|
|
|
Makaleler / Articles / Aufsätze / Articles |
|
|
|
|
|
|
Vergi kaçakçılığının ve vergiden kaçınmanın en önemli nedenlerinden birisi de vergi mükelleflerinin vergi ödeme konusunda isteksiz davranmalarıdır. Aslında bu sorunun kökeni verginin ortaya çıktığı tarihlere dayanır. Çünkü verginin ilk alınmaya başladığı anlardan itibaren çeşitli sebeplerle mükellefler vergiye karşı tepki göstermiş ve vergi ödemekten kaçınmışlardır (Bkz., Batırel, Paujade Hareketi, 1959 : 173-179).
Vergi mükelleflerinin vergi ödeme konusunda isteksiz davranmalarının nedenlerini araştırmak, onların vergi kaçırma arzularını azaltacak ve dolayısıyla daha gerçekçi ve daha yüksek beyanda bulunmalarını sağlayacak birtakım önlemler almak şüphesiz vergi yönetimi açısından öncelikli bir öneme sahiptir .
|
|
|
Yazan
: Ali ÇELİKKAYA
|
|
|
Bu yazı dergimizin 5. sayisinda (TEMMUZ 2002) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 3035
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
The constitutional framework of the regionalised state, compared to a unitary and a federal state, is described in this paper by referring to the constitutions of Italy and Spain. Both of these constitutions maintain the unity of the state. However, in this model, regions have legislative powers / political autonomy according to the constitution through their statutes. Article 2 of the Spanish constitution which reads “The Constitution is based on the indissoluble unity of the Spanish nation, the common and indivisible homeland of all Spaniards, and recognises and guarantees the right to autonomy of the nationalities and regions which make it up and the solidarity among all of them” characterises this model. What distinguishes the regionalised model of state and the classical form of unitary state is the division of legislative powers between the state and the regions. This can be seen explicitly in the decision of the French Constitutional Council, no. 2001-454 of 17 January 2002. On the other hand, the regionalised state, as an intermediary model, seems to be an alternative for the purpose of accommodating the conflicts based on ethnic / cultural differences in the framework of the existing national state.
Türk Anayasa Mahkemesi “devlet yapısında bölünmez bütünlük ilkesi”ni açıklarken şunu söylüyor: “Devlet yapısında ‘bölünmez bütünlük’ ilkesi; egemenliğin, ulus ve ülke bütünlüğünden oluşan tek bir devlet yapısıyla bütünleşmesini gerektirir. Ulusal devlet ilkesi çok uluslu devlet anlayışına olanak vermediği gibi, böyle düzende federatif yapıya da olanak yoktur. Federatif sistemde federe devletler tarafından kullanılan egemenlikler söz konusudur. Tekil devlet sisteminde ise birden çok egemenlik yoktur”. Mahkeme’ye göre, 1982 Anayasası federatif sisteme olduğu kadar “bölgeler için özerklik ve özyönetim adı altında ayrılık getiren yöntemlere-biçimlere (de) kapalı”.
|
|
|
Yazan
: Naz ÇAVUŞOĞLU
|
|
|
Bu yazı dergimizin 4. sayisinda (HAZİRAN 2002) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 4049
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
|
„Alman Hukuku’nda Ön-Şirkette Sorumluluk Halleri’ isimli çalışmamızda, Limited Şirketin ticaret siciline tescil edilmesinden önce kurucuların kendi aralarında ve bunların üçüncü kişilerle olan ilişkileri neticesinde ortaya çıkan yükümlülüklerden, şirketin tescilinden sonra şirket tüzel kişiliğinin, kurucu ortakların ve şirket müdürünün sorumlulukları ve bunların nitelikleri, Alman Federal Mahkemesinin bu konuda vermiş olduğu yeni ilke kararı ışığında incelenmiştir.
Alman Hukuku’nda Ön-Şirketin, hak ve borç ehliyetine sahip olduğu kabul edilmekte ve adeta tescil edilmiş bir Limited Şirketi muamelesi görmektedir. Bu çerçevede, Ön-Şirket, borçlarından dolayı bütün bir malvarlığı ile sorumlu olmakla birlikte, hukuki işlemlerden doğan sorumluluklarda, bu işlemleri yapanların şirketi temsil yetkisine sahip olup olmadığına bakılırken, kanundan doğan sorumluluklarda (mes. sigorta primleri) ise genel hükümler cari olmaktadır..
