|
|
|
Makaleler / Articles / Aufsätze / Articles |
|
|
|
|
|
|
|
|
GİRİŞ
Özürlü doğuştan ya da sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecede kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılamada güçlükleri olan bireye denir.
Tebliğ konusu, Mesleki Eğitim ve, Devlet Personel Rejimi ve İş Mevzuatı olarak belirlenmiştir. Özürlülerin meslek eğitimi üzerinde durulurken rehabilitasyon (yeniden işe alıştırma) üzerinde durmakta da fayda vardır. Rehabilitasyonun amacı, fiziksel, zihinsel ya da sosyal açıdan özürlü olan kimselerin toplumda normal yerlerini tekrar alabilmeleri için her türlü tedbiri almaktır[3]. Genellikle rehabilitasyon denilince akla, daha önce çalışmakta olan bir kimsenin özürlenmesi durumunda eski işine ya da başka bir işe uygun hale getirilmesi düşünülür. Oysa henüz doğuştan ya da herhangi bir meslek sahibi olmaksızın kişiler özürlenmiş olabilirler. Sözkonusu durumda onların da mesleki eğitime ihtiyaçları vardır. Ancak konunun özelliğinden ötürü, özürlü bireylere yalnızca meslek eğitimi vermek de sakıncalı olabilir. Bir başka ifadeyle, yeniden işe alıştırmada daha önce bir meslek ve sanata sahip olan bir kimsenin işe uygun hale getirilmesi ilk planda düşünülmekte ise de özürlü kimselere yönelik doğrudan bir meslek eğitim verilmesi her zaman pek de mümkün görülmemektedir. Zira bir çok alanda meslek eğitimi verilirken doktor kontrolünde (tıbbi rehabilitasyon) yapılmaktadır. Bu nedenle, bir üst kavram olarak rehabilitasyonu kabul etmek ve bu anlamda mesleki eğitimi de mesleki rehabilitasyon altında vermek daha uygun olacaktır kanaatindeyim. Dolayısıyla biz tebliğimizde bu bakış altında mesleki eğitimi, mesleki rehabilitasyon çerçevesinde ele alıp inceleyeceğiz. Mesleki rehabilitasyonun ülkemiz uygulamasındaki görünümünü, özürlülerin istihdamını kamu personel rejimi ve iş mevzuatı karşısındaki düzenlenişini de tesbit edeceğiz. Yeri geldikçe değişik ülke uygulamalarına da değineceğiz.
|
|
|
Yazan
: M. Fatih UŞAN
|
|
|
Bu yazı dergimizin 15. sayisinda (MAYIS 2003) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 4453
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ÖZET: Alman Ceza Hukukunda Suça Teşebbüs
Suça teşebbüs, sübjektif olarak bütünüyle tamamlanmak istenen, ancak objektif olarak tamamlanmayan, ama buna rağmen cezalandırılan bir davranıştır. Failin işlemek istediği suçun yarıda kalması biçiminde ifade edilen suça teşebbüsün unsurları, suç işleme kararı ve işlenmek istenen bu suçun icrasına başlanılmış olmasıdır. Teşebbüs, suçun kısmen gerçekleştirilmiş, neticeye yönelmiş ama yarım kalmış halidir. Zamansal olarak ise hazırlık hareketleriyle, neticenin gerçekleşmesi arasında yer almaktadır. Hazırlık hareketlerinin tamamlanıp, icra hareketlerine başlanması hukuka aykırılığın başlangıcını oluşturduğu için son derece önemlidir. Bu bağlamda Ceza Hukukunun en temel konularından biri olan ‘teşebbüsün’ ele alındığı aşağıdaki çalışma, hem genel hatlarıyla teşebbüs kavramına ve teşebbüsün cezalandırılış nedenlerine, hem de bu kurumun Alman Ceza Hukukunda düzenleniş biçimine, konunun işlenemez suç açısından taşıdığı özel öneme ve hazırlık hareketleri icra hareketleri ayrımı üzerine yapılan tartışmalara ışık tutmaktadır.
Suça teşebbüsün hukuki niteliğinin ve cezalandırılma nedeninin ele alınmasının yanı sıra, çeşitli teorilerin konuya getirdiği açılımlar da ayrıca değerlendirildi. Objektif, sübjektif ve uzlaştırıcı teorilerin teşebbüs kavramına yaklaşımları açıklanmaya çalışıldı.
