlığıdır.

           Parg. 44.                        e) Dışa özel bir açılım ise sığınma temel hakkıdır. 1993 yılına kadar geçerli olan Anayasanın eski 16/2. maddesinin 2. cümlesi “Siyasi koğuşturmaya uğrayanlar sığınma hakkından yararlanırlar” biçimindeydi. Sığınmaya sahne olan tüm diğer ülkelerde kabul edilen sınırlamalar öngörülmemişti. Bu durum 90’li yıllarda gittikçe artan oranda siyasi koğuşturmaya uğrayan ya da uğradığını iddia edenlerin Almanya’ya sığınmasına neden olmuştu. Sığınması sayısı 1992’de yarım milyona ulaşmıştı. Evrenselci komünteryenler için sınırsız bir sığınma temel hakkı ulus devletin önemli bir meşruluk temelini oluşturmaktadır. Bu, özgürlükçü ve insan onuruna uygun koşulları sağlayıcı bir dünya devleti yokluğu nedeniyle en iyi ikinci, ya da en azından, eğer sorunların sığınmacıların kendi ülkelerinde çözülmesi olanağı yoksa en iyi üçüncü ve artık zorunlu çözümdür. Esasen evrenselci komünteryenler aynı zamanda ekonomik sığınmacılara da, göçmenliğe kabule ilişkin sınırsız ya da geniş kapsamlı bir temel hak tanınmasını savunurlar, çünkü onların asgari yaşamla ilgili temel gereksinimleri de siyasal sığınmacılarınki kadar yoğun bir biçimde etkilenmiştir: açlıktan ölme ile koğuşturulma arasında niteliksel bir acı farkı görmek oldukça zordur[67].

           Parg. 45.                        Tutucu komünteryenler yalnızca sığınma arayışı içinde olanların temel gereksinimlerini göz önünde bulundurmazlar. Onlar, geleneksel topluluk biçimlerinin devam ettirilmesi ve korunması ile sığınma kabul edecek ülkelerin hakedilmiş refahı ve özgürlükçü oluşlarını, dengelemeyi zorunlu kılıcı yarışan bir meşruiyet noktası olarak görürler. Tutucu ve liberal komünteryen yaklaşıma göre sığınmacı kaynağı toplulukların niçin ekonomik ve siyasal açıdan kabul edilebilir koşullar yaratmadıkları konusu dengelemede göz önünde bulundurulabilir. Tüm bunlar, spesifik olduklarından kural olarak sığınmacı kabul eden ülkelerin sorumluluklarından -sığınmacı kaynağı ülkelerdeki acı ve haksızlığa aktif olarak katkı sağlamadıkları sürece[68]- daha çok dikkate alınması gereken (cezai değil) siyasal sorumluluğa ilişkin konulardır. Bu yaklaşım, komünteryenlerin sığınmacı adaylarına ya da ekonomik nedenli göçmenlere hiç bir biçimde yardım etmeyecekleri sonucuna götürmemelidir. Ancak tutucu komünteryenler yardımın açık bir biçimde sınırlandırılmasına ve anayasada bir temel haktan çok buna ilişkin kurumsal bir garantinin kabul edilmesine daha fazla taraftar olurlar; onlar sığınmacıların kabulünde kültürlerin uyuşmasına dikkat edebilir ve bu yaklaşımın göz önünde bulundurulduğu dünya çapında bir kabul sistemi için çaba gösterebilirler.

           Parg. 46.                        Liberal komünteryenler, hem her bir insanın güvenli ve insan onuruna uygun bir yaşama dönük temel ihtiyaçları, hem de potansiyel sığınmacı kabul edici ülkelerin sosyal, ekonomik ve kültürel yararlarını gözeten denge sağlayıcı bir düzenlemeyi tercih ederler. Böyle bir çözüm her iki taraftaki meşru yararların geçerli olacağı bir durumu ifade eder. Ancak bu yaklaşıma göre sınırsız bir sığınma temel hakkı, ülkeye, bize yakın olanlar ile sığınmacılar arasında sosyal edimlerin uygun ve aşamalı bir biçimde dağıtımını tehdit edecek kadar çok sığınmacının akın etmesine yol açacağından, orantısız olması nedeniyle adil olmaz[69]. Anayasanın yeni 16a. Maddesinde 1993 yılında gerçeklesen ve siyasal koğuşturmaya uğrayanların hukuksal taleplerini ülkeye giriş rotalarına göre sınırlayan ve kabul yükümlülüğünü duruma göre sınırdaş ülkelerle paylasan sığınma temel hakkı değişikliği, anayasa teorisi açısından değerlendirmek gerekirse, liberal-komünteryen temel yaklaşımın bir ifadesidir. Bu değişiklik sorumlulukları aşamalandırmakta ve sorumluluk tayinine ilişkin daireler oluşturmaktadır. Bu düzenlemeyi desteklemek, tutucu veya evrenselci yaklaşımla daraltıp genişletmek siyasal işleyişe kalmıştır.

3. Siyasal alan dışında sosyalleşme

           Parg. 47.                        a) Liberal komünteryenizm, insanların makul bir yaşam sürdürebilmek için kural olarak topluluk oluşturmaya ve topluluğa bağlanmaya gereksinim duyduğunu kabul ederler; ancak bu durum bu yolla boyunduruk veya baskı altına alma sonucunu doğurmamalıdır. Bu düşünceler Anayasa Mahkemesinin insan profili formülünde de ifadesini bulmaktadır[70]. Özgürce oluşturulmuş toplum başarılı bir siyasal organizasyon için kurucu öneme sahip olmakla birlikte, genellikle içsel ve dışsal baskı ve zorlamalara da maruz kaldığı için[71], birleştirici/assoziatif hakların temel haklar bağlamında güvence altına alınmasını gerektirecek çok neden vardır. Bunun yanında birden fazla sosyalleşmenin/toplumlaşmanın söz konusu olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Devlet-toplum ayrımı birincil ve yetersiz ayırıcı çizgidir – esas olan, aynı zamanda tekil topluluk biçimlerinin tarz, nitelik ve yoğunluğun hesaba katılmasıdır[72]. Anayasanın temel haklar katalogu işte bu anlayışa uymaktadır. Bu haklar katalogu, bir yandan özgür partner ve amaç seçimine açık sosyalleşmeleri, özellikle Sözleşme özgürlüğü (2/1. madde), toplanma özgürlüğü (8. madde) ve örgütlenme özgürlüğü (9/1. madde) vasıtasıyla korumaktadır.  Tüm bu haklarda karşıdakinin ve -gevşek ya da sıkı bir birliği motive eden ve onu devam ettiren- yararın seçimi, bireysel önceliklerin ifadesidir. İnsan tek kişiyle ya da birden fazla kişiyle, ekonomik veya ideal amaçlar için, sıradan veya önemli işlerde bir araya gelebilir[73]. Giriş opsiyonunun yanında diğer özgürlük haklarında olduğu gibi bu özgürlükte de çıkış opsiyonu vardır. Hukuk tekniği açısından: Özgürlük haklarında olduğu gibi birleştirici/assoziatif haklarda da bir pozitif bir de negatif taraf vardır[74].

           Parg. 48.                        b) Dinler ve dünyevi görüşler için anayasa özel koruyucu tedbirler öngörmüştür. Onların özgürlükleri anayasanın 4. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında kayıtsız olarak korumuştur, ki bu da bu birlikteliklerin özel anlamına işaret etmektedir: Bunlar vatandaşların ahlakının ve ahlaki yaklaşımlarının temellendiği nihai kanaatleri üretirler. Dinler ve dünyevi görüşler, seküler bir devlette sivil ve sosyal angajmanların en azından temelsiz kalmaması için bu üretimi yapmalıdırlar[75].

           Parg. 49.                        Her bir dinin karakterinin hesaba katılmamasında ve din özgürlüğünün tüm dünyevi görüşleri kapsamasında, son kanaatlerde birleşme/assoziation özgürlüğünün anlamlı bir genişlemesi söz konusudur. Bu tarafsızlaşma bir taraftan yeni çağın başlarındaki din savaşlarından beri uygulanıp devletin dinsel konularda hakem rolü oynamasına son veren modern devlet sekülerleşmesinin bir ifadesidir. Dünyevi görüşlerin temel hak içinde kabul edilmesi ve bunların dinlerle eşit kılınması ise diğer taraftan, Avrupa tarihinde dinsel hümanizmanın yanında aynı zamanda bizim etik-ahlaki tutumlarımızın ikinci kaynağı olarak etik ve seküler hümanizmanın önemli bir geleneğinin oluştuğu gerçeğinin bir ifadesidir.