|
|
|
Yazan
: Savaş BOZBEL
|
|
|
Bu yazı dergimizin 4. sayisinda (HAZİRAN 2002) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 3454
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Komünteryenizm, günümüzde çok geniş kesimlerce kullanılan bir anahtar sözcük halini almakta; ancak hem retorikte hem de bu retoriğe dayalı olarak yürütülen tartışmalarda bu kavramın içeriği hakkında kesin bir bilgiye pek rastlanmamakta, anlamına ilişkin yoğun sis halen etkisini sürdürmektedir. 70’li yıllarda John Rawls’ın ‘Theorie of Justice’ eseriyle başlayan ve 80’li yılların sonunda sosyalist pratiğin başarısızlığa uğramasıyla önceleri Amerika Birleşik Devletlerini, sonraları ise Avrupa’yı etkilemeye başlayan Komünteryenizm anlayışı, ortak bir değerler sistemini toplumsal yapının temel referansı olarak almakta, ancak kendi içinde de birbirleriyle uyuşması zor kanatları barındıran bir yelpaze görünümü vermektedir. Bu çalışmada John Rawls’ın anlaşılabilmesi için öncelikle Liberal teoriye kısaca değinilmekte, sonra da Rawls’ın adalet teorisi ve onunla alevlenen komünteryen karşıt eleştiriler okuyucuya sunulmaktadır. Alasdair MacIntyre’in “gelenek ve erdem” anlayışı ile Michael Walzer’in “karmaşık eşitlik” yaklaşımları bu bağlamda değerlendirilmektedir. Ancak “liberal” ya da “komünteryen/toplumcu” çatışmasında ve toplumsal projeler sunumunda, Feminizmin ilgisiz bir tutum benimsemesi beklenemezdi. Feminist teori, liberal teorinin tarihsel olarak çok kazanımlar sağladığını, biçimsel- yasal eşitlik konusunu çözdüğünü teslim etmekte, ancak bunun ötesine geçemediğini, yani birey-devlet ilişkisi ve bunlar arasındaki iktidar dağılımı konusuyla sınırlı kaldığını, örneğin devletin taraf olmadığı kurumlarda iktidar paylaşımına değinmediğini, aile içi iktidar sorunlarını “özel alana” ait olarak nitelendirdiğini, ayrıca “toplumsal cinsiyet” sorununa ilgi duymadığını da vurgulamaktadır. Feminizmin komünteryenizme yaklaşımında ortak noktaların çokluğu dikkati çekmektedir, bunun nedenini de komünteryenizmin liberalizme olan eleştirisini, Marksizm ve kültürel feminizmin de kullandığı argümanlara dayandırmasında aramak gerekir. Ancak komünteryen anlayış içinde “erdem”, “gelenek” ya da “ön verili yaşam biçimleri” gibi referansların –en azından bir kanadında – yüceltildiği göz önüne alınırsa, feminizmin komünteryenizme eleştirel yaklaşmaması beklenemezdi zaten. Ancak feminist teorinin eleştiri oklarının komünteryenizmin “evrenselci-eşitlikçi” kanadına yöneltilmiş olanların sayısının oldukça düşük kaldığını da burada vurgulamak gerekir
|
|
|
Yazan
: Michael BELOW
|
|
|
Bu yazı dergimizin 4. sayisinda (HAZİRAN 2002) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 3187
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
|
I. Komünteryenizme ilişkin tartışmaların gelişimi
Parg. 1. Komünteryenizm 80’li yılların başından beri Amerika Birleşik Devletleri’nde[1] ve bir kaç yıldan beri de Almanya’da[2] çokça tartışılan bir Toplum ve Devlet teorisidir; hemen hemen bütün politikacılar komünteryen olduklarını iddia ederler[3]. Bu durum bir taraftan şaşırtıcı değildir, çünkü, kavramdan da anlaşılacağı gibi, komünteryenizmde karmaşık olmayan küçük gruplardan büyük organizasyona kadar, toplum merkeze alınır. Kim topluma karşı olmak ister ki? Hiç kimse! Hemen hemen herkes yabancılaşmaya, izolasyona ve parçalanmaya götüren bireyleşme, atomizasyon ve dayanışma yokluğundan şikayetçidir[4]. Israrla bekar yaşamını tercih edenler bile, her ne kadar bir eş ya da çocuk sahibi olmasalar bile, bunun yerine arkadaşlardan ve tanıdıklardan oluşan daha geniş bir aile tarafından kuşatıldıklarını ve bu anlamda bir topluluk oluşturduklarını özenle dile getirirler.
|
|
|
Yazan
: Winfried BRUGGER/Osman CAN
|
|
|
Bu yazı dergimizin 3. sayisinda (MAYIS 2002) yayinlanmis olup. Simdiye kadar 3316
kez okunmustur.
|
|
|
|
|
|
Bulunan Sayfa(lar) :
1/ 2/ 3/ 4/ 5/ 6/ 7/ 8/ 9/ 10/ 11/ 12/ 13/ 14/ 15/ 16/ 17/ 18/ 19/ 20/ 21/ 22/ 23/ 24/ 25/ 26/ 27/ 28/ 29/ 30/ 31/ 32/ 33/ 34/ 35/ 36/ 37/ 38/ 39/ 40/ 41/ 42/ 43/ 44/ 45/ 46/ 47/ 48/ 49/ 50/ 51/ 52/ 53/ 54/ 55/
|
|
|