Örneğin objektif teoriler suça teşebbüsün cezalandırılma nedenini, teşebbüs hareketlerinin korunan hukuki değer yada suç konusu bakımından oluşturduğu tehlikeye dayandırmaktadırlar. Suç tamamlanmasa bile, korunan hukuki yarar için bir tehlike oluşmuşsa, suça teşebbüs cezalandırılmalıdır. Ancak teşebbüsün cezalandırılma nedeninin, hukuki değerlerin tehlikeye sokulması olduğu hususunda hemfikir olan objektif teoriyi savuna yazarlar, söz konusu tehlikenin nasıl tespit edileceği konusunda birbirinden farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Buradan da, temelleri Feuerbach’ a uzanan eski soyut objektif teori, ilk olarak von Liszt tarafından ortaya atılan, sonra von Hippel tarafından desteklenen yeni somut objektif teori ve nihayet teşebbüsü tamamlanmış suçun kısmen gerçekleşmiş bir şekli olarak kabul eden kanuni unsurun tamamlanmaması teorisi doğmuştur.
|
|
|
Yazan
: Meral EKİCİ
|
|
|
Bu yazı dergimizin 15. sayisinda (MAYIS 2003) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 6162
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
I- OSMANLI DEVLETİNDE KADASTRO KAYITLARI
İslâm hukuk tarihinde ilk kadastro kayıtlarının Hz. Ömer zamanında yapılmaya başladığını biliyoruz. Gerçekten Hz. Ömer "Şen ve mamur olan arazinin tahririni yapınız. Bilfiil ziraat edilen veya edilebilecek olan araziyi tespit ediniz. Verimsiz ve çorak yerleri, çift sürülmesi kâbil olmayan höyükleri, tepeleri, ormanları, bataklıkları, sazlıkları ve benzeri araziyi vergide esas olacak arazi arasına katmayınız" diyerek ülkesindeki arazilerin yazılmasını emretmiştir ve böylece İslam hukukunda kadastro kayıtlarının temelini atmıştır. Ancak söz konusu yazıdan da anlaşılacağı üzere o zaman arazilerin yazılmasının sebebi, ilgili yerlerin vergilendirilmesidir. Bununla birlikte adı geçen kayıtların arazi sahiplerini belirlemede kullanılmasına engel bir durum söz konusu değildir.
Daha sonra gelen Türk-İslâm Devletleri de taşınmazların kaydına gereken önemi vermiş ve fethettikleri yerlerde ilk yaptıkları iş, hemen arazinin kadastrosunun çıkartılması olmuştur. Bu amaçla oluşturulan Kuyûd-ı Hakani defterlerinin Selçuklular zamanında da tutulduğu bilinmektedir. Anadolu Selçuklularında bu nevi defterleri tutanlara Pervane, Osmanlılarda ise, Tevkii, Tuğraî, Muvakkî ve daha sonra Nişancı dendiği görüyoruz.
Osmanlı Devleti`nin kuruluşu ile kadastro kayıt işlemleri büyük bir gelişme kaydetmiştir. Gerçekten Osmanlı Devleti`nin İkinci Sultanı Orhan Bey`in kardeşi Alaaddin`in vezirliği sırasında, idarî yapılanma gerçekleştirilirken arazinin tasarruf şekilleri ve bunların gelirleriyle ilgili kayıtlar ve defterler de oluşturulmuştur. Ne var ki, şu anda elimizde bu kayıtlar mevcut değildir. Bu sebeple o döneme ait gerek bu defterlerin içeriği gerekse kayıt teşkilatı hakkında etraflı bir bilgiye sahip değiliz. Fakat daha sonraki defter kayıtlarından, tutulan bu kayıtlarla oluşan defterlere "Defter-i Köhne" dendiği anlaşılmaktadır.
|
|
|
Yazan
: Osman KAŞIKÇI
|
|
|
Bu yazı dergimizin 14. sayisinda (NİSAN 2003) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 3404
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
|
YAYINDA İKİNCİ YIL
Türkiye’nin ilk “aylık hakemli internet dergisi” e-akademi, birinci yılını geride bırakmış bulunmaktadır. Ülkemizde bilimsel dergilerin yayın periodları dikkate alındığında, bunun ne denli başarılı bir sonuç olduğu anlaşılacaktır.
Amacımız ülkemizin bilimsel birikimine katkı yapmaktı. Bir yıl içinde bu konuda önemli atılımlar yaptığımıza inanıyor ve başta hakem heyetimiz olmak üzere, dergimizin kurucuları ve yazarlarına şükranlarımızı sunuyoruz.
İlk yılda sağlamış olduğumuz başarı, ikinci yıl için bizleri ümitlendirmekte ve gayretlerimizi artırmaktadır. Okurlarımızın bu konudaki önerileri, çabalarımızı daha da yoğunlaştıracaktır.
İnternet üzerinden yayın yapan dergimizin önemli bir amacı da, bir yıl içinde yayınlanmış olan makale ve diğer çalışmaların matbu olarak basılması ve dağıtılmasıdır. Bunun da önemli bir atılım olacağına inanıyor ve gerekli desteği bekliyoruz.
|
|
|
Yazan
: EDiTOR
|
|
|
Bu yazı dergimizin 13. sayisinda (MART 2003) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 2812
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
Bulunan Sayfa(lar) :
1/ 2/ 3/ 4/ 5/ 6/ 7/ 8/ 9/ 10/ 11/ 12/ 13/ 14/ 15/ 16/ 17/ 18/ 19/ 20/ 21/ 22/ 23/ 24/ 25/ 26/ 27/ 28/ 29/ 30/ 31/ 32/ 33/ 34/ 35/ 36/ 37/ 38/ 39/ 40/ 41/ 42/ 43/ 44/ 45/ 46/ 47/ 48/ 49/ 50/ 51/ 52/ 53/ 54/ 55/
|
|
|