           Parg. 50.                        Bu iki kök çatışabilir. Bunun deneysel bir örneği Bayern devlet okullarında haç bulundurulmasına ilişkin tartışmadır[76]. Haç asılmasına ilişkin yönergede tarafsızlık yükümlülüğünün ve negatif (dinsel) kanaat özgürlüğünün ihlali olup olmadığı, anayasa mahkemesi ile komünteryen yaklaşım açısından, haçın (din dersi dışındaki) genel derslerde aktif olarak kullanılıp kullanılmadığı ve öğrenciler için dinsel saygınlık aracı olarak uygulanıp uygulanmadığına bağlıdır. Bu yönde bir uygulama varsa, bu tüm komünteryenizm türleri açısından da kabul edilemezdir, çünkü yalnızca devlet ile toplum değil, devlet ile kilise de birbirinden ayrılmak zorundadır. Ancak haç derslerde aktif olarak kullanılmayıp, diğer öğrencilerin ve dinsel- felsefi yaklaşımların ayrımcılığa uğratılması veya öğrencilerin biate zorlanması söz konusu olmaksızın, yalnızca asli olarak belirleyici geleneğin hatırlanmasına  hizmet ediyor ve belki Hıristiyanlığın fazla belirgin olmayan bir biçimde desteklenmesi sinyalini veriyorsa, durum farklılık gösterir. Böyle bir durumda tutucu komünteryenler için din, ilgili ülkedeki halkın seküler eğitim amacına dönük (dayanışma ve tolerans gibi) tutumunu güçlendirdiğinden desteklenmesi arzu da edilir. Haçın, dinsel alana yerleşik olanın ötesindeki genel değerlerle olan ilişkisinin belirgin bir biçimde öne çıktığı ve bunun sadece görünürde öne sürülmediği durumda, liberal komünteryen buna katlanabilir ve bunda anayasaya aykırılık görmez. Liberal komünteryen için, tüm dinsel sembollerin okul alanı dışına çıkarılmasına ya da ilgili sembollerin tümünün sınıflara konduğu bir yöntem de siyasal açıdan kabul edilebilir bir durumdur. Evrenselci komünteryen ise yalnızca son çözümü kabul edecektir, çünkü tüm nihai kanaatlerin mutlaka eşit biçimde muamele görmesi için uğraşacak ve şüphe durumunda geleneksel ve tikel dinlerin selektif desteklenmesini vesayet ve baskı olarak değerlendirecektir.

           Parg. 51.                        c) Başka bir özel durum da Anayasanın 6/1. maddesinde evliliğin ve ailenin özel korunmasıdır. Dinler ve dünyevi görüşlerin özel korunması için geçerli olan argüman bu ayrıcalık için de geçerlidir: Sosyal ve vatandaş angajmanı kural olarak, ancak bu angajmanı etiğin ve ailenin yakın dairesinde gerçekleştirenlerden ve bu tür bir angajman motivasyonunu nihai bağlayıcılığa sahip inançsal tutum ve dünya görüşlerinden çıkaranlardan beklenebilir. Bu nedenle devletin, çocukların büyük kısmının içinde büyüdüğü ve onların yararlı bir biçimde büyümelerinin en iyi koşullarının bulunduğu evlilik kurumunda büyük yararı vardır. Ancak evlilikten anlaşılması gereken nedir? Yalnızca erkekle kadın arasında geleneksel ve yaşam boyu sürmesi öngörülen ilişki mi yoksa aynı zamanda erkek ile erkek ya da kadın ile kadın arasında ilişki mi? Bu tartışmalıdır[77] ve buradaki aşırı uçları bir taraftan evrenselci, diğer taraftan da tutucu komünteryenler oluşturmaktadır. Sonuncular yalnızca geleneksel ve kültürel açıdan biçimlenmiş yaşam tarzlarında özel olarak korunmaya değer pozisyonlar görmektedir. Diğer yaşam biçimleri ise gerçi yalnızca topluma olası ya da kesin zarar verilmesi durumunda ancak yasaklanıp cezalandırılacaktır. Bununla birlikte alternatif yaşam biçimlerinin özel olarak korunması söz konusu olmayacaktır.

           Parg. 52.                        Evrenselci komünteryen ise tam tersi bir bakış açısına sahiptir. Buna göre özgür eş ve amaç seçimi her şeyden üstün anayasal değerdir. Eğer evliliğin amacı geleneksel olarak yaşam boyu sürmesi öngörülen yaşam ortaklığı ise, en azından cinsiyet bakımından da özgürce eş seçimine ve aynı cinsler arasında evliliğe izin verilmesi gerekir.

           Parg. 53.                        Liberal komünteryen ise kabul edilebilir bir orta yol seçer: O, yaşam boyu sürmesi öngörülen yaşam ortaklığının erkek ile erkek ve kadın ile kadın arasında da olabileceğini kabul eder, ancak bu ortaklığa geleneksel evlilik mührünü vurmaz. Bunun yerine sözleşmeye dayalı birliktelikleri örnek verir ya da evlilik olarak nitelendirilmemekle birlikte bazı açılardan evlilik sonuçlarına eşit kılınabilir bir hukuksal kurum oluşturma çabası içine girebilir.

           Parg. 54.                        d) Peki bu tartışmaları arka planda etkileyen eşcinselliğe ilişkin tutumlara nasıl yaklaşmak gerekir? Burada da komünteryenizm türleri arasında açık farklılıklar göze çarpmaktadır[78]. Tutucu komünteryen eşcinselliği ahlaka aykırı ya da sağlıklı bir cinsel gelişim için zararlı görmekte ve toplumsal olarak desteklenmeye değer olmadığını düşünmektedir. Bunun yanında bu yaklaşımın toplumsal olarak tartışmalı olduğunu, ‘başka türlü yapamayan’ ya da yapabilmesine rağmen -kendi kişilik özünden kaynaklanan- derin kanaati nedeniyle aynı cinse cinsel yakınlık duyan eğilimli yetişkinler söz konusu olduğunda zararın yalnızca dolaylı olduğunu da kabul eder[79].

           Parg. 55.                        Komünteryen evrenselci buna farklı yaklaşır: Ne kadar çok, cinsel de olsa, seçim özgürlüğü, o kadar iyi[80]! Cinselliğe ilişkin geleneksel ahlak anlayışlarına, büyük bir olasılıkla azınlıkları baskı altına aldığından dolayı şüpheyle bakma eğilimi egemendir. Bu nedenle evrenselci komünteryen çağrı, çocuk yetiştirme veya evlat edinme hakkı üzerinden evlilik birliği kurma olanağından, rıza ile gerçekleştirilen sadomazoşizm de dahil olmak üzere cinsel tutumlarda mümkün olan en geniş seçim özgürlüğüne kadar, cinsel azınlıklar için eksiksiz bir tanıma ve koruma biçiminde dile getirilir.

           Parg. 56.                        Her iki argümantasyon dizininde, eşcinsellik olgusuna Almanya’da cezai yaptırımdan hukuksal serbestliğe, 1969 dan başlayarak tam anlamıyla sosyal ve hukuksal tanınma ve özel olarak desteklenme mücadelesine kadar uzanan, bir hukuksal reaksiyonlar spektrumu kolaylıkla görülebilmektedir[81]. Mücadelenin son aşaması -yani ‘olağan evlilikteki gibi’ destekleme- son anayasa değişikliklerinde tartışıldı, ancak sonuçta reddedildi; buna karşın bazı ülke anayasalarında ise cinsel eğilim nedeniyle ayrımcılık yasağının kapsamı genişletilmiştir.

