|
|
|
Makaleler / Articles / Aufsätze / Articles |
|
|
|
|
|
|
|
|
Giriş
4822 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da (TKHK) önemli değişiklikler gerçekleştirilmiş ve özellikle Kanunun uygulanma alanı bakımından daha önceki metinle karşılaştırıldığında kayda değer ölçüde tüketici lehine değişikliklere imza atılmıştır.
Bu bağlamda TKHK’un temel taşını oluşturan tüketici kavramı yeniden tanımlanmış (m.3/e), bu kanun anlamında tüketici kavramının kapsamını sınırlayan bir unsur olan mal kavramının kapsamı önemli ölçüde genişletilmiş (m.3/c), hizmet kavramı yeniden tanımlanmamakla birlikte, bu kavramla doğrudan doğruya ilgili bulunan sağlayıcı kavramı tanımlanmış (m.3/g) ve söz konusu kavramdan muhtelif maddelerde açıkça bahsedilmek suretiyle, hizmet ve hizmet sağlayan kavramları Kanunun temel yapı taşlarından biri haline getirilmiştir. Ayrıca, ayıplı mal ve hizmetler de ayrı ayrı maddelerde düzenlenmek suretiyle hizmet kavramının ve hizmet edimi içeren sözleşmelerin mal kavramı ve satım sözleşmesinin gölgesinde kalması engellenmiştir. Zira, TKHK’nun 4/A maddesiyle getirilen yeni düzenlemenin, kural olarak tüketicinin taraf olduğu bütün hizmet edimi ihtiva eden sözleşmelere uygulanma imkanı bulunduğundan, söz konusu düzenleme hizmet edimleriyle ilgili olarak uygulamada yaşanan sorunların aşılmasında önemli bir adım teşkil etmiştir.
Buna ilave olarak, evrensel anlamda tüketici sözleşmesi olarak kabul edilen, devre tatil (m.6/B), paket tur (m.6/C), mesafeli sözleşmeler (m.9/A), kredi kartları (m.10/A), abonelik sözleşmeleri (m.11/A) gibi tüketici sözleşmeleri Kanun metnine eklenmek suretiyle, Kanunun uygulanma alanı, maddi anlamda genişletilmeye çalışılmıştır.
TKHK’nun uygulanma alanıyla doğrudan ya da dolaylı bir biçimde ilgili olan bu düzenlemelerle Kanunun uygulanma alanı tüketiciler lehine büyük ölçüde genişletilmiştir. Bu incelememizde Kanunun uygulanma alanı konusunda getirilen yeni düzenlemeleri, daha önceki çalışmalarımızda da benimsediğimiz sistematiğe de uygun olarak TKHK’un kişiler ve maddi anlamda uygulanma alanı açısından iki ana gurupta inceleyecek ve Kanunun uygulanma alanı konusunda fazla açık olmayan noktalara açıklık getirmeye çalışacağız.
|
|
|
Yazan
: Hasan Seçkin OZANOĞLU
|
|
|
Bu yazı dergimizin 18. sayisinda (AĞUSTOS 2003) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 2888
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Özet:
AVRUPA BIRLİĞİ REKABET HUKUKUNDA YETKILERİN PAYLAŞIMI
Avrupa Birliği Rekabet Politikası, bugüne kadar Avrupa Birliğinin entegrasyonunda her zaman temel araç olarak görülmüştür. Avrupa Birliği Anlaşmasının 3(g) maddesine göre, bu anlaşmanın belli başlı hedeflerinden bir tanesi, ortak pazardaki rekabetin bertaraf edilmesinin önlenmesidir. Bu önemli ve zor görevin yüklendiği organ ise Komisyondur.
Avrupa Birliği Anlaşmasının 211. maddesi gereğince, Komisyonun temeli görevi ortak pazarın işleyişi ve gelişimini sağlamak ve rekabet kurallarını yürütmektir. Bu görevin uygulanmasında komisyon diğer Avrupa Birliği organlarınca, özellikle Konsey ve 17 sayılı Tüzük (rekabet kurallarının uygulanması açısından temel düzenleyici çerçeve) tarafından çok geniş yetkilerle donatılmıştır. Öyle ki, madde 81(3)’e göre eylemlere muafiyet tanınmasında tek yetkili organ Komisyondur. Dahası Komisyon çok geniş soruşturma ve yürütme yetkileri ile donatılmış ve böylelikle bazı durumlarda yargı organlarının divanın görevlerini de üstlenmiştir. İşte Komisyonun hem savcı, hem idareci, hem de hakim rolünü oynadığı, tek yetkili olduğu merkezi bir sistem kurulmuştur.
Böylesine geniş yetkilerin atfedildiği dönemde, temel amacın üye devletlerin farklı hukuklarının uyumlaştırılması, aradaki ihtilafların giderilmesi, Avrupa Birliği entegrasyonun sağlanması olması dolayısıyla, güçlü bir sisteme ihtiyaç duyulmuş ve bu merkezi sistem en uygun çözüm olarak öngörülmüştür. Fakat zamanla gerek dünya piyasalarındaki, gerekse Avrupa birliğinin kendi içindeki hızlı genişleme ve büyüme sonucu Komisyonun iş yükü önemli derecede artmış ve eski merkezi sistem yetersiz, işlevini yürütemez bir hal almıştır.
İşte bu sebeplerden ötürü, Komisyonun iş yükünü hafifletmek için son yıllarda çeşitli yollar aranmaktadır. De minimis(hoşgörülebilirlik) doktrini, blok istisnaların tanınması, comfort letters çözüm olarak denenmiş ama yeterli olamamıştır.
Son dönemde çözüm olarak görülen, çok ilgi çeken yeni bir fikir ortaya atılmıştır. Bu akımın adı ‘decentralisation (yetkilerin paylaşımı, adem-i merkeziyet)’dır. İlk defa 1980’lerde ortaya atılan ve 1999’de de Beyaz Kitap ile önerilen bu kavram esas olarak, karar verme ve yürütme görevinin Komisyon ve üye devletler arasında paylaşılması, böylece ulusal otoritelerin Madde 81(şirketlerin uyumlu eylemleri yoluyla rekabetin bozulması) ve 82’nin (bir şirketin hakim durumu kötüye kullanması) uygulanmasında yetkilerinin artırılması fikrine dayanmaktadır. Bu prensibe birliği ilgilendiren konularda komisyonun karar vermesi, üye devletlerin menfaatlerine ilişkin konularda ulusal otoritelerin yetkili olması esasına dayanan ‘subsidiarity’ prensibi kaynaklık etmektedir.
|
|
|
Yazan
: Burcu DAL
|
|
|
Bu yazı dergimizin 17. sayisinda (TEMMUZ 2003) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 2618
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
Bulunan Sayfa(lar) :
1/ 2/ 3/ 4/ 5/ 6/ 7/ 8/ 9/ 10/ 11/ 12/ 13/ 14/ 15/ 16/ 17/ 18/ 19/ 20/ 21/ 22/ 23/ 24/ 25/ 26/ 27/ 28/ 29/ 30/ 31/ 32/ 33/ 34/ 35/ 36/ 37/ 38/ 39/ 40/ 41/ 42/ 43/ 44/ 45/ 46/ 47/ 48/ 49/ 50/ 51/ 52/ 53/ 54/ 55/
|
|
|