|
|
|
Makaleler / Articles / Aufsätze / Articles |
|
|
|
|
|
|
Küreselleşme süreci içerisinde, dünyada bir kutuplaşma durumu söz konusudur. Bu kutuplaşmada sivrilen üç bölge, Kuzey Amerika, Avrupa Birliği ve Japonya`dır. Hızla değişen dünyada Türkiye, bu kervana ABD’nin stratejik ortaklığında, AB ile entegrasyon süreci içerisinde katılabilecek gibi görünmektedir(Elmas, 2001). Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler, Türkiye’nin dış politika öncelikleri arasında birincil önemde olmuş ve belirleyici bir yer işgal etmiştir. Bu yakın ilişkiler 1960’lı yılların ilk yarısında Ankara Anlaşması ile kurulan “Ortaklık” ilişkisi ile başlamış, 1970’li yıllarda, ortaklığın geçiş dönemini düzenleyen “Katma Protokol” ile devam etmiş ve 1996 yılında taraflar arasında “Gümrük Birliği”nin oluşturulması ile ileri bir düzeye erişmiştir. Bu uzun süreç içinde, Türkiye-AB ilişkilerinin ana perspektifini tam üyelik oluşturmuş, ilişkilerde sağlanan ilerlemenin itici gücü bu hedef olmuştur.
|
|
|
Yazan
: Özge DEMİRAL/Mehmet DEMİRAL
|
|
|
Bu yazı dergimizin 61. sayisinda (MART 2007) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 3997
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hukukî ilişkilerde asıl olan, borçluların borçlarını kendi rızalarıyla ödemesidir. Ancak borçlu, bunu kendi rızasıyla yapmıyorsa, artık günümüzde alacaklının borçluya karşı zor kullanması mümkün değildir; hatta modern hukuk sistemimizde böyle bir davranış suç kabul edilmiştir (TCK m.150). Buna kendiliğinden hak alma yasağı denilmektedir. Alacağını elde edemeyen kişi devletin oluşturduğu cebrî icra organlarına müracaat ederek, cebrî icra organları vasıtasıyla alacağına kavuşacaktır. Yani borcunu kendi rızasıyla ödemeyen borçluya karşı zor kullanma hakkı münhasıran devlete aittir. Borçluların borcunu kendi rızalarıyla yerine getirmemesi durumunda hakların zorla yerine getirilmesi devletin görevidir . Kendiliğinden hak almanın yasak olması nedeniyle, devlet kendisine yapılan taleplerin gerçekleştirilmesini sağlamak için gerekli işlemleri yapmak ve önlemleri almak yükümlülüğünden kaçınamaz . Zira ihtiyaç duyulduğunda hakkı ihlal edilen kişinin meşru yollarla ve devlet eliyle, yani kamusal otorite vasıtasıyla, hakkının yerine getirilme imkânının bulunmadığı bir hukuk düzeninde, insanların ortak hayatlarının sürdürülmesindeki meşru zeminin kaybedilmesi tehlikesi vardır. Böyle bir durum, hukuk düzeninde zafiyete yol açar . Bunun sonucunda ise, ya hakkın yerine getirilmesinde zafiyete neden olduğu için, bu alandaki otorite zayıflığını başka kaynaklar doldurmaya kalkabilir ya da taraflar arasındaki borç ilişkilerinin tabii borca dönüşmesine sebep olabilir . Ancak bu zor kullanma kural olarak borçlunun şahsına yönelen, onun şahsını hedef alan bir kuvvet kullanılması anlamına gelmemektedir. Zira modern hukuk sistemlerinde borçlunun şahsına karşı zor kullanılması istisnaî nitelikte olup; asıl olan borçlunun malvarlığı ile sorumlu olmasıdır . Buradaki zor kullanmanın amacı, kural olarak borçlunun cezalandırılması değil, alacaklının alacağını elde etmesine yardımcı olmaktır. Alacaklının alacağına yetecek miktarda borçlunun malları icra organları tarafından haczedilecek ve satılacaktır; ya da para alacağı dışında bir alacak varsa, bu durumda da mahkeme kararının gereği, yine icra organları vasıtasıyla yerine getirtilecektir. Ancak az önce de belirttiğimiz üzere istisnaî bazı durumlarda borçlunun şahsına karşı zor kullanılması da söz konusu olabilecektir. Fakat burada da yine borçlunun şahsına karşı zor kullanılması alacaklıya bırakılmamıştır. Bu cezaların verilebilmesi, borçlunun şahsı üzerinde zor kullanılabilmesi için mutlaka bir mahkeme kararına ihtiyaç vardır .
|
|
|
Yazan
: İbrahim AŞIK
|
|
|
Bu yazı dergimizin 60. sayisinda (ŞUBAT 2007) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 6105
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
|
“Modern demokrasi, partiler demokrasisidir”. Siyasal partiler, bir ülkede siyasal iradenin oluşumuna katkıda bulunan başlıca unsurlardandır. Bu yönüyle de, demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez unsurları olarak ifade edilmektedir. Siyasal partiler yoluyla örgütlenmek, siyasal düşünce özgürlüğünün doğal bir uzantısıdır. Bunun başlıca nedeni, bir siyasal düşüncenin kendini kabul ettirebilmesi ve taraftar kazanabilmesinin en etkili yolunun siyasal parti biçiminde örgütlenmesi olmasındandır. Siyasal partiler, siyasal fikirlerin bir parti biçiminde örgütlenmesinin ifadesi olduğundan, aslolan bir demokratik düzende serbestçe kurulmaları ve faaliyet göstermeleridir.
|
|
|
Yazan
: M. Tevfik GÜLSOY
|
|
|
Bu yazı dergimizin 60. sayisinda (ŞUBAT 2007) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 4631
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
|
Yönetim yazınının disipliner sınırlarını tartışmanın ve bu sınırların genişletilmesine yönelik önerilerde bulunmanın, özellikle postmodernist rüzgarların hızla estiği, bütün “kuramsal” yaklaşımların “post” veya “neo” ön ekleri ile tanımlandığı bir dönemde zor bir uğraş olacağı kanaatindeyim. Max Guluckman, bilimi, “bir neslin budalasının bir önceki neslin dehasınca ulaşılan noktayı aşmasını sağlayan bir disiplin” olarak tanımlar. Tarihsel süreç içerisinde bütün bilgileri toplayan pansophia olarak adlandırılan bir sistem içerisinde çalışmaya veya her şeyi kapsayan tek ve büyük bir insan bilimi (omni-science) oluşturmaya yönelik girişimler olmuştur. Yönetim disiplini de, uzun bir süre örgüt-personel temelinde tüm yönetimsel sorunlara çözüm arayan bir disiplin olarak algılanmıştır.
|
|
|
Yazan
: Bülent BÜBER
|
|
|
Bu yazı dergimizin 60. sayisinda (ŞUBAT 2007) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 6026
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
Bulunan Sayfa(lar) :
1/ 2/ 3/ 4/ 5/ 6/ 7/ 8/ 9/ 10/ 11/ 12/ 13/ 14/ 15/ 16/ 17/ 18/ 19/ 20/ 21/ 22/ 23/ 24/ 25/ 26/ 27/ 28/ 29/ 30/ 31/ 32/ 33/ 34/ 35/ 36/ 37/ 38/ 39/ 40/ 41/ 42/ 43/ 44/ 45/ 46/ 47/ 48/ 49/ 50/ 51/ 52/ 53/ 54/ 55/
|
|
|