           Parg. 57.                        Liberal komünteryen için bu anayasal durum pekala kabul edilebilir: Eşcinselliğin cezai yaptırıma uğraması, orantısız olması nedeniyle genel davranış özgürlüğünün ihlali anlamına gelir. Bunun dışında kabul edilebilir bir dengenin bulunması yasa koyucunun işidir. Önemli olan burada (1) cezalandırma/baskı, (2) özgür bırakma/sınırlı hoşgörü ve (3) devlet desteği/tam tanınma ve hoşgörü arasındaki ayrımdır. Cezalandırma, emir ve zor uygulaması her bir liberal için, önemli, kanıtlanabilir, -belki de- doğrudan bir zarar oluşması durumunda ancak kabul edilebilir. Bu tür bir zararın onaya dayalı eşcinsellik uygulamasında doğduğunu iddia etmek mümkün değildir. Bunu eğilimli büyüklerde serbest bırakmak gerekir, ki bunun en ağır sınırı da sadomazoşizm oluşturmaktadır: Bireysel yaşam icrası niteliğinde olduğundan devletin kesin tarafsızlığını öngören evrenselci komünteryen için de serbestlik esastır; o tutarlı olarak aynı zamanda tam anlamıyla hukuksal tanıma için çaba gösterir. Onun kural koyma ilkesi: büyüklerin rızayla yaptıkları gibi, anything goes (her şey mübahtır). Liberal komünteryen bunu abartılı görmektedir: O, kişisel gelişim özgürlüğünün, yaşanabilir ve geliştirilebilir cinsellik biçimlerinin kabul edilebilirlik çerçevesinde kalıp kalmadığını inceler ve olumsuz tespit durumunda ise cezai yaptırımsızlık ile eksiksiz tanıma arasında mesafeyi belirginleştirir[82].

           Parg. 58.                        Diğer bir toplumsal ve hukuksal tartışma alanı ise, eşcinselliğin okul derslerinde nasıl ele alınacağı sorusudur. Liberal komünteryen burada karşıt görüş gruplarının dengelenmesi anlamında en azından sınırlı bir hoşgörüyü savunur. Eşcinsel çiftlerin evlat edinme hakları konusunda ise arabulucu bir pozisyon bulmak oldukça zordur: Eşcinsellik ya gayri ahlaki ve zararlı bir olgu olarak görülmez, bu durumda evlat edinme istemi için çocuk sağlığının korunması ve desteklenmesinin bilinen koşulları aranır. Ya da gayri ahlaki ve sağlıksız olarak değerlendirilir, bu durumda ise devlet böyle bir zararı çocuk sağlığı için yasaklama yolunu seçer, aksi taktirde eşcinsel çiftler kendi yaşam tarzlarını çocukların yanında savunacaklardır ve böyle bir eğitim ise çocukları gerçekten de eşcinselliğe sürükler[83].

           Parg. 59.                        Her halükarda, tutucu ve liberal komünteryenlerin ‘cinsel eğilim’ kriterinin temel haklara ilişkin bir ayrımcılık yasağı olarak anayasaya alınmasına niçin karşı oldukları açığa kavuşmaktadır: Böyle bir ayrımcılık yasağı genel olarak yukarıdaki açılım spektrumunu düzler/ortadan kaldırır. Böylece ilke olarak, geleneksel evliliğin (eşcinsel evliliğe karşın) desteklenmesi; bunun sonucu olarak geleneksel tek evlilik ilkesi; özellikle eğitim alanında eşcinsel ilişkiler konusunda sınırlı hoşgörü ile eksiksiz tanıma arasındaki ayrım; aşırı cinsellik biçimlerine karşı devlet mesafesi koyma olanağı kalmayacaktır. Anayasanın temel haklar bölümünde vatandaşların olası en geniş entegrasyonunu sağlaması gerektiği kabul edilirse; ve yine adı geçen noktalarda önemli bir azınlığın hatta belki bir çoğunluğun kişiliği geliştirme hakkı ve liberal hoşgörü esasından ödün vermeksizin ayrım yapmak istediği hesaba katılırsa, bu sonuca, daha somut ve belirgin bir ayrışma sağladığından Anayasanın 3/1 maddesinde öngörülen eşit muamele zorunluluğu yoluyla da ulaşılabilir. Bu yaklaşım, şeffaf keyfilik denetiminden de öte, alan ve müdahale yoğunluğuna göre derecelenmiş bir orantılılık ve rasyonellik denetimini mümkün kılmaktadır[84].

           Parg. 60.                        e) Yalnız burada bir noktaya dikkat etmek gerekir: Tutucu ve liberal komünteryen görüşe göre çoğunluk kanaatleri ve alışılagelmiş gelenekler apriori olarak ahlaki ve hukuki olarak şüpheyle yaklaşılması gereken, gayri meşru, ilgili azınlığın aydınlanmış ve adil kanaatlerini hedef alan irrasyonel önyargıların bir ifadesi değildir[85]. Öyle olup olmadığı sosyal ve siyasal söylem içinde açığa kavuşturulmalıdır. Bütün komünteryenizm türlerinde, temel haklar tarafından biçimlenmiş demokratik bir devletin buna izin verdiği kabul edilir. O halde ‘iyi’ ve ‘adil’ kavramlarına ilişkin geleneksel perspektifler güçlü bir biçimde saygı görürler, liberal komünteryen anlayışa göre ise en azından belirli bir düzeyde saygı görürler. Yaklaşım değişikliği reddedilmemekte, hesaba katılmaktadır – ancak bunun rasyonalite, akıl ve adalete ilişkin evrensel ön anlayışlar için de geçerli olması gerekir. Rasyonalite anlayışları konusundaki tartışmaların anayasal çekirdeğini bir yandan, değer yargılarının rasyonelliğine ya da irrasyonelliğine ilişkin ise Anayasanın 3/1. maddesi; diğer taraftan da bireysel kişiliği geliştirme özgürlüğünün sınırını oluşturan Anayasanın 2/1. maddesindeki etik yasası kavramı oluşturmaktadır[86]. Evrenselci komünteryenler bu tür kavramları gereksiz, hatta tehlikeli görme eğilimindedirler, çünkü bu kavramlar kullanılarak kabul edilebilir kişilik gelişimine ilişkin çoğunluk anlayışlarına veya geleneksel anlayışlara, azınlıklar aleyhine geçerlilik kazandırılabilir. Gerçekten de tutucu komünteryenler etik yasasını (mutlak olmasa bile) güçlü geleneksel bir yapıya sahip olarak görürler. Liberal komünteryenler ise, yasa koyucunun eylemde bulunmadığı, ya da o ana kadar bulunamadığı durumlarda en azından bu kavramın yedeklik işlevine vurgu yaparlar.

4. Siyasal ve toplumsal sosyalleşme: Tarafsız liberalizm ile liberal komünteryenizm arasındaki fark

           Parg. 61.                        Evrenselci komünteryenizmin -tüm yaşam biçimlerine saygı ve tüm insanların yarar ve gereksinimlerinin dikkate alınması biçimindeki[87]- iki  unsurundan saygı momentinin tüm birey ve gruplar tarafından paylaşılmayan tekil yaşam biçimleri üzerindeki devlet müdahalesini reddettiği gerçeği dikkate alındığında, bir önceki kısım tartışmalarının ‘tarafsız liberalizm, liberal komünteryenizme karşı’ başlığı altında da sürdürülebileceği görülür[88]. Tarafsız liberalizme, yalnızca adalet sorunlarının devlet tarafından düzenlenebileceği anlayışı temel oluşturmaktadır; ona göre devletin, çok kültürlü bir toplumda neyin daha nadir olarak gerçekleşeceğine ilişkin toplumun tüm üyelerini kapsayıcı bir uyuşum olmadığı sürece hiç bir yaşam biçimini yargılamaması gerekir. Başka bir anlatımla: Adil olanın ölçütleri, -bireysel yaşam icrası planlarında olduğu gibi- tartışmalı ‘iyi’ yargılarına önceliklidir. Yaşam planlarında geri dönüşü olmayan bir çoğulculuk egemen olduğundan, devletin maksimum bireysel seçim özgürlüğünü garanti etmesi gerekir; bu tarafsız liberal bakış açısından yaşam şanslarının adil dağılımının temel gereğidir. Özel bir kişilik ve siyasal bir aracı/taraftar rolleri arasında ayrım yapmak vatandaş için önem kazanmaktadır[89]. Özel yada toplumsal alanda, bağlanma, sosyalleşme ya da bunların aksine bir eylemsizlik bireyin iradesine kalmıştır. Siyasal alanda tüm vatandaşlar kendi özel kişiliklerinden soyutlanmalıdırlar, çünkü bu yönleri üzerinde kural olarak genel bir konsensüs sağlama olanağı yoktur. Farklı yaşayışa sahip olanlar başkalarının yaşam alanlarına müdahale edip doğrudan zarar vermediği sürece, yalnızca, bu farklılıkları görme, kabul etme ve tüm kişiler, gruplar ve yaşam biçimlerine güvence sağlama öncülleri konsensüs sağlama yeteneğine sahiptir.

           Parg. 62.                        Liberal komünteryenler bir taraftan özel ve toplumsal kişilik gelişimi ile diğer taraftan siyasal katılım ve yetkiler arasında da ayrım yapar; kültür dairemizde bireysel gelişim, haklı olarak anayasanın özgürlük haklarında da ifadesini bulan önemli bir değerdir. Demek ki tarafsız liberalizm ile liberal komünteryenizm çoğu durumda aynı sonuca götürürler. Bununla birlikte önceki bölümlerde verilen örnekler, sosyal ve anayasal teoride olduğu gibi sözü edilen anayasa kuralları ve onların temel anlayışlarında çok anlamlı farkların bulunduğunu göstermektedir.

           Parg. 63.                        Bu farkların nedeni, liberal komünteryenler için seçim özgürlüğünün önemli ancak mutlak bir değer olmaması; ayrıca iyi ve adilin farklı olması, ancak kesin olarak ayrılmamasıdır. Liberal komünteryenler birbirinden tamamen bağımsız iki parçadan oluşan iki-dünya-teorisini savunmazlar. Bunun yerine başarılı kişilik gelişimi ile sosyal ve siyasal angajman için real koşul oluşturan sosyalleşme biçimlerinin olup olmadığını, varsa ne oranda olduğunu araştırırlar. Bu tür biçimler, geleneksel evlilik ve ailedeki ya da Hıristiyan ve seküler hümanizm veya benimsenmiş bir anayasadaki gibi partikülerleşmiş biçimlerde bulunduğu sürece saygı ve koruma gerektiren bir kültür ve hukuk varlığı olarak kabul edilirler. Bu, diğer yargıların dışlanması hatta yasa dışılığa itilmesi anlamına gelmez. Doğrudan doğruya ve etkili bir biçimde bireysel bir hukuki pozisyona müdahale edilmediği sürece (ki bu çoğunluk ve geleneksel pozisyonları için de geçerlidir), zayıf-liberal bir toplumda dahi bunlara tahammül edilmesi ve hukuksal açıdan onay verilmesi gerekir. Ancak Anayasanın, herkes onaylamasa bile, birlikte yaşamın belirleyici ve önemli biçimlerine vurgu yapabilmesi ve onları destekleyebilmesi anlamına geldiğini belirtmek gerekir. Bu ayrıca, siyasal bir topluluğun, kültürel değere sahip belirleyici formlarına etkin ve yıkıcı tehdit oluşturan kişilik gelişim biçimlerini reddedebileceği anlamına gelir. Çoğunluk ile azınlığın, gelenek ile yeniliğin kabul görmesini hedefleyen toplumsal ve siyasal mücadele, tutucu, evrenselci ve tarafsız liberal yaklaşımları da kapsar. Anayasada ve anayasal insan profilinde isabetli olarak yansımasını bulan liberal komünteryenizm, bu alternatif görüşlerin dengelenmesi ve tüm grupların entegrasyonunu sağlama çabası içindedir.

 

                               Atıf önerisi: Yazar Adı ve Soyadı, e-akademi, Sayı, Tarih, Paragraf Numarası, İnternet Adresi (http://www.e-akademi.org/...)

 



* Bu çeviri, yazarın AöR Band 123 (1998) s. 337-374’ da „Kommunitarismus als Verfassungstheorie des Grundgesetzes“ adıyla yayınlanmış makalesinden, kendisinin 13.02.2002 ve yayınevinin de 21.02.2002 tarihli onaylarına dayalı olarak gerçekleştirilmiştir.

** Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi, Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.

[1] Örnek göstermek gerekirse, A. MacIntyre, After Virtue, A Study in Moral Theory, 1981 (Almanca çevirisi – AÇ: Der Verlust der Tugend. Zur moralischen Krise in der Gegenwart, 1987); M. Sandel, Liberalism and the Limits of Justice, 1982; M. Walzer, Spheres of Justice, A Defense of Pluralism and Equality, 1983 (AÇ: Sphären der Gerechtigkeit. Ein  Plädoyer für Pluralität und Gleichheit, 1992); B. Barber, Strong Democracy. Participatory Politics for a New Age, 1984 (AÇ: Starke Demokratie. Über die Teilhabe am Politischen, 1994); R. Bellach, ve diğerleri, Habits of the Heart. Individualism and Commitment in American Life, 1985 (AÇ: Gewohnheiten des Herzen. Individualismus und Gemeinsinn in der amerikanischen Gesellschaft, 1987); A. Etzioni, The Moral Dimension. Toward a New Economics, 1988 (AÇ: Jenseits des Egoismus-Prinzips. Ein neues Bild von Wirtschaft, Politik und Gesellschaft, 1994); Ch. Taylor, Sources of the Self. The Making of the Modern Identity, 1989 (AÇ: Quellen des Selbst. Die Entstehung des neuzeitlichen Identität, 1994); P. Selznick, The Moral Commonwealth. Social Theory and the Promise of Community, 1992; A. Etzioni, The Spirit of Community. Rights, Responsibilities and the Communitarian Agenda, 1993 (AÇ: Die Entdeckung des Gemeinwesens. Ansprüche, Verbindlichkeiten und das Programm des Kommunitarismus, 1995). Bu ve bunun dışındaki yazarlar bu arada yayın ortaya koymaya devam etmektedirler. 1990’dan beri bir Komünteryenizm Dergisi de çıkmaktadır: The Responsive Community. Rights and Responsibilities.

[2] Krşl. örnek olarak: C.Zahlmann, Kommunitarismus in der Diskussion, 1992; A. Honneth, Hrsg., Kommunitarismus. Eine Debatte über die moralischen Grundlagen der modernen Gesellschaft, 1993;  M. Brumlik/H. Brunkhorst, Hrsg., Gemeinschaft und Gerechtigkeit, 1993;  G. Frankenberg, Hrsg., auf der Suche nach der gerechten Gesellschaft, 1994; R. Forst, Kontext der Gerechtigkeit. Politische Philosophie jenseits von Liberalismus und Kommunitarismus, 1994; W. Reese-Schäfer, Was ist Kommunitarismus?, 1994; aynı yazar, Grenzgötter der Moral. Der neuere europäisch-amerikanische Diskurs zur politischen Ethik, 1997; W. Kersting, Recht, Gerechtigkeit und demokratische Tugend, 1997, Kap. 11-13. Bu konuya ilişkin diğer kaynaklar Forst,Reese-Schäfer ve Kerstin’in yazılarında detaylı bir biçimde bulunmaktadır. Basın da Komünteryenizme ilişkin tartışmalara ilgi göstermeye başladılar: İddialı pek çok gazete ve haftalık dergi yeni (Gemeinsinn)’e ilişkin makaleler yayınladılar.

[3] Amerika’daki komünteryenizm tartışmalarını yeniden canlandıran asıl entelektüel etken John Rawls’ın 1971 yılında çıkardığı A Theory of Justice adlı eseriydi (AÇ: Eine Theorie der Gerechtigkeit, 1975). Dipnot 1’deki eserlerin çoğu Rawls’in toplum sözleşmesi yapısını, abartılı bireycilik, rasyonalizm ve yapısalcılıkla suçlayan eleştirilerdir. Bu suçlamaların haklığına burada değinilemeyecektir. Almanya’daki tartışmaların gelişimine ilişkin olarak bkz. W. Reese-Schäfer, Die politische Rezeption des kommunitaristischen Denkens in Deutschland, Politik und Zeitgeschichte 1996’dan, B 36, s. 3 vd.

[4] Buna yönelik karşılaştırma için çok önceden R. Nisbet, Community and Power, 1962 (İlk baskı 1953’de The Quest for Community. A Study in the Ethics of Order and Freedom baslığı altında), s. VII vd. Kavramlarla aşırı bireyleşmenin sonuçlarına ilişkin olarak: alienation from the past; alienation from physical place ant nature; alienation from things; alienation from the social bond – that is, community.

[5] Krşl. G.W.F. Hegel, Grundlinien des Rechts, 1821; F. Tönnies, Gemeinschaft und Gesellschaft. Grundbegriffe der Reinen Soziologie, 1887, Neudruck der 8. Auflage von 1935, 1979; O. v. Gierke, Das Wissen der menschlichen Verbände, 1902, Nachdruck 1954; F. Meinecke, Weltbürgertum und Nationalstaat. Studien zur Genesis des deutschen Nationalstaates, 4. Aufl. 1917, Buch 1 Kap. 1; H. Plessner, Grenzen der Gemeinschaft. Eine Kritik der sozialen Radikalismus, 1924; T. Litt, Individuum und Gemeinschaft, 2. Auflage, 1926; E. Spranger, Lebensformen. Geisteswissenschaftliche Psychologie und Ethik der Persönlichkeit, 4. Auflage 1924; H. Heller, Staatslehre, 1934 (burada özellikle 2. Abschnitt, III); R. Smend, Staatsrechtliche Abhandlungen, 1955, 2. Auflage 1968 (burada özellikle anayasa, anayasa hukuku ve entegrasyon öğretisine ilişkin bölüm); A. Rüstow, Ortsbestimmung der Gegenwart, 1957. Daha fazla bilgi için R. Zippelius, Allgemeine Staatslehre, 12. Auflage 1994, §§ 4-7; Art. Gemeinschaft, Gesellschaft, in: Historisches Wörterbuch der Philosophie, Band 3, 1974, S. 239 vd., 456 vd.

[6] Krşl. M. Stolleis, Gemeinwohlformeln im nationalistischen Recht, 1974, s. 76 vd. Bu bağlamda 1974 tarihli Demokratik Alman Anayasasının Md. 25/2 unutulmamalıdır: “Demokratik Almanya Cumhuriyeti halkın, sosyalist yurtseverlik ve enternasyonalizm ruhuna vakıf olan ve ileri düzeyde genel ve özel eğitime sahip aydın ve armonik olarak gelişmiş insanlardan oluşan bir topluma doğru ilerlemesini sağlar.”

[7] Bunun için yalnızca toplum yararını her bir bireyin genel yararı olarak; kişisel yararı da duruma göre genelde özgürlükle uyuşabilir olmayan bireysel aktivite olarak algılamak gerekir.

[8] Buradan Dipnot 1 ve 2’de adı geçen yazarların kendilerini niçin komünteryen olarak tanımlamak istemedikleri anlaşılmaktadır. Ancak hepsi komünteryenizmin az sonra ele alınacak dört esas noktasına yakın durmaktadırlar, ki bu da ideal-tipik bir sunum amacı için bir sınıflandırmayı haklı göstermektedir. Krşl. Dipnot 24.

[9] Yeşiller hareketi içinde çok tutulan Eko-merkezcilik, insan-merkezci soruları da aşacak biçimde insan, hayvan ve doğa arasındaki toplam ilişkiyi araştırmaktadır. Bu tür genişletilmiş topluluk kavramına ilişkin olarak bkz. K.P. Sommermann, Staatsziele und Staatszielbestimmungen, 1997, s. 194.

[10] Krşl. örneğin Alman anayasasının Md. 3/3, Md. 4/1.

[11] Krşl. örneğin Alman anayasasının Md. 8, 9, 11, 12 ve 38 ile Alman Seçim Yasasının Md. 12.

[12] Krşl. P. Selznick, The Idea of a Communitarian Morality, California Law Review 75 (1987), s. 445, 454: “A Communitarian morality … is not at its core a philosophy of liberation. The central value is not freedom or independence but belonging”, ve Nisbet (Dipnot 4), s. 269. “Genuine freedom is not based upon the negative psychology of release. Its roots are in positive acts of dedications to ends and values. Freedom presupposed the autonomous existence of values that men wish to be free follow and live up to.”

[13] Bu negatif özgürlük için bkz. Hegel (Dipnot 5), § 5. Totalitarizmin doğurduğu tehlike için bkz Nisbet (Dipnot 4), s. 255, 268.

[14] Krşl. Reese-Schäfer (Dipnot 3), s. 8: „Günümüz Amerikan-Avrupa komünteryenleri bu temel yaklaşımın demokrasi içi, hatta bir bakıma liberalizm içi, yani topluluğa karşı bireylerin haklarına saygı gösterici seklini biçimlendirmektedirler...“.

[15] Krşl. E.-W. Böckenförde, Erfolge und Grenzen der Aufklärung, Universitas 8 (1995), s. 720, 721: „Aydınlanmanın hedefi yalnızca insanın baskıdan değil, aynı zamanda verili (hukuksal ve manevi) bağımlılıklardan kurtarılmasıydı, halen de öyledir ... Aydınlanmanın sınırı özgürlüğün nasılına ilişkin soruda kendini gösterir.“

[16] Anayasal ya da birleştirici liberalizm ile neopluralizm veya saf Plüralizmin bu biçimlerine ilişkin olarak bkz. W. Brugger, Elemente verfassungsliberaler Grundrechtstheorie, JZ 1987, s. 833 vd.; aynı yazar, Radikaler und geläuterter Pluralismus, Der Staat 29 (1990), s. 497 vd.; aynı yazar, Theorie und Verfassung des Pluralismus. Zur Legitimation des Grundgesetzes im Anschluß an Ernst Fraenkel, in: W. Brugger, Hrsg., Legitimation des Grundgesetzes aus Sicht von Rechtsphilosophie und Gesellschaftstheorie, 1996, s. 273 vd.

[17] Nisbet sürekli bu konuya işaret eder (Dipnot 4) s. 265: “freedom thrives in cultural diversity, in local and regional differentiation, in associative pluralism, and, above all, in the diversification of power.”

[18] Bkz. W. Kymlicka, Community, in: R. Goodin/P. Pettit, Hrsg., A Companion to Contemporary Political Philosophy, 1993, s. 366, 373.

[19] Şiddete yatkın grupların kavgalarını ayırmak örneğinde olduğu gibi, krşl. Alman Anayasası Md. 8/1 ve 21/2.

[20] Gierke (Dipnot 5), s. 27. Organizma kavramı Gierke’de olduğu gibi burada da yalnızca kıyasen kullanılmaktadır.

[21] BVerfGE (Alman Anayasa Mahkemesi) 4, 7, 15 vd. Yerleşik içtihat, krşl., BVerfGE 32, 98, 107 vd.; 33, 1, 10 vd.

[22] Krşl. Yukarıda Dipnot 1. Modern komünteryenizm tartışmalarının öncülerine ilişkin bkz. H. Brunkhorst, Demokratie als Solidarität unter Fremden, Aus Politik und Zeitgeschichte 1996, B. 36, s. 21 vd.

[23] Nitekim Forst (Dipnot 2) Bölüm III’de

[24] Bu ideal-tipik ayrıma ilişkin detaylı bilgi için bkz. W. Brugger, Zum Verhältnis von Neutralitätsliberalismus und liberalem Kommunitarismus. Dargestellt am Streit über das Kreuz in der Schule, in: W. Brugger/S. Huster, Hrsg., Der Streit um das Kreuz in der Schule. Zur weltanschaulich-religiösen Neutralität des Staates, 1998, s. 109 vd. İdeal-tipik bir taslak söz konusu olduğundan, aşağıda ilgili yazarlardan yapılan çeşitli alıntılar, önemli komüntarist bir noktaya ilişkin bilgi olarak anlaşılmalıdır. Alıntılanan eserin ya da yazarın tartışılan komünteryenizm türüne ne oranda ait kabul edileceği, dikkatli okuyucuya bırakılmalıdır.

[25] Yukarıda Dipnot 21.

[26] Amerika’daki tartışmalarda bu konu „self prior to its ends” mi, yoksa “ends prior to the self” mi sorusu aracılığıyla tartışılmaktadır.

[27] Bu noktaya A. Gehlen sürekli dikkat çekmektedir. Urmensch und Spätkultur, 4. Auflage 1997, Teil I: Institutionen. Krşl. yine P. Häberle, Die Wesensgehaltsgarantie des Art. 19, Abs. 2 GG, 3. Auflage 1983, S. 98; P.L. Berger u.a., Das Unbehagen in der Modernität, 1987, S. 74, 157 vd.

[28] F.A. v. Hayek, Die Verfassung der Freiheit, 3. Auflage 1991, S. 65 vd., 69 vd. buna (Fransız, rasyonalist, planlamacı özgürlük anlayışının aksine) İngiliz özgürlük anlayışı der. Krşl. ayrıca Edmund Burke’nin akıl anlayışı, özel olarak Selznick (Dipnot 1), S. 40 vd.

[29] Tönnies, (Dipnot 5), 1 Buch, § 9. Etiğin yakın dairesi ile uzak dairesi ayrımına ilişkin olarak bkz. W. Schulz, Philosophie in der veränderten Welt, 1972, S. 791 vd.

[30] Krşl. C. Schmitt, Der Begriff des Politischen, Text von 1932 mit einem Vorwort und drei Corollarien, 3. Auflage der Ausgabe von 1963, 1991, S. 26 vd., 33: „Dost, Düşman ve Savaş kavramları gerçek anlamlarını, özellikle fiziksel öldürmeyle ilişkilendirilme ve böyle algılanmaya devam edilme yoluyla kazanırlar.“

[31] Krşl. özellikle “Dünya barışına hizmet eden”, “Avrupa’nın eşit haklara sahip bir üyesi” bir Almanya tanımını yapan Başlangıç kısmı ve Anayasanın 26. maddesinde öngörülen Taarruz Savaşı Yasağı.

[32] Burada saf liberalizm veya “homo economicus” faydacı tercihler liberalizmi, topluluk ve toplumlaşma biçiminin temelini kurmaktadır. Krşl., G Dietze, Reiner Liberalismus, 1985; P. Koslowski, Gesellschaftliche Koordination, 1991; M. Baurmann, Der Markt der Tugend, 1996, S. 130: “Homo economicus için önemli olan, davranışının somut tekil olayda menfaatleri ve istekleri için ne tür sonuçları olduğudur ... kişisel menfaatlerini kendiliğinden başkaların menfaatlerine ya da ahlak ve hukuk normlarına tabi kılmaz.” Bu teoriyi marjinal örnek olarak nitelendirdiysem, seçim özgürlüğüne azami önem verilmesinin zorunlu olarak ekonomik liberalizmin üstünlüğü sonucunu doğurmayacağı içindir. Metindeki açıklamaların gösterdiği gibi, bu, güçlü sosyal devlet ve eşitlikçi gereklilikler öngören etik liberalizmi de hedefleyebilir.

[33] R. Dworkin, Bürgerrechte Ernstgenommen, S. 299 vd. şöyle der: her meşru anayasa koymanın temeli ve kriteri, tüm erkeklerin ve kadınların sahip olduğu “insanın eşit saygı ve riayet görme hakkıdır..., herkes bu hakka kökeni ya da belirli nitelikleri nedeniyle veya kazancı ya da mükemmeliyeti dolayısıyla değil, bilakis yalnızca plan yapma ve adalet gerçekleştirme yeteneğine sahip insani varlıklar olmasından dolayı sahiptir” (S. 300). Eşit saygı görme tüm insanların ve grupların yaşam tarzlarını kapsar, eşit riayet aslında tüm insanların her çeşit gelişimlerine saygı göstermek anlamına gelir.  Alıntılanan tercüme esasen biraz hatalıdır. Orijinal metinde ‘equal concern and respect’ den söz edilmektedir: Taking Rights Seriously, 2. Auflage 1978, S. 180vd., 292.

[34] Krşl. E. Denninger, Menschenrechte und Grundgesetz, 1994, S. 46: “Dayanışma ... her şeyden önce ... öz ırk merkezcilikten beslenen önyargıların aşılmasını gerektirmektedir.” R. Marx, Eine menschenrechtliche Begründung des Asylrechts, 1984, S. 224 “gelişmekte olan ülkeler hukukuna karşı Avrupa merkezci piyasa mekanizmasının savunulması”ndan söz etmektedir.

[35] Bu John Rawls’in 1971 yılında ‘A Theory of Justice’ adlı eserinde önerdiği ve ardından Amerika'daki komünteryen tartışmaları başlatan yöntemdir. Krşl. yukarıda Dipnot 3. Ancak bu teorinin yine de komünteryenizm varyantlarından biri olduğu gözden kaçırılmamalıdır, çünkü bu teori, geniş çaplı toplumsal sorumlulukları temellendirebilmek için somut olarak tanımlanmış -yani belirli genel insani- özelliklere vurgu yapmaktadır.

[36] Krşl., E. Denninger (Dipnot 34), S. 39, ona göre adaletin gerçekleştirilmesi, “her türden ‘azınlıklar’ için, “Homoseksüeller, transseksüeller, kısa ve uzun boylular, sosyal çeşitliliklerin ifade biçimleri (‘tek başına eğiten’, ‘uzun süreli birlikte yaşam biçimleri’) ya da lokal kültürel çeşitlilik için ve aynı şekilde ‘etnik, kültürel ve dilsel azınlıklar’” için haklar gerektirmektedir. Denninger’in yazısında bazı doğu Avrupa anayasalarında bu konuya ilişkin formülasyonlara da yer verilmektedir. Ne zaman azınlıklar listesi tamamlanmış olacaktır? Verilen örnekler arasında örneğin çelimsizler ve şişmanlar yer almamaktadır.

[37] J. Habermas, Vom pragmatischen, ethischen und moralischen Gebrauch der Vernunft, in: aynı yazar, Erläuterungen zur Diskursethik, 1991, S. 100, 116 vd.  Yine krşl., M. Brumlik, Gerechtigkeit zwischen der Generationen, 1995, S. 74: Adalet kavramı, “her halükarda bizim günlük konuşmalarımızdaki sezgilerimize göre, ancak ... sıkı evrenselci bir şekilde tüm önemli nimetlerin tüm insanlar arasında eşitçe paylaşılmasını garanti ettiğinde gerçek anlamını korumuş olur”.

[38] Krşl. Denninger, (Dipnot 34), S. 46: “Dayanışma ne içeriksel ne de kişisel sınırlar tanır; o tüm dünyayı kuşatıcı ve tüm insanlarla ilgilidir...”.

[39] Krşl., yukarıda Dipnot 11.

[40] Bu tanımlamayı, komünteryenizm anlayışına (krşl. yukarıda Dipnotlar 1, 12, 16) esas itibariyle katıldığım P. Selznick, Kommunitaristischer Liberalismus, Der Staat 34 (1995), S. 487 vd.’den aldım. Detaylı olarak liberalist komünteryenizmden söz edenlerden biri de B. Sutor’dur. Nationalbewusstsein und universale politischen Ethik, Aus Politik und Zeitgeschichte 1995, B 10, S. 3, 10. Örtülü olarak komünteryenizm her iki radikal varyantını birleştirmeye çaba gösteren tüm yazarları komünteryenizmin bu varyantına ait olarak kabul edebiliriz. Buna ilişkin bilgiler için bkz. Kerstin (Dipnot 2), S. 460 vd.

[41] Krşl., Max Weber, Gesammelte Aufsätze zur Wissenschaftslehre, 4. Auflage 1973, S. 451. Ayrıca Gierke (Dipnot 5), S. 33: “Kültürel gelişimimizi gittikçe ilerleyen bir farklılaşma ve entegrasyon süreci içinde yaratan hukuksal düzene sahip sosyal organizma çeşitliliği sonsuz çokluktadır. Büyük, küçük, oldukça karmaşık ve çok basit, güçlü ve bağımlı, kadim ve arızi, köklü ve sermayeye dayalı, çok yönlü ortak amaca adanmış veya tekil ideale veya ekonomik amaca yönelik yapılar bunlar arasındadır.

[42] Bu kısa bilgiler, liberal komünteryenizmin yaklaşımını karakterize eder, ancak tüm önemli sosyalleşmelerin fenomenolojisini detaylı olarak sunamaz. Ancak bu yaklaşım, yine de yakın ya da uzak daire üzerine yoğunlaşmış tutucu ve evrenselci komünteryenizm yaklaşımlarından sosyolojik ve etik olarak daha çok farklılaşmış olduğu ortadadır. Brunkhorst (Dipnot 22), S. 23 komünteryenleri, “Sosyolojileri basittir. Yakın, orta ve uzak daireler. Hukuksal daireler, kültür daireleri, dil daireleri: Dünya bir daireler Meclisi...” biçiminde suçladığında, belki bu biraz zarif formüle edilmiştir. Ancak gerçekte yanlıştır bu, çünkü komünteryenler, kendi sözcüklerinin anlamlandırdığı gibi, farklı alanlardan ve bu şekilde karmaşık sosyolojilerden hareket ederler. Bunlar ise, liberal komünteryenlerden farklı olarak normatif olarak yakın veya uzak daireye sabitlendiğinde ancak basitleşir, hatta çok basitleşir.

[43] Krşl., L. Kohlberg, Eine Neuinterpretation der Zusammenhänge zwischen der Moralentwicklung in der Kindheit und im Erwachsenenalter, in: R. Döbert u.a., Hrsg., Entwicklung de Ichs, 2. Auflage 1980, S. 225vd.; aynı yazar, u.a. Moral Stages: A Current Formulation and a Response to Critics, 1983, yine diğer gelişim teorisyenleri hakkında bilgi veren Selznick (Dipnot 1), Kap. 6.

[44] Krşl., Dipnot 33, 34, 37, 38’deki alıntılar. Bu yaklaşımın hatalarına yönelik detaylı açıklamalar için Kersting (Dipnot 2), S. 490 vd.

[45] Krşl., örneğin Spranger (Dipnot 5), 1. Abschnitt, 6: Ichkreise und Gegenstandsdichten, aynı şekilde 2. und 3. Abschnitt. 104. sayfada Spranger “tabakaların ... varoluş sürecine dahil olması”ndan söz etmektedir, bu varoluş sürecinden “yaşamın rölyefi” doğar. İşte bu komünteryen teorinin görevidir. Burada alanlardan ya da tabakalardan söz ediliyorsa, bunu mecaz anlamda kabul etmek gerekir, hacimsel nesneleştirici ayrım olarak değil.

[46] Meşruluk ve kimlik için önemli, ancak riayet edilmeleri çok büyük olasılıkla siyasal süreç tarafından sağlanan bazı noktaların anayasaya alınmak zorunda olmadıklarını da kısaca belirtmek gerekir. Vatandaşların çoğunluğunu ilgilendirdiğinden dolayı siyasal partiler tarafından sahiplenip gözünüze alınacağı düşünülen devletin maddi hedeflerini bu bağlamda düşünebiliriz.

[47] Krşl., E. –W. Böckenförde, Grundrechtstheorie und Grundrechtsinterpretation, NJW 1974, S. 1529 vd., yine aynı yazar, Staat, Verfassung, Demokratie, 1991, S. 115 vd.

[48] Krşl. Dipnot 20.

[49] Carl Schmitt’in Dost-Düşman-Tezi’ne ilişkin olarak bkz. Dipnot 30.

[50] Krşl. I. Kant, Zum ewigen Frieden, Akademieausgabe Band VIII, S. 341, 367: “Doğa, halkların birbirlerine karışımını önlemek ve onları farklılaştırmak için, karşılıklı nefret ve savaş bahanesi eğilimlerini de barındırmasına rağmen yine de gelişen kültürde ve insanların gittikçe artan oranda ilkelerde uyuşmasında, barışa onay vermeye yanaşmalarını sağlayan, tüm güçlerin azalması yoluyla değil, bilakis bu güçlerin en coşkulu rekabeti içindeki dengesi yoluyla ortaya çıkarılan ve emniyet altına alınan dillerin ve dinlerin farklılığı biçimindeki iki aracı kullanır.”

[51] Krşl., Walzer, Sphären (Dipnot 1), S. 86: “Bireyler söz konusu olduğunda onların ‘yaşam planları’ nasıl hesaba katılacaksa, toplumların ‘yaşam tarzları’ aynı şekilde hesaba katılmalıdır.” Siyasal ‘biz-duygusunun’ neye göre belirleneceği, önceden sabit değildir.

[52] Burada Smend’in kişisel, fonksiyonel ve nesnel entegrasyonu yöntemi akla gelebilir: (Dipnot 5), S. 476 vd., 484, ya da komünteryenler tarafından sıkça vurgulanan, birden fazla üyeliklerin, belirli alanlarda yarışmaya ve farklı olmaya rağmen, bireylerin daha kapsamlı entegrasyonu için özel etkinliğe sahip bir araç olduğu gerçeği hatırlanabilir. Krşl., M. Walzer, Lokale Kritik, globale Standards. Zwei Formen moralischer Auseinandersetzung, 1996, s. 109: “Kimlikler çeşitlenirse, tutkular paylaşılır.”

[53] C. Schmitt yukarıda Dipnot 30’daki eserinin 47. sayfasında devleti “barışa kavuşmuş, ülkesel olarak kendi içinde kapalı ve yabancılar için geçilemez siyasal birlik” olarak tanımlar. Bkz. yine aynı yazar, Verfassungslehre, 5. Auflage 1970, S. 49: “Bu modern devlet egemendir, egemenliği bölünemez; Kapalılık ve geçilemezlik (Impermeabilität) özellikleri siyasal birliğin karakterinden kaynaklanmaktadır.” Bunun aksine bkz. Meinecke (Dipnot 5), S. 13 vd., ‘yeni Ulus Devlet’in özellikleri üzerine.

[54] Detaylı açıklama için bkz. J. Isensee/P. Kirchhof’un Handbuch des Staatsrechts der Bundesrepublik Deutschland adli derlemesinin Cilt I (1987), IV (1990) ve VII (1992) §§ 26, 94-107, 172-183. Bilgilendirici bir özet için bkz. S. Hobe, Kooperationsoffene Verfassungsstaat, Der Staat (yakında yayınlanacak).

[55] İç erkler ayrımına ilişkin aynı yaklaşım için bkz. BVerfGE 68, 1, 86: Erkler ayrımı “... siyasal iktidarın ve sorumluluğun dağılımı ile iktidar sahiplerinin denetimine hizmet eder; aynı zamanda siyasal kararların alabildiğince doğru, yani organizasyonlarına, yapılarına fonksiyon ve işleyiş tarzlarına göre en uygun nitelikleri taşıyan organlar tarafından alınmasını hedefler, bütün olarak siyasal iktidarı ölçülü kılmayı amaçlar.”

[56] Burada yalnızca özet olarak sunulan, siyasal iktidarın uluslararası hukuka kısmen geniş çaplı sayılabilecek bağlılığına rağmen devlet nihai yetkinlik ve meşruluk faktörü olarak kalmaya devam etmektedir. Bunu, supranasyonal açılıma olumlu yaklaşan yazarlar dahi vurgulamaktadır. Krşl. Hobe (Dipnot 54), Kısım IV; Brunkhorst (Dipnot 22), s. 26; J. Dellbrück, Die Konstitution des Friedens als Rechtsordnung, 1996, S. 30, 198 vd.

[57] Krşl., G.F. Schuppert, Zur Staatswerden Europas, Staatswissenschaften und Staatspraxis 1994, S. 35, 38 vd.

[58] Krşl., A. Bleckmann, Europarecht, 6. Auflage 1997, Rn. 26 vd. Barışın sağlanmasına, Avrupa Konseyi ülkelerini birbirlerine bağlayan 1950 tarihli İnsan Haklar Avrupa Sözleşmesi’ni de dahil etmek mümkündür.

[59] Krşl., D. Grimm, Braucht Europa eine Verfassung? in: M. –T. Tinnefeld ve diğerleri tarafından derlenen, Informationsgesellschaft und Rechtskultur in Europa, 1995, s. 211 vd. Ve J. Habermas’in tartışma değerlendirmesi, age. S. 231 vd.

[60] Krşl., bu bakımdan Alman Anayasa Mahkemesinin Maastricht Kararının 8. kuralı, BVerfGE, 89, 155, 156: “Birlik sözleşmesi -devlet olarak organize olmuş- Avrupa halklarının gittikçe sıkılaşan birliğini gerçekleştirmek üzere bir devletler konfederasyonu kurmaktadır (AB-sözleşmesi Madde A), tek bir Avrupa ülkesi halkına dayanan bir devlet değil.”

[61] Bu düşünceler BVerfG-Maastricht Kararının 1-4. kurallarına da temel oluşturmaktadır. Krşl., Dipnot 59.

[62] İnsan hakları için bu entegrasyon formülüne ilişkin olarak bkz., W. Brugger, Das Menschenbild der Menschenrechte, Jahrbuch für Recht und Ethik 3 (1995), S. 121 vd.

[63] Detaylı bilgi için bkz., W. Brugger, Menschenwürde, Menschenrechte, Grundrechte, 1997, s. 10 vd.

[64] Krşl., Dipnot 11.

[65] Bu haliyle, ‘Vatanseverlik’ kavramının tanımının bir taraftan tutucu ve liberal komünteryenlerle, diğer taraftan evrenselci komünteryenlerle liberaller arasındaki en önemli farklılık unsurlarından biri olması hayretle karşılanmamaktadır. Krşl., Selznick (Dipnot 1), s. 389 vd., ile Honneth’in görüşleri (Dipnot 2), s. 15, 69, 84 vd., 116 vd., 121 vd., 199 vd.

[66] Avrupa Topluluğu Sözleşmesinin 48 vd. maddeleri bu bakımdan Anayasanın 12. maddesinin (Meslek seçme özgürlüğü, OC.) bir istisnasını oluşturmaktadır.

[67] Krşl., Marx, (Dipnot 34), s. 228: “siyasal koğuşturmalarla sosyal tehditler arasında hukuk-dogmatik bir ayrımın mümkün olmayacağına ilişkin nerdeyse tüm siyasal güçler tarafından desteklenen bir konsensüs vardır.”

[68] Bu iddiayı çürütmek için, eşitlikçi-evrenselci komünteryenler, zengin devletlerin kendileri tarafından yönetilen dünya ekonomi yönetimi üzerinde yapısal güç kullandıkları biçimindeki suçlamaya dayanırlar. Krşl., Marx (Dipnot 34), s. 67 vd., 224. Bu suçlamada doğru ya da yanlış olan yön, -belirli bir öneme sahip olsa bile- buna temel oluşturan düşüncenin daima isnat edilebilir diğer etkenlerle birlikte değerlendirmek gerekir. çoğu devletler belirli bir zamanda bir hiç ile karşı karşıya idiler. Bazıları bir sonuca ulaştılar, diğerleri değil. Birincileri refahı hakkıyla mi elde etmişlerdi? En azından tamamen haksiz bir refah değil ve temel ihtiyaçlara dönük yeniden dağıtıma tabi tutulacak yalın bir tasarruf yığını olarak görülemez.

[69] Detaylı bilgi için bkz., W. Brugger, Für Schutz der Flüchtlinge – gegen das Grundrecht auf Asyl!, JZ 1993, s. 119 vd.; aynı yazar, Menschenrechte von Flüchtlingen aus universalistischer und kommunitaristischer Sicht, ARSP 80 (1994), s. 318 vd.

[70] Krşl., Dipnot 21.

[71] İçsel baskılara ilişkin olarak bkz., M. Gruter/M. Rehbinder, Hrsg., Ablehnung, Meidung, Ausschluß. Multidisziplinäre Untersuchungen über die Kehrseite der Vergemeinschaftung, 1986; iyi düşüncelerle kabul edilmiş merkezi devlet erkinden kaynaklanan totaliter Tehlikeler için bkz., Nisbet (Dipnot 4, 13, 17).

[72] Krşl. Dipnot 41 ve Häberle, (Dipnot 27), s. 96’da: liberal, devlet erkinin sınırlandırılmasına hedeflenmiş bir temel hak teorisinin, kendi özgün nesnel yapıları ve normlarıyla topluluk biçimlerini hesaba katan kurumsal temel hak teorisi yoluyla zorunlu tamamlanması üzerine: “Tüm bu norm kompleksleri, devlet-birey (özgürlük-sınır) relasyonunun tek boyutlu solgun şemasına sokmaya çalışıldığında, doğal olmaktan çıkarlar.”

[73] Bunun yanında Anayasanın 9/3. maddesiyle örgütleşme hakkı, alman tarihinde özellikle tehdit altında olan iş ve ekonomik koşullar alanlarındaki toplumsal yarar algısı biçimini korumaktadır.

[74] Krşl. BVerfGE 50, 290, 353: “Dernek ve ortaklık kurma hakkı sağlama yoluyla 9/1. madde Anayasanın demokratik ve hukuk devleti düzeninin kurucu bir ilkesini güvence altına almaktadır: Özgür sosyal grup oluşturma ilkesini.”

[75] Krşl. E. –W. Böckenförde, Die Entstehung des Staates als Vorrang der Sekularization, in: aynı yazar, Recht, Staat, Freiheit, 2. Bası 1992, s. 92 vd. eseriyle şu çok alıntılanan ve yorumlanan cümle: “Demokratik ve seküler devlet, kendisinin garanti edemeyeceği koşullara dayalı olarak yaşar. Bu onun özgürlükler için girdiği büyük risktir” (s. 112).

[76] Krşl. BVerfGE 93, 1 vd., 25 vd. Anayasa Mahkemesinin çoğunluk oyunda olay açısından evrenselci komünteryenizm pozisyonu savunulmakta, azınlık oyu ise ima yoluyla liberal komünteryenizm yaklaşımını savunmaktadır. Detaylı bilgi için bkz. Brugger (Dipnot 24).

[77] Krşl. bir taraftan BVerfGE, NJW 1993, s. 3053 vd. ile diğer taraftan AG Frankfurt, NJW 1993, s. 940 vd.

[78] Krşl. R. Dworkin ve P. Selznick’in “Law, Community, and Moral Reasoning” konulu California Law Review 77 (1989), s. 475 vd.’de çıkan çalışmaları. Ancak orada kavramsal ayırıcı çizgiler Liberaller (buradaki evrenselci komünteryenlere uymakta) ve (liberal) Komünteryenlerdir.

[79] Her iki noktada, tutucu komünteryenleri de en azından ‘sınırlı’ liberaller olarak denge kurmaya zorlayan önemli adalet ve kişiliği geliştirme boyutları geçerlilik kazanır.

[80] Amerika Birleşik Devletlerinde geniş çaplı cinsel özgürlük anlayışı için mücadele veren ve konuya, ‘cinsel tercihi’ ayrımcılık yasağı bağlamında değerlendiren bir anayasal düzenleme felsefesi kazandıran Queer Theory’de bu cinsel tercih genişlemesi özellikle dikkat çekicidir.

[81] Detaylı bilgi için bkz. J. Risse, Der verfassungsrechtliche Schutz der Homosexualität, 1998, s. 25 vd., 34 vd.

[82] Krşl., İHAM’nin 17.2.1997 tarihli Laskey, Jaggard and Brown v. The United Kingdom kararı, Reports 1997 I, No. 29, s. 120 vd. ile Anything-goes-Tezi’nin sınırlandırılmasına ilişkin olarak Selznick (Dipnot 78), s. 511 vd.

[83]  En azından bu noktanın son bilimsel incelemelerde şüpheli olduğu ortaya çıkmıştır. Krşl. Risse, (Dipnot 81), s. 21 vd., 338 vd.

[84] Krşl. Risse (Dipnot 81), s. 151 vd.

[85] Aksi yönde bkz. AG Frankfurt (Dipnot 37) geleneksel ile eşcinsel evliliğin eşit kılınmasına ilişkin çağrısında: “Toplumun muhtemelen büyük bir kesitinin aynı cinsler arasında evlilik birliğinin oluşturulmasını etik olarak yargılayan bir anlayışla reddetmesi ... önemli değildir. Rasyonel açıdan temellendirilmesi mümkün olmayan bu tür anlayışlar bir evlilik birliğinin kurulmasına engel oluşturamazlar. Aynı biçimde eşcinsellik ile dış cinsellik arasındaki her tür ayrımı apriori olarak irrasyonel gören Risse’nin (Dipnot 81) yaklaşımı da tek yönlüdür.

[86] Bkz., Risse (Dipnot 81), s. 77 vd.

[87] Krşl., Kısım III.2, özellikle dipnot 33.

[88] Tarafsız liberalizm savunanların arasında R. Nickel, E. Denninger, R. Dworkin ve J. Rawls sayabiliriz. Krşl., Dipnot 22, 33, 34, 36; J. Rawls, Die Idee des politischen Liberalismus. Makaleler1978-1989, 1992, buna ilişkin güzel bir özet için S. Huster, Die religiös-weltanschauliche Neutralität des Staates. Das Kreuz in der Schule aus liberaler Sicht, in: Brugger/Huster (Dipnot 24), s. 69 vd.

[89] Bu ayrıma zamanında Smend’de değinmişti (Dipnot 5), s. 309 